Kimin hafızasında “sarı süpürge”nin veya kırmızı beyaz damalı çay tabağının bir yeri yoktur ki bu topraklarda?
Her kültürde insanların yaygın olarak kullandığı eşyalar var. Toplumların yaşam biçimi, âdet ve gelenekleri gibi dinamikler beraberinde, çoğunlukla üzerinde yaşanılan coğrafyanın sunduğu malzemeler, yaşanılan yerin ekonomik yeterlilikleri, üretim becerileri ortaya çıkarıyor bu eşyaları.
Toplumlar tarafından yaygın olarak kullanılan bu eşyalar bir yandan da ortak bir bellek oluşturuyor. Kitleleri ortak bir nostalji duygusu etrafında birleştiriyor. Bir bakıma eşya, paylaşılan bir kültür nesnesi olarak birlik olma duygusunu pekiştiriyor.
Ortak anılara sahip insanlar kendilerini birbirlerine yakın hissederler bilirsiniz.
Eşya bunu başarıyor.
“ Kısa veya uzun ömürleri boyunca eşyalar, toplumun bir noktadan diğerine, bir andan diğerine kendi varoluşunu gördüğü, kendi kendine sadakatini, kendi hakkındaki imajını koruduğu “ sosyal bir bellektir” diyor Prof. Dr. Nuri Bilgin, Eşya ve İnsan “ isimli kitabında. Sosyal varoluşunu kanıtlamak üzere çevresini eşya ile donatan insan yani… Hadi bu başka bir yazı konusu olsun!..
Oklava, çay bardağı, naylon terlik
Savaş sonrası Japonya adası bu korkunç tahribattan arta kalan hurdalarla öylesine dolup taşmıştı ki fakir halk gündelik ihtiyaçları için bu metalleri eritip ellerindeki seramik, ahşap gibi materyallerle birleştirerek kullanmaya ya da mevcut parçalarını revize ederek yeni eşyalar üretmeye başladı.
Neredeyse tümü alüminyumdan üretilmiş bu anonim eşyaların sunulduğu bir de sergi var: Naked Shapes / Çıplak Formlar.
Bundan sanıyorum 7-8 yıl önce izleme şansı bulmuştum. Bu eşyalar çoğu aynı malzemelerden yapılmış, ortak bir tasarım dili konuşan, son derece fonksiyonel ürünler. 1910-1960 yılları arasında Japonların evlerinde kullanılan bu objeler bir Japon nesli için ortak bir hafıza aynı zamanda. Bugün herhangi bir marka için koleksiyon yaratmayı hedefleyen herhangi bir tasarımcı bunca güzel bir birlikteliği sağlayamayabilir konsept olarak; oysa bunların hepsi farklı farklı kişiler tarafından, 50 yıllık bir zaman diliminde yapılmış anonim nesneler.
Ben bu tür eşyalara kült objeler diyorum. 2005 yılında objekült isminde bir sergi de sunmuştum. Bu sergide yanyana koyduğumuz oklava, çay tabağı ve bardağı, kaşık hamam tası, naylon terlik, sarı süpürge gibi nesneler o dönemin fazla elitist ortamında oryantalist bir yaklaşım olarak görülmüş; ben de yeterli kaynak bulamadığım için belge - kitap projemi bugünlere kadar ötelemiştim; daha doğrusu o gün için farklı bulduğum bu fikir, üzerinden zaman geçtikçe cazibesini yitirdi.
Kimin hafızasında “sarı süpürge”nin veya kırmızı beyaz damalı çay tabağının bir yeri yoktur ki bu topraklarda?.. Bizler- belli bir nesil- sırf ucuz olduğu ve pek de alternatifi olmadığı için birbirinin aynı lastik ayakkabıları giymedik mi? Zaman tünelinde tasarımcı elinden çıkan bazı nesneler de ortak belleğimize yer etmiş; ediyor olmalı. Bunlardan sadece ik üç tanesini burada hatırlamak hiç de fena olmayacak.
‘Yeni Rakı’ya yeni tasarım
Bugün yoldan herhangi bir kişiyi çevirip sorsanız, size hemen Yeni Rakı şişesinin neye benzediğini tarif edebilecek; kağıt kalem verseniz çizebilecektir desem yanılıyor olmam değil mi? Türkiye’nin en yaygın içkisinin şişe tasarımı Endüstriyel Tasarım Sanal platformunda belirtildiği gibi Mete Ahıska ve Gamze Güven’in tasarımı olarak 2005 yılında yenilenerek hayatlarımıza girdi. Dönemin haberlerinde Mey İçki CEO’su Galip Yorgancıoğlu, bu şişe tasarımının ve kapağının yenilenmesi için 30 milyon dolarlık bir yatırım yapıldığından bahsediyor.
Bu yatırımın sebebi, o döneme kadar oldukça yaygın olan sahte içki dağıtımının önüne geçebilmekti. Tasarımcılara verilen proje ön açıklamasının sanıyorum en öncelikli hedefi buydu: Öyle bir ambalaj tasarımı (şişe) yapın ki, kimse bu yatırımı yapamayacağı için taklit de edemesin!..
Yapılan yatırımın miktarı ilk duyulduğunda kulağa fazla gibi gelse de ürünün içinde bulunduğu pazar; bu pazardaki konumu ve bana göre daha önemlisi, ardından yarattığı yan sanayi düşünüldüğünde oldukça yerinde. Zira takip eden yıllarda bu şişe ile uyumlu bardaklar, tuzluklar, peçetelikler ve aklınıza gelebilecek her türlü diğer masa üstü nesnesi de restoranlarda yerini buldu. Dahası, bu tasarımın çizgisi bugün bu içecek ile özdeşleşti, ki biz buna tasarımın başarısı diyoruz. Yeni Rakı şişesi, bir ambalaj tasarımı olmanın çok ötesinde, toplum olarak kültürel belğimize yazılmış bir estetik kod artık. Bir ince belli çay bardağının toplumsal olarak hafızamızdaki yeri kadar güçlü bu şişenin kontur çizgileri de.
PeReJa’nın bıraktığı iz
Benzer bir şişe tasarımı daha var, biraz daha geçmişten. Öyle ki şişeyi yeniden görür görmez ürünü almama sebep oldu geçenlerde. Şimdilerde pek yaşanmayan türden bir misafir ağırlama ritüelinin olmazsa olmazı kolonyalardan bahsediyorum. Bilirsiniz, misafir terlikleri giymiş büyükler, örtüleri yeni kaldırılmış salon koltuklarına sıra ile dizilmişlerdir ve sonrasında yapılacak türlü ikramdan önce, evin “genellikle” çocuklarına, “hadi misafirlerimize bir kolonya tutuver “ der evin annesi… Ve siz başlarsınız sıra ile dökmeye: Eller yan yana kavuşturulmuş, hafifçe öne doğru uzanmıştır. Çok geçmeden odayı ağırca bir koku sarar, siz ilk fırsatta içeri kaçmak istersiniz!..
(Bilmeyenler için not: İlk olarak Köln’de üretilen kolonya, ismini buradan alıyor. 19. yüzyılda Fransa’da üretilmeye başlansa da Fransızlar orjinal yerine atıfla bu ürünlerini “Eau du Cologne” olarak adlandırmışlar; biz de kolonya demişiz “Köln suyu”na.)
Benim görür görmez hafızama bir şimşek çakan ve otomatik olarak edindiğim şişe PeReJa markalı limon kolonyasıydı. Yıllar öncesinden bu şişenin kodunu kendi çocukluğumla öyle bir özdeşleştirmiş olmalıyım ki, görür görmez yeniden edindim; halen evimde bir şişe her zaman bekler durur, bilmem kime ikram edeceğim limon kolonyası!.. Eski misafirlikler mi kaldı?!..
Silindir formlu bu şişenin üzerinde dikey,ince girintiler çıkıntılar vardır; özel kesimli etiketinde İstanbul tasviri bulunur ve “ turistik” yazar. Marka olarak özellikleri bir yana, bu şişeyi özel yapanın tasarımındaki oranlar olduğunu (silindirin boyutları) düşünmüşümdür hep.
