Dünyanın tasarım kenti neresi diye sorulduğunda ilk akla gelen kent Milano’dur. Kent bu ününü her yıl düzenlediği, dünyanın en kalabalık tasarım etkinliği olan tasarım haftası ile her yıl perçinliyor.
Sizler bu yazımı okurken ben İstanbul’un yeni havalimanındaki ilk uçuşlardan birinde Milano’ya doğru yola çıkmış olacağım; Milano’da yine tasarım zamanı çünkü!..
Her Milano Tasarım Haftası geldiğinde, neden ülke olarak bizlerin de global pazarda oyuncu olan tasarım markalarına sahip olmadığımızı düşünürüm; ve aklım hep iki marka arasında gider gelir: Birbirinden 2149 km uzaklıktaki Finlandiya ile Türkiye‘nin, Marimekko’su ve Sümerbank’ı…
Tasarım dünyasına aşina değilseniz Marimekko markasını duymamış olabilirsiniz. Ancak eğer Türkiye’de yaşıyorsanız Sümerbank ismini duymamış olamazsınız.
Marimekko’dan başlayalım!..
Finlandiya’dan dünyaya açılan Marimekko
Firmanın hikâyesi 1949'da başlıyor. Viljo Ratia, 1949'da Helsinki merkezli küçük bir tekstil baskı şirketi olan Printex'i kuruyor. Düşük ve orta gelirliler için daha çok pamuklu baskılar üreten bu firmanın sahibi olan Viljo'nun karısı Armi Ratia, tekstil tasarımı ve üretimi için ülkesinde daha cesur bir gelecek öngörüyordu. Bu amaç uğrunda etrafındaki umut verici genç sanatçıları topladı ve firma için yeni ve çarpıcı kumaş baskıları oluşturmalarını istedi.
Bu genç sanatçılardan biri Amfora tasarımı Printex'te basılan ilk kumaşlar arasında olan Maija Isola idi. Isola daha sonraları pek çok kült desene imza atan tasarımcılar arasında yer aldı.
Bu girişimi takip eden ilk yıl boyunca firmanın çok sayıda hayranı vardı ama hiç alıcısı yoktu . Armi, bu sıra dışı desenlerin basılı olduğu kumaşlarla bir defile yapmaya karar verdi. Bu defilede sunulan ve ünlü moda tasarımcısı Riitta Immonen tarafından tasarlanan kıyafetler istenilen etkiyi yarattı.
Marimekko,1951 tarihinde marka olarak tescil edildi. Ertesi yıl da ilk mağazasını Helsinki'de açtı.
Jacqueline Kennedy’nin Marimekko tutkusu
Bu tarihten itibaren farklı tasarımcılarla zenginleşen koleksiyonu ile markalaşan Marimekko ilk olarak Olivetti daktilo mektuplarının sadeliğinden esinlenerek, bugün halen kullanılmakta olan o eşsiz logosunu oluşturdu (1954) ve takip eden on yılın sonuna doğru, önce İsveç’te ve kısa bir süre sonra denizleri aşarak ABD'de yeni dükkânlar açtı. Marimekko markası, iki ismin birleşmesiyle ortaya çıkmış. Fince’deki kullanımı ile Mari, sonsuz kadınla özdeş, zarif kadın anlamına gelen Marie/ Mary iken, mekko ise bu dilde basit elbise anlamına geliyor.
60'larda sahip olduğu stil ile toplum üzerinde bir siyasetçi eşi olmanın çok ötesinde etkileri olan Jacqueline Kennedy’nin yedi tane Marimekko elbisesi alıp bunlardan birini 1960'da Sports Illustrated'in kapağındaki fotoğrafında giymiş olması ile marka için yeni bir dönem başlamış oldu. Marimekko, uluslararası üne sahip bir fenomen ve bir yaşam tarzı haline geldi. Şirket hızla büyüdü ve ürün yelpazesi çeşitli aksesuarlar ve ev eşyaları içerecek şekilde genişledi.
70 ‘ler boyunca sürekli gelişim içinde olan Marimekko, ilk yabancı lisans anlaşmasını Japonya ve Amerika'da imzaladı; bu yıllarda halka açıldı. 1979'da, Armi Ratia öldü. Bu kaybın ardından vizyonsuz kalan firma 80’lerin ortasına kadar bocaladı ve varisleri tarafından Finli Amer grup’a satıldı.
Fincandan peçeteye, çantadan çoraba Marimekko
1991 yılında bir reklam yöneticisi olan Kirsti Paakkanen, firmanın yönetimine atanınca, bir kez daha şirket, tasarımı ilk sıralara yerleştiren güçlü bir kadın tarafından yönetilmeye başlandı. Etkisi hemen hissedilen bu yeni dönem içinde Marimekko imajını yeniledi ve yeni moda tasarımcıları ile işbirliğine girdi; bu kez genç tasarımcılara daha fazla kapı açtı. Kuruluşundan 50 yıl sonra, geçirdiği onca zor döneme rağmen Marimekko 2000’li yıllarda tam bir patlama yaşadı. Artık sadece kadın modası alanında değil ev aksesuarları, erkek giyimi gibi alanlarda da çok çeşitli ve özgün desenli ürünler üreten, ülke dışındaki mağaza sayısını üç misline katlamış global bir marka vardı. Kahve fincanından peçeteye, çantadan çoraba her eşya üzerinde bu eşsiz desenleri görmek mümkündü.
2012 yılında Converse ve Banana Republic ile yapılan tasarım işbirliği, Marimekko'ya küresel anlamda büyük görünürlük sağladı. Aynı yıl Finnair benzersiz bir ortaklık ile iki Unikko desenli uçağı Helsinki'den Finnair'in uzun mesafeli uçuş noktalarına uçurmaya ve tüm Finnair uçuşlarındaki yolculara Marimekko desenleriyle tekstil ve sofra takımları sunmaya başladı.
Bugün dünyanın neresinde olursanız olun, eğer biraz aşina iseniz hemen Marimekko markasına ait olduğunu anlayacağınız özgün desenleri ev ürünleri ile bu Fin markası, global bir tasarım oyuncusu haline tüm bu girişimler sonucunda ağır fakat emin adımlarla ilerledikçe ilerledi.
Annemin Sümerbank basmaları!
Ben de bir tasarım meraklısı olarak edindiğim bu çeşitli ürünleri keyifle kullanıyorum; diğer yandan onlara her baktığımda terzi annemin 1970’li yıllardaki çocukluğum boyunca eve metre metre alıp getirdiği Sümerbank basmalarını hatırlıyorum.
Annemin kıymetli ellerinde tüm aileye çoğunlukla pijama gecelik olarak şekillenen bu pazenler, kimi zaman bir ev elbisesi de olurdu kendi üstüne. Evimize giren sayısız kumaş arasında Sümerbank’ınkileri ayrı severdim çünkü onlarda renk ve desen cümbüşü vardı; tümü ile farklıydı.
Bizlerin de arasında olduğu genç Türkiye Cumhuriyeti’nin orta ve alt sınıfının ailelerini giydirmiş olan Sümerbank pamuklularını üreten fabrikalar, ülkenin ilk kamu yatırımı olarak 1932 yılında pamuk ovaları ile meşhur Adana’da Rusya’dan alınan krediler ile kuruldu. Hem banka hem tekstil işletmesi biçiminde kurulan bu yapı aslında Osmanlılar’dan beri var olan Beykoz, Feshane gibi bölgelerdeki üretimhaneleri de içinde barındıran daha kompleks bir oluşumdu. Atatürk tarafından 1935’te Sümerbank olarak adlandırıldı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda esas alınan ekonomik strateji doğrultusunda kurulan demir- çelik, çimento, kağıt ve selüloz fabrikaları gibi, bu tekstil kuruluşu da halkın tasarrufu ile kurulan ve sonrasında özelleşmesi planlanan yapı taşları arasındaydı.
Kuruluşundan itibaren toplumun, temel ihtiyaçlarını sağlayan ayakkabıdan tekstile, çimentodan seramik ve porselene pek çok üretim tesisini himayesi altında bulunduran Sümerbank 1987 tarihinde özelleştirilmesinin ardından iyi yönetilemediği için dağılma yoluna girdi. Araştırmalarımın her defasında yüreğimi burkan bu hazin hikâyenin tüm sürecine farklı kaynaklardan ulaşabilirsiniz; işletme hakkında düşeceğim son not, bu işletmelerden bugün, uğradıkları değişimler bir yana, çimento ve demir – çelik ayakları hariç hemen hemen hiç birinin ayakta kalmadığıdır. İlgili gelişmeler 2016 tarihine dek sümerholding.gov.tr adresinde sıralanmış; isteyenler bir göz atabilir.
Hem fabrika, hem “kültür-sanat ocağı”ydı
Anadolu’nun her köşesine yayılan bu fabrikalar, bir yandan da Türkiye’nin modernleşme sürecinin önemli bir çarkı olarak görev yapıyordu. Kuşkusuz bu fabrikalar, beraberinde sunduğu sosyal etkinlikler ile toplum üzerinde kültürel anlamda etkililerdi. İşletmelerin bünyesinde bulunan kütüphaneler, spor tesisleri, konutlar, tiyatro ve gösteri alanları, aylık yayınlanan dergiler ile bu tesisler ve etraflarındaki mahalleler genç Türkiye Cumhuriyeti halkı için paha biçilemez nitelikteydi.
Kaynaklarda örneğin Sümerbank’ın Nazilli fabrikasında bir caz takımının kurulduğu, öğlen yemek aralarında işçilere dünya klasiklerinden eserler dinletildiği yazıyor.
Sümerbank’ın anahtarı anımsatan ve S ile B harflerinden oluşan logosunu, taklitçiliği önlemek amacı ile 1943 yılında SEKA fabrikasının kurucusu Mehmet Ali Kağıtçı tasarlıyor ancak bu logoların kullanımı 1956 yılına kadar bir türlü standartlaşamıyor. Logonun tescillenerek standarda alınma tarihi 1957. Markanın ilan ve reklam çalışmalarının pek çoğu, dönemin önde gelen tasarımcılarından İhap Hulusi Görey imzası taşıyor.
Sümerbank’ın mirasına sahip çıkanlar
Türkiye’de tasarım tarihinin makus talihi, Atatürk ve yol arkadaşları tarafından planlanarak yokluk içinde var edilen bu sanayi kuruluşlarının, enstitülerin ve üretim stratejilerinin ayakta kalamaması ile ortaya çıkan bir tablodur.
Bundan birkaç yıl önce, konuşmacı olarak gittiğim İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde, akademisyen arkadaşlarımla girdiğim arşiv odası, bir tasarımcı olarak bir anda tüm çocukluk anılarımı beynimin kıvrımlarından dışarı fırlatmıştı.
Beni bu eşsiz desen örnekleri ile dolu odada gezdirirken yaptıkları çalışmaları anlatan Dilek Himam ve bu ekipteki diğer akademisyenler, kendilerini Sümerbank’ın yok olmaya yüz tutmuş kültürel mirasını korumaya adamış bir grup kahraman bana göre…
İzmir kalkınma Ajansı’ndan alınan bir fon ile İzmir Ekonomi Üniversitesi, Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi, Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü, bu desenlerin edinebildikleri bir kısmını Dijital Desen Arşivi oluşturmak üzere derledi, toparladı. Kendi çocukluğuma dair görsel anılara da rastladığım bu arşivdeki asıl kopyalar, İzmir Halkapınar Basma Müssesesi’nden, eğitim malzemesi olarak kurtarılan ve tesiste 1956-2001 yılları arasında üretilen desenleri kapsıyordu.
