Yorgun geçen bir günün ardından, tek hayalim kendimi evimdeki kanepeye atmaktan başkası değil çoğu zaman. Tasarım duayeni Faruk Malhan imzası taşıyan ve son 11 yıldır üzerinde yaşadığım bu kanepe, dinlendiğim, yemeğimi yediğim, kitaplarımı okuduğum, müziğimi dinlediğim, İstanbul'u seyre daldığım ve elbette Netflix ile bütünleştiğim köşesi aynı zamanda hayatımın; zaman zaman kedi ile birlikte uyuyakalıyoruz bu kanepede.
Kanepe kültürel bir eşya; bir yaşam alanı söz konusu olduğunda merkezi ve belirleyici bir unsur.
Le Corbusier
İnsanın soğuk bir kaya ve topraktan kendini kurtarıp, yapılmış veya bulunmuş bir nesneye oturmasına dair ilk kayıtlar M.Ö. 5000 yılını gösteriyor. Antik çağların tümünde oturma eylemini ve çeşitli oturma düzeneklerini görsek de, bildiğimiz anlamdaki sandalyenin ilk kez ortaya çıkışı konusunda kimse kesin bir bilgi sahibi değil; kültürler zaman içinde kendi alışkanlıklarını ve nesnelerini eş zamanlı olarak geliştirmişler belli ki.
Çin'de veya Hindistan'da tapınaklarda görülen örnekler var. MÖ. 2000 yılında Ege adalarında bulunan en eski Yunan heykellerinde insanların Klismos ismi verilen oturaklarda oturduğunu görebiliyoruz. Bilinen en eski mobilyalar arasında Anadolu'da Gordion'da da rastlanan kayıtlar var. Diğer yandan Antik Mısır'da sandalyenin hemen her türlüsünün, hatta katlananın bile yapılmış olduğunu biliyoruz. Bunların işçilikleri de üstündü ve deriden yapılan ilk oturak da antik Mısır'da kullanıldı. Bu eşyalar gizemli Mısır mezarlarında yıllarca bozulmadan muhafaza edilmiş bir biçimde günümüze ulaştılar.
Antik çağlarda, özellikle Mısır'da bu sandalyelere herkes oturamazdı. Sandalye gücün ve saygınlığın göstergesi idi. Bu çağlar boyu hemen hemen tüm kültürlerde sandalyeye oturabilenler ailenin reisi, o topluluğun en kıdemli kişisi veya grubu, din ve devlet adamları idi. Bir prestij objesi olan sandalye bu nedenle pek çok özel form, malzeme ve detaylı işçilikle üretilen bir eşya olmuş.
Yunan kültüründe rastlanan Klismo
Özellikle doğu kültürlerinde, sıradan halk yerde otururdu. İnsanların yaşam biçimleri ne kadar gelişirse gelişsin, pek çok kültür yerde ve yüksekte oturma biçimini harmanlamış olarak yaşar. Bugün bile Anadolu'da veya Asya kültüründe yerde oturma alışkanlığı geçerlidir; yaşam alanlarına girerken ayakkabı çıkarma adeti de insanların kültürel olarak yerde oturması, yer sofrasında yemek yemesi ve yer yatağında uyuyor olmasındandır.
Hristiyan alemi, aydınlanma öncesinde insanın bedensel konforu üzerinde derin bir hegomonyaya sahipti. Pek çok farklı dini inanışta olduğu gibi, ruh insanı Tanrı'ya yakınlaştıran, beden ise kötülüklere ve günahlara davet eden olgudur. Bu nedenle bedenin yorgun düşünceye kadar çalışması, acı çekmesi yaygın düşünce olmuştur. Bedenin rahatlık içerisinde yayılması bir yana; hor görülmesi gereklidir ! Antik çağlardaki bu ilk örneklerine rağmen 17. yy'a kadar sandalye ve koltuk tasarımının Avrupa'da yaygınlaşamamasının altında bu inanışın bulunduğunu belirten kaynaklar var. Sıradan halk zaten yerin yanısıra tabure ve banklara oturuyordu.
Malikaneler her ne kadar büyük ve ihtişamlı olursa olsunlar, mümkün olduğunca az eşyaya sahip olurlardı: Ortak alanlarda, yemek yemek için birkaç sandalye ve çoğunlukla ahşaptan yapılmış birkaç sedir! Zamanla bu ahşap sedir ve sandalyelere minderler eklendi eklenmesine ama düşününce tarihte insanın sert bir zeminden bugünkü rahat koltuklara geçişi sırasında yüzyıllar geçmiş olması gerçekten de oldukça şaşırtıcı.
Yunan ve Roma sempozyumlarında, oturmaktan çok yatar vaziyette, uzanılan yapılar olduğunu biliyoruz. Bu antik kentlerde, ikinci sınıf olan kadınların yeri evdi ve evlerde oturma ihtiyacı yok denecek kadar az rastlanan bir alışkanlıktı, zira kadın çocuklara bakar; yemek pişirir, temizlik ve çamaşır gibi işlerle ilgilenir, oturmaya, dinlenmeye nerden vakit bulacak? Diğer yandan sadece belli sınıftan erkeklerin her gün sonunda buluştukları, şarap içip dünyayı kurtardıkları bu sempozyumlarda ise özel localara sandalyelerden çok uzanılan yatağa benzer taş bölümler eşlik etmekteydi.
Sempozyum
Rönesans sadece fikirlere değil, insanlara kendi rahatlarını düşünme özgürlüğünü, bedenlerini şımartma lüksünü de getirdi. Aydınlanma çağı ile birlikte sandalye de standart bir eşyaya dönüştü. Bu dönemde eğilimler, stiller ve ölçüler hızla değişim gösterirken, mobilyalar gerektirdikleri yüksek işçilik nedeni ile çoğunlukla bir statü göstergesi haline geldi. Bu dönemde ahşaptan yapılan oturma birimlerinin üzerine eklenen minderlerin içini Almanlar at kılı ile doldururken, İngilizler saman ve bazen de kuru yosunlarla doldurdular. Statü derecesi bu dolgu malzemelerinden bile anlaşılabiliyordu.
İngiltere'de, stil çeşitliliği arttıkça insanların mobilyalarını onların tariflerine göre üreten mobilya imalatçılarının yanında bir de bugünkü dekoratörler gibi düşünebileceğimiz Upholder isimli insanlar türedi. Bu kişilerin asıl görevi, duvar, perde ve minder tekstillerini birbiri ile uyumlu hale getirmek; bir statü sembolü olan ev eşyalarını için en seçkin, en nadide kumaşları bulup önermekti. Minderlerin ahşap sandalyelerle yekpare bir tasarım haline dönüşmesini sağlayanların bu Upholder denilen kimseler olduğu sanılıyor. Yeni bir tasarım bir kez ortaya çıktı mı, hızla yaygınlaşıyordu.
Bu sandalyelere kolların rahatlığı için kolçak eklemeyi İtalyanlar icat ettilerse de hemen benimseyen ve kullanan Fransa'da 14. Louis olmuştur. Bu kolçaklı, oldukça süslemeli bir el işçiliğine sahip olan ve en gösterişli kumaş veya kadifelerle kaplı tekli sandalyelerin günümüzde de Louis koltuk olarak anılması buradan gelir.
Louis Sandalye
Bu dönemde ortaya çıkan ve günümüzde hala kullanılan tasarımlar arasında önemli bir tanesi de Chesterfield kanepedir. 1694-1773 yılları arasında yaşamış olan Chesterfield kontu Lord Phillipe Stanhope, politik kimliğinin yanında bir yazar ve sanat hamisidir; Voltaire'in en büyük destekçilerinden biri olduğu bilinir.
Verdiği davetler sırasında soylu konuklarının o dönemde moda olan kabarık ve gösterişli kıyafetleri ile bir arada, yan yana oturmasını sağlayabilmek üzere kendisinin bizzat tarifleyerek ürettirdiği uzun ve geniş kolçaklı kanepe, günümüzde halen O'nun ismi ile anılır. Ne kadar varlıklı olduğunu göstermek üzere bu kanepeyi deriden imal ettirmiş ve üzerine koydurduğu düğmeler ile de günümüze kadar uzanacak olan bir eğilim yaratmıştır: Düğmeli kanepe döşemesi ve deri kaplama artık lüksün ve saygınlığın ifadesi olacaktır.
Chesterfield
Birinci Dünya Savaşı sonrasında, yaşam biçimleri dramatik biçimde sadeleşti; makine çağında eğilimler de tercihler de modernizm ile buluştu. Bu döneme kadar sandalye ve koltuk alanında yüzlerce stil ve tasarım ortaya çıkmıştı. Modernist mimar Le Corbusier'nin sandalyenin mimarlık; koltuğun ise burjuvazi olduğunu söylemesi de bu dönemin anlayışının bir ürünüdür ve mimarın yarattığı çizgi sonraki tasarım yaklaşımlarını büyük ölçüde etkilemiştir.
Modern sandalye ve kanepe tasarımlarının en yalın örnekleri İskandinav ülkelerinde ortaya çıktı. Kalbimde ayrı bir yeri olan Alvar Aalto'nun Stool 60 isimli taburesinden Norveç tasarımlarına kadar ahşabın en sade ve en estetik işlenişine, kuzey Avrupa ülkelerinin tasarımcıları imza attılar. Bu dönemde İngiltere'de üretilen ve bir 16. yy klasiği olan "Windsor" sandalyenin sonradan sadeleştirilerek gerçekleştirilen modernist yorumları, kişilikli mekanların başlıca aktörlerinden biridir hala.
Avrupa‘da el işçiliği yaygın üretim tekniği iken sandalye için asıl dönüşüm çağı seri üretim ile başladı. Viyana'da yetenekli bir usta olan Micheal Thonet, kendi keşfettiği üretim yöntemi ile sıcak su buharında ahşap tüpleri kıvırabilmiş ve bu özgün teknikle Thonet sandalyeyi yaratarak Avusturya prensi Metternich'in dikkatini çekmişti. Thonet, klasikleşmiş tarzını yeni malzemelere uyarladığı güncel tasarımları ile hala mekan tasarımının en öncelikli tercihlerinden biri. Thonet'nin bu sandalyesinin ismi No:14 veya yaygın hali ile Bistro sandalyesidir.
Aalto Stool 60
Windsor antika ve çağdaş modelleri
Tarihten bu yana üretilen binlerce çeşidi ile, zaman zaman tasarım tartışmalarında sıkça rastlanan "yeni bir sandalyeye kimin ihtiyacı var?" serzenişini haklı çıkaracak biçimde sandalye ve koltuk sanırım dünyada en çok üreilen ve tasarlanan eşyaların başında geliyor. Hakkında kitaplar yazılıyor; sadece bu tasarımları konu edinen müzeler açılıyor. 20. yy'dan itibaren üretilen birbirinden güzel ve klasikleşmiş tasarımların bütününü en güzel görebileceğiniz yer İsviçre ile Almanya sınırındaki Veil am Rhein'da yer alan Vitra Haus'dur.
Vitra Tasarım Müzesi dünyadaki en geniş sandalye tasarımı koleksiyonuna sahip olmakla kalmıyor bunların minyatür versiyonlarını üreterek satışa sunduğu tasarım dükkanı, öncü mimari yapılara ev sahipliği yapan kampüsü ve burada düzenlediği sergiler ve konferanslarla önemli tasarım destinasyonlarından birini oluşturuyor.
Ofis mobilyaları ve koltukları üreten Vitra firmasının bu müzeyi açmak üzere görevlendirdiği kişi olan Alexander von Vegesack, bana bu işin kendisine verilmesindeki en büyük etkenin çılgın bir 68 kuşağı bireyi olarak Afrika kıtasında bir bedevi gibi dolaştığı yıllarda rastladığı tüm Thonet sandalyeleri ve mobilyaları toplaması, daha sonraları bu eşsiz koleksiyonun Avusturya'daki Thonet müzesinin temellerini atması olduğundan bahsetmişti. Alexander'ın bu girişimi daha sonra ona Vitra'daki müzenin koleksiyonunu oluşturma kapısını açmış.