Sonraları bu şişeyi sosyal medyada paylaştığımda, arkadaşlarım diğer markaları da sıraladılar ve hatırladım. Kendi şişelerini bu tasarıma benzetmeye çalışanlar vardı; form olarak olmasa da etiket olarak aynı tasarımı kullananlar da. Şişe kendi sektöründe öyle bir kült olmalı ki; 2008 yılında Garanti Bankası, “Bayram Kredisi”ni bu kolonya şişesinde özneleştiriyor.
PeReJa markasının inişli çıkışlı hikayesini internetten araştırıp bulabilirsiniz; firmanın kendi web sitesinde de açılış günlerine dair Nazmiye-Süleyman Demirel çiftinin bolca göründüğü fotoğraflar eşliğinde tarihçesi anlatılıyor. Özer Çiller’li İstanbul Bankası’na olan borçları ile birlikte Ziraat Bankası’na devredilen Has Ailesi’nin sahibi olduğu firma, ilk olarak 1975 yılında üretiyor PeReJa’yı. Şişe tasarımına ilişkin pek bir kaynak yok ve firmadan edidiğim bilgiye göre bu şişe o dönemde Fransa’dan getirtilmiş olabilir. Türkiye’deki en öncü ve köklü cam üreticisinin kayıtlarına bakmak gerek, var ise orada vardır elbet. Bir rivayete göre Müjde Ar’ı meşhur eden reklamların da PeReJa olduğu yazıyor bir kaç yerde. Bu reklamı burada size link verebilmek için çok aradım ancak bulamadım.
Kuponla Bahar Dalı
80’li yıllara geldiğimizde ister satın alınarak, isterse kupon kupon biriktirilerek olsun tüm orta halli halkımızın evinde – eğer porselen değil ise - tek bir yemek takımı vardı: Bahar Dalı. Prof. Dr. Önder Küçükerman tarafından Paşabahçe için tasarlanan bu tasarım, ilk kez gerçekleştirilen kalıplı bir cam imalatı olarak da sanayi tarihimizde önemli yer tutar. Ürünün belki estetiği de beğenilmiştir ama kuşkusuz yaygınlaşmasındaki asıl etken belli bir çizgi üstü estetiğin son derece ulaşılabilir bir ekonomi ile sunulmasıydı. Bu nedenle bu takımlar çok sayıda evde yerini aldı. Şimdilerde evlerde değilse ikinci el satış noktalarında bulunabilen bu eşyalar, eğer yeniden üretilmez ise; kırıldıkça yok olacak.
Eşya, toplumsal belleğe referans veren özelliği ile zamanın eşlikçisi işte. Henüz bir asrı bile doldurmamış kısacık Cumhuriyet tarihimizin sanayi-üretim tarihi limitli. 1980 sonrası ithal ürünler pazara girinceye kadar, bu limitli süreçte üretilen bir kaç çeşit ürün, tüm ülkede satışa sunuluyor ve böylece hepimizin kültürel yaşantısında yerini alıyor. Örnekler vitrifiye ürünlerden halılara, battaniyelerden Sümerbank kumaşlarına kadar uzanabilir. Bu ürünlerin tümü, ve geçmişten gelen kültürel mirasa ait daha fazlası, toplum olarak ortaklığımızı oluşturan hoş anılar. Bizi geçmişe götüren, zaman algımıza dokunan varlıklar.
Günümüzde “eşya” nın üretimi de tüketimi de arttı. Zaman bu nedenle hepimize daha “hızlı” akmakta gibi geliyor. Geçmiş zaman bizi iki üç nesne etrafındaki anılarla yoğururken; bugün modanın sezonu yılda –en az– iki kez; değişiyor. Teknolojik ürünler 6 ayda bir “yeni”leniyor. Mobilya, aydınlatma, beyaz eşya ve küçük ev aletleri gibi sektörlerde her yıl sezonluk yeni ürünler piyasaya sürülüyor.
Bu hız içerisinde, eşya üzerinden toplumsal belleğe dokunabilmenin en gerekli unusurlarından biri belki artık eskisinden daha fazla nesnenin “tasarım” özellikleri olabilir.