Bu azimli eğitmenler tarafından sabırla oluşturulan arşive şuradan ulaşabilir (http://tudita.ieu.edu.tr ) Bu adreste benim kanlı canlı görüp dokunduğum kumaşların desenlerini inceleyebilir ve anılarınıza yelken açabilirsiniz. 1953-2001 yılları arasında faal olan bu fabrikada üretilen bu desenler ve kumaşlar bugün tarih olmuş durumda.
Bizler ne şanslıyız ki 2006’da ilk fikri ortaya çıkan bu arşivleme çalışması, 2015 yılına dek Prof. Dr. Ender Yazgan Bulgun, Prof. Elvan Özkavruk Adanır, ve Dr. Öğretim Üyesi F.Dilek Himam Er önderliğinde, Yıldız Berrak Sarı, Kardelen Aysel, Nur Ceren Kurt, Zülal Sevinçler ve bir de teknik ekip ile gerçekleştirildi ve koruma altına alınabildi.
“Bir ulusu giydirmek!”
Bu desenleri yeniden bir tasarımcı gözü ile ilk gördüğüm anda aklıma Finli Marimekko’nun gelişimi gelmişti. Bir özel girişim olarak kurulan, ama devletinin ve tasarımcılarının maddi manevi desteğini hep yanında hisseden Marimekko, 50 yılda yükselerek bugün dünyada bilinen yüksek cirolu bir global marka haline gelirken, ben akademisyen dostların metruk binalarda çöpe atılmak üzereyken bu desen kopyalarını nasıl olup da kurtardıklarının hikâyesini dinliyordum!..
O dönemde aklımda pek çok proje belirse de, hâlâ daha bu projelere zaman erdiremedim. Ama akademisyen dostlar durmadı. Ellerindeki bu değeri ilk olarak 2015 yılında “Bir Ulusu Giydirmek: 1956-2001 Yılları Arası Sümerbank Desenleri “ismi ile İzmir’de Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde, sonra da Aydın’da sergilediler. 2016 yılında Salt Galata’da açılan “Tek ve Çok” başlıklı sergi kapsamında da bu seçkiye yer verildi. Bu arşiv ve beraberindeki hikâye, 2017 de Bursa’da izleyici ile buluşurken, geçtiğimiz yıl da Ankara’da sunuldu. Ilgililer tarafından sergiye olan ilginin artarak devam ettiği belirtiliyor.
Sizlere aralarında 2149 km olan, birbirlerinden epey farklı iklim, kültür ve coğrafyaya ait iki dünya ülkesinden, pamuklu üzerine basılan renkli desenler üzerine inşa edilmiş iki tane tasarım/üretim hikâyesi anlattım. Bunlardan biri bireysel bir girişim iken, içinde bulunduğu toplumun sevgisi ve saygısı ve elbet ülkesinin desteği ile bugün dünya çapında bir marka olmuş, büyük gelire sahip bir ekonomik değer, bir yaratıcılık fabrikası. Diğeri ise bir ülkenin kuruluşunda ortaya konan kalkınma planı içerisindeki büyük bir stratejinin parçası olarak, halkın tasarrufuyla kurulmuş, halka emanet edilmiş bir işletme.
Bugün bu “kurtarılan” arşiv için dahi mutlu oluyor, hiç değilse bu bilgi kent kent gezdikçe görüp seviniyoruz. Hatıralarımızı tazeleniyor; hüzünle dolu bir romantizme kapılıyoruz.
Tüm bu noktada içimde koca bir boşluk oluşuyor. İki hikâye arasındaki büyük farkı siz de benim gibi hissedebiliyor musunuz?!..