THONET NO:14
Vitra koleksiyonunun en değerli tasarımlarından biri Verner Panton tasarımı olan "Panton Chair" olmalı. Zamanına göre üretim ve malzeme tekniklerini zorlayan bu tasarım, modernist akımın önemli bir temsilcisidir.
Electrical Machine and Equipment Company (EMECO) tarafından 1944'de Amerika devletinin 2. Dünya savaşı sırasındaki bir talebi üzerine üretilen "Navy Chair" için tasarım kriterleri şunlardı: Suya, tuza ve denizcilere dayanabilecek bir sandalye ! Sonuçta sade tasarımlı, ergonomik, dayanıklı alüminyum bir sandalye üretilmiş oldu. Tasırımcısı Emeco firmasının sahibi Wilton C. Dinges idi. Bu tasarım dünyanın en ünlü sandalyeleri arasındadır.
1918'de Gerrit Thomas Rietveld tarafından tasarlanan "Red and Blue Chair" sadece mobilya tarihini değil, mimarlık tarihini de derinden etkiledi. Hollandalı tasarımcı, bu ikonu, insanların oturma eylemi hakkındaki farkındalığını arttırmak için tasarladı. Renginden formuna, malzemesinden keskin hatlarına kadar her anlamda insanı tetikleyen, dikkatini çeken bu tasarım ile, "Oturmak da bir eylemdir ve bir sandalye unutulmak için değildir" diyerek meydan okuyordu herkese. "Estetik Gerçekçilik" kavramı bu tasarım ile yaygınlaştı.
Rietveld tasarımı kırmızı ve mavi sandalye
Sandalye veya koltuk tasarımlarını örneklemeyi burada sonlandırmalıyım, çünkü çok fazla isim ve tasarım anmam gerekebilir. Arapça'daki Suffah kelimesinden türeyen hali ile Sofa hem Türkçe'de hem de İngilizce de günümüz Türkçesinde daha çok tercih edilen kanepe anlamına geliyor. Kanepe sırtlıklı sedir demek, yaşam kültüründe bu sırtlığı ifade eden kelimenin cibinlikten geldiğine rastlıyoruz. Biz Osmanlı demiyoruz ama İngilizce'de ayak uzatılan veya oturulan puflar için Ottoman deniyor. Osmanlı'nın saray kültürü, minyatürleri ve İpek Yolu ticareti, Avrupa'nın yaşam kültürü ve eşyaları üzerinde fark ettiğimizden çok daha etkili olmuştur tarih içerisinde; kumaşlar ve mobilyalar da bu etkiden nasibini almış belli ki.
Yaşam kültürleri değiştikçe, en çok bu eşya değişime uğramış; gelecekte de böyle olacağı çok açık. 1927'deki ilk Televizyon 40'lı yıllarda evlerde yerini bulmaya başladıkça, TV karşısında ailece vakit geçirmek isteyen insanların ihtiyaçlarına cevap bulan köşe kanepe nasıl Harvey Probber isimli Amerikalı'nın 1944 yılında tasarlamasına ilham verdiyse, günümüzün modern ofislerindeki sağlık kaygıları aynı şekilde çalışanların kan dolaşımını düzenli seviyelerde tutan yükselip alçalabilen ofis sandalyelerini ortaya çıkarıyor.
Koray Malhan tasarımı İkaros
Bilgisayar kültürü Koray Malhan'a İkaros isimli tasarım için ilham vermişti. Çağımızın sandalye tasarımında yeni üretim teknolojileri ve malzemeler hüküm sürerken; kanepe tasarımlarında ise halen modüler ve bizlere konforu en üst seviyede sunan L formlar geçerli.
Siz bu yazıyı nerede oturarak okudunuz acaba? Bana bir fotoğraf mı gönderseniz?