20 Ekim 2019
Bir gün kalkıp da insan olmaktan, insan gibi davranmaktan vazgeçtiğimi, başka bir canlıya dönüşmek istediğimi söylesem hepiniz bana deli dersiniz.
Bırakın böyle radikal bir girişimi, ayaklarım rahat etsin diye bir süredir giydiğim tüylü terliklere bile sosyal medyadan görüp burun kıvıranlarınız var biliyorum!
Düşünce kalıplarımız, başkalarının ne giydiğini, ne taktığını, nasıl göründüğünü yargılamamıza sebep oluyor. Nesnellik beynimizde imgelerle eşleşip imajlar yaratıyor. Bir davette örneğin, davetlilerin büyük bir kısmı o anın keyfini çıkarmaktansa içinde bulunduğu fiziksel mekanı, davetin şeklini, insanların giyim kuşamlarını eleştirmekle meşguldür.
Bunu arkadaş ortamlarında, ya da o çok özel insanla çıkılan romantik akşam yemeklerinde bile yapanlarımız var. Bu yaklaşım, diğer yandan mekanın tasarım unsurlarına olan düşkünlüğümüz, davetin organizasyon akışının tasarlanması konusundaki üst düzey beklentilerimiz, moda tasarımına olan hassasiyetimiz olarak düşünüldüğünde, aslında epey keyif verici olabilir; ne var ki içimdeki ses bunun tasarıma olan ilgimiz değil de, daha çok bir yaratıcı özgüven eksikliği sonucu olduğunu söylüyor.
Sözgelimi giyim kuşamı ele alalım. Yaratıcı bir kişi modayı takip etmez, kendi sezgilerine, ihtiyaçlarına ve imkanlarına göre giyinir; giyim onun için bir sosyal statü unsuru değildir. Kendi modasını kendisi yaratır; üstelik moda yaratmak gibi bir derdi de yoktur. Bu çerçeveden bakıldığında örneğin bir ödül törenine hırka ile de katılabilir; böyle kişiyi herhangi bir davette yırtık veya üstü boyalı bir t-shirt ile de görebilirsiniz. İçinden öyle gelmiştir; belki de düşünmemiştir bile. Ne var ki sosyal yapı ve dayattığı kalıplar bu tavrı hemen bastırmak ister. Sistem, düşünce yapısı bakımından muhafazakar iklimlerde bu kimseyi belli ortamlara kabul ettirmek için kendine benzetir. Sonuçta ödül töreninde sırf kendisi olmayı tercih ettiği için hırka ile gördüğünüz kimseyi daha sonra, bir moda dergisi sayfalarında Armani takım elbisesi içinde göreceksiniz kuşkusuz. Bu sosyal baskı, şort giyeni de, renkli giyineni de, saçını farklı renkte boyayanı da, bedeni dövmelerle kaplı olanı da, küpe ve takı takan erkeği veya frapan giyinmeyi seven kadını da tuhaf karşılar günün sonunda. Bu alanlarda çok büyük bir değişime ve anlayışa kavuştuğumuzu düşünebiliriz geçmişe göre; ancak durumun toplumsal bakımdan hiç de öyle olmadığı, bu ülkenin sınırlarından dışarı çıktığımız anda ilk fark edilendir.
İfade özgürlüğü yalnızca basın mensuplarının ve düşünürlerin değil; yaratıcı endüstri emekçilerinin de önemli bir konusudur ve ülkemizde sorunsal bir hal almıştır.
Yurt dışından gelen bir dostum, çok yoğun bir galeri açılış haftasında oradan oraya koştururken bana neden tüm karşılaştığı kadınların hemen hemen aynı göründüğünü sormuştu; çok da önemsemediğim bu stereotipe o anda dikkat ettim: Saçlar, yüz estetiği ile giyinilmiş yeni ifadeler, takılar, elbiseler, ayakkabı ve çanta seçimleri nerede ise aynı estetik çizgide ve eş değerdi. Bu tarz, muhtemelen moda mecralarının son dönemde hepimize sunduğu en son eğilimleri içeriyordu. İlginç olan sistemin diğer bireyleri de bu kalıpları hemen alır, benimser ve bu kalıpların dışındaki insanlara farklı bir davranış şekli benimseyebilir. Özellikle servis sektöründe buna sıkça rastlayabiliriz. Valeniz arabanıza göre, garsonunuz giyiminize göre, güvenlik görevlisi saç tıraşınıza göre davranabilir ve siz bunu kabullenirsiniz. Nesneler onların da beyninde imajlar yaratmıştır ve bu imaj bir anda sizin sosyal statünüz oluverir. Alain de Botton, Statü Korkusu isimli kitabında şöyle diyor:
"Başkalarının ilgisi bizim için önemlidir, çünkü kendi değerimizle ilgili doğuştan gelen bir belirsizlikten içindeyizdir; bunun sonucunda başkalarının değerlendirmelerinin nasıl gördüğümüzde belirleyici bir rol oynamasına izin verme eğilimi gösteririz. Kimlik duygumuz, arasında yaşadığımız insanların yargıları tarafından esir alınır."
Hayatlarımıza i-uzantısı içeren ürün ev kampanyalarla giren (I am/Ben) benmerkezci eğilim, gelişen teknoloji ve nihayetinde sosyal medyanın yarattığı egemen kültür, kendimizi, tercihlerimizi ve ifade özgürlüklerimizin önemini fark etmemizi sağladı. Ülkemizde ve dünyamızda ortaya çıkan ve mantar gibi çoğalan, sıcacık ortamlı, insanların fiziki görünümlerine göre bir muameleye tabi tutulmadığı yeni nesil kahve dükkanlarının sihiri buradadır. Kendini özgürce ifade etmek isteyen yaratıcı ve genç insanlar burada kümelenirler. Sistemin dayattığı doğrulara tepki ve alternatif olarak kendi sosyal statülerini bu tür ortamlarda sergilerler.
Tıpkı eski çağlardan beri sanatçıların kümelendiği bohem mahalleler gibi. Kentlerin bu tür bölgelerine New York, Londra ve Hong Kong'da bildiğiniz gibi SoHo deniyor. New York'ta Manhahattan'ın güneyinde kalan kısım "South of Houston Street", 1969 yılından itibaren sanatçı ve yaratıcı kesimin buraya yerleşmesi ile SoHo kısaltması ile anılmaya başlanıyor. Bu kısaltmanın ardında, ise Londra kentinin SoHo mahallesi olduğu biliniyor; Londra'nın 1630 yılından bu yana bilinir olan SoHo mahallesi, ilk zamanlarında avcıların avlandıkları bir bölge ve 1300'lerdeki avlanma ritüelleri sırasında avcıların avlanacakları hayvanların ve diğer avcıların dikkatlerini çekmek üzere çıkardıkları bir tür seslenmeden ismini alıyor: "So hooo!"
Sonraları West End ile birleşen bu bölge endüstriyel yapılarla dolmuş; ardından da terk edilen endüstriyel binalar yaratıcı kesim tarafından daha ekonomik ve orijinal oldukları için tercih edilerek, burada sistem dayatmalarından uzakta rahat ve özgür bir yaşama alanı oluşturulmuş. Yaratıcı insan, sadece giyimini değil; kendi yaşam biçimini de belirliyor; hayata dair sorgulayıcı yaklaşımı, onun kendisine sunulanla yetinmemesine ve kendi ekosistemini yaratmasına sebep oluyor.
Beynimizdeki kalıplara geri dönelim. Bir ortamda yaratıcılığın, ifade özgürlüğünün artması beraberinde insanları, olayları oldukları gibi kabul etmemizi, farklılıkları eleştirmek yerine çeşitliliğe ilgi duymamızı, şekilciliği benimsemek yerine öz, düşünce, davranış ve iletişim ile ilgili olmamızı sağlar. Bunların tümü çok ama çok önemlidir. Pek çok sosyal sorunun temelini oldukça olumlu yönde etkileyecek bir düşünme biçimidir burada bahsettiğim aslında.
İnsanı diğerlerinden ayıran en önemli özelliğinin düşünebilen ve iletişim kurabilen bir canlı türü olması diyoruz hep. Kimileri bu iletişim konusundaki açıklarını ve özgüven eksikliğini işte bu kılıflar ile sağlamaya çalışır. Son model bir arabanın, en moda giysinin bize diğer insanlarla iletişim kurmak yönünde, iletişim kurmasak bile onların dikkatini çekebilmek üzere fayda sağladığı kesindir. Bu iletişimin oldukça geçici ve yüzeysel olduğunu bildiğimiz halde hepimiz bu döngünün içinde bir şekilde yer alırız. Tüketim kültürü de bizi sürekli bu döngü içinde kalmaya motive eder.
Oysa asıl iletişim, ciddi bir empatik duyarlılık ve deneyim gerektirmiyor mu?
Bir gün bir tasarımcının bir süreliğine insan olmaktan vazgeçmek istemesinin temelindeki en itici güç, sanıyorum bu iletişim kurma ve insan dışındaki canlıları daha iyi anlamak yönündeki merakı olmuştur.
Bu tasarımcı, Thomas Thwaites ve Thomas, bir gün insanlığını unutmak isteyerek keçi olmaya karar verdi.
Sunduğu andan itibaren ilgi ile izlediğim bu projesini kendisinden bizzat dinleme olanağını ise İzmir'de, Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı Akdeniz Akademisi'nin düzenlediği"İyi tasarım İzmir" etkinliğinde buldum. Buraya not düşmeliyim: İzmir ve tasarım hakkında gelecek hafta sizlere izlenimlerimi aktarmak üzere pek çok not tuttum.
Thomas'ın sunduğu en önemli projelerinden bir diğeri olan Tost Makinesi'ni 2012 yılında İstanbul'da sergilemiş; izleyici ile buluşturmuştuk. Bu ilginç tasarımcıyı, tost makinesinden daha da ilginç olan projesi ile İzmir'de bulmak ve onunla yeniden sohbet edebilmek tahmin edebileceğiniz gibi eşsiz bir deneyim oldu; şimdi de bu buluşmadan izlenimlerini sizinle size aktarmak istiyorum.
Thomas kendisini spekülatif tasarımcı olarak tanıtan Londralı bir tasarım araştırmacısı. Hollanda'dan ünü ve başarıları dünyaya yayılan Eindhoven Üniversitesinde ders veren bir akademisyen. İngiltere Fiziki Bilimler Araştırma Komisyonunun bir üyesi. Princeton Üniversitesi yayınlarından basılan kitabı The Toaster Project sonrasında The Guardian'dan New Yorker'a kadar pek çok mecranın eleştirmenlerince alkışlanmış bir yaratıcı insan. Bu yorumlardan birinde onun için"Mühendis ruhu taşıyan özgür ruhlu sanatçı" deniyor.
Bana göre, içinde bulunduğumuz dünyada düşünme biçimlerimizi değiştirme yönünde eğer bir yaratıcı devrim ve dönüşüm içerisinde isek, Thomas da bunu sağlayan ve sayıları pek de çok olmayan öncülerden biri.
İşte bu araştırmacı bir gün insan olmaya bir süre ara verip başka bir canlıya dönüşmeye karar verdi. Keçi olmak aklında yoktu ama insanlarla konuşa konuşa bu dönüşüm deneyimini en iyi bir keçi olarak sürdürebileceğini anladı.
Bu projesini, insan olmaktan bir süre ayrılıp başka bir tür olarak tatile çıkmak olarak niteleyen tasarımcı, gerçekleştirdiği proje boyunca hem fiziksel hem de mental olarak keçi olmaya çalıştı.
Projesini hayata geçirirken tasarımcıların yanında, mühendisler, psikologlar, veterinerler, beyin cerrahları ve uzmanları, nörologlar, ortopedistler, protezciler ve çobanlarla görüşerek ortaklaşa çalışmalar yürüttü.
Üzerinde sohbet ederken, bana "inanabiliyor musun, tüm hayatını bir keçinin diz kapağındaki tek bir eklem parçasının işleyişini araştırmaya ayıran insanlar var!" diyor heyecanla. Oldukça eğlenceli bir tarzda gerçekleştirdiği sunumunda, bir çobana gidip, keçi olarak bir zaman geçireceğini ve mümkün ise ağılda birkaç gün onlarla geçirmek istediğini, onu da sürüsüyle birlikte otlamaya çıkarmasını istediğini söylediğinden bahsettiğinde elbette hepimizden bir kahkaha koptu; zira o sırada ekranda şaşkın çobanın bakışlarını fotoğraf olarak gördük.
Thomas, bu dönüşüm projesi kapsamında keçilerin nasıl davrandıklarını çalışıyor; diğer yandan dört ayak üzerinde onlar gibi dolaşabilmek üzere kendisine protez ayaklar ve eklemler tasarlıyor. Kafasına geçirdiği bir kask, yada otları sindirmek için tasarlayarak ürettiği bir suni mide de gerçekleştirdiği diğer tasarımlar arasında.
Her zaman olduğu gibi, tüm projeyi detayı ile anlatmayıp sizi inceleyebileceğiniz ilgili dökümanlar ile baş başa bırakmak istiyorum.
Projenin anlatımı için TIKLAYIN - The Man Who Lived As A Goat - They Did WHAT?
Kitaba ulaşmak için TIKLAYIN - GoatMan: How I Took a Holiday from Being Human
Thomas kritik tasarımın en üretken temsilcilerinden biri. Kuşkusuz bu projesi de kritik, hatta provokatif tasarım alanının iiyi örneklerinden birini oluşturuyor ve burada dikkat çekilmek istenen elbette komik ve çılgın bir hikaye değil sadece. Aslında sunumunda bir yerlerde, yaşamın bir hikaye anlatımı olduğuna de nazikçe değiniyor. İnsanlar olarak hikayeler üreten canlılarız ve bu hikayeleri hem kendimizi ifade etmek, sosyal ilişkiler kurmak, hem de nesiller arasında iletişim sağlamak için kullanırız.
Kritik tasarım, tasarımcıların bu bakış açısı ile hikayeler yaratmasını motive eden bir çalışma alanı.Daha önceki yazılarımda kısa kısa değinmiştim. Thomas da sunumunda bu alanın öncüleri olan Dunne and Raby manifestosunu bize hatırlatıyor: Temel olarak tasarımı problem çözümü olarak tanımlıyorsak, kritik tasarım bunu problem bulmak olarak yorumluyor. Tasarım bir süreçse, kritik tasarım araç. Tasarım çözümler öneriyorsa, kritik tasarım sorular soruyor. Tasarım endüstrinin hizmetindeyse kritik tasarım toplumsal faydanın peşinde. Tasarım geleceği şekillendiriyorsa, kritik tasarım paralel evrenleri, yaşam katmanlarını araştırıp inceliyor. Tasarım dünyayı bize göre dönüştürürken; kritik tasarım bizim dünyaya uyum sağlamak için değişmemizi esas alıyor. Tasarım daha çok satın almamızı teşvik ederken, kritik tasarım düşünmemizi amaçlıyor.
Thomas'ın da belirttiği üzere, gelecek için üç yol var: Mümkün olan gelecek, muhtemel olan gelecek ve tercih edeceğimiz gelecek. Onun gibi kritik tasarım alanında çalışanlar, daha tercih edilebilir bir geleceğin hayalini kuran ve bu yolda yaptıkları araştırmalarla farklı alanlarda düşünmemizi provoke eden kişiler.
Thomas keçi adam projesini kendi kendini yenmek üzere geliştirdiğini belirtiyor. Yaptığı tüm çalışmalara bakıldığında, her zaman imkansız olanın içerisinden deneyim üretmeye çalışan bir çizgisi olduğunu da söyleyebiliriz. Keçi adam projesinde, insanlığımızı unutmaya çalışarak aslında bizi insan yapan değerleri yeniden keşfetmek ve kendimize başka bir perspektiften bakmayı amaçlıyor.
Söyleşimizde, bunu günlük hayatımıza uyarlayabileceğimiz alanlar olarak dindar bir insan olmak, veya sağ görüşlü ya da sol görüşlü insanlar olmak üzerine de konuşuyoruz. Empati kelimesi belki daha çok psikolojik bir algı yaratıyor; diğer yandan radikal ve spekülatif yaratıcı düşünme biçimi empatik olmanın ötesinde. Söz gelimi eğer dindar bir kişi değilsek, dine olan bağlılık üzerine farklı düşünebileceğimiz bir zemin hazırlıyor. Sol görüşlüsünüz belki, sizi sol görüşlü yapan unsurlar, koşullar nelerdir? Sağ görüşlüyseniz aynı biçimde. Neden dine bu kadar bağımlısınız? Veya bir spor kulübüne olan fanatizminizi tetikleyen koşullar neler? O koşulları tamamen ortadan kaldırsaydınız ne olurdu? Farklı bir düşünme biçiminin soruları bu şekilde uzayıp gidiyor ve günlük yaşamdan siyasi görüşlere, psikolojiden sosyolojiye dek uzanıyor. Hepsi dünyayı başka bir perspektiften görmeye çalışmakla ilgili.
İster elinde hiçbir şeyi olmayan bir kişinin sıfırdan bir tost makinesi üretmeye kalkışması olsun isterse bir insan bedeninin ve beyninin bir keçiye dönüşmesi kadar imkansız bir amaç peşinde koşulsun, buradaki asıl nokta, başka bir düşünme şeklinin ve hiç akla gelmeyecek olanların da düşünce sistemimize girmesinin altının çiziliyor olması.
Sıradan ve günlük yaşantılarımızda nesneler, imgeler, moda, eğilimler, imaj, statü gibi kavramlarla donatılmış ve hakkıyla da bunların gereklerini yerine getiriyor olabiliriz. Diğer yandan yaşamlarını Thomas Thwaites gibi bu kalıpların ve yargıların dışında projeler üreten insanlar var.
Toplumsal dönüşüm öncelikle belli kişiler ve olaylar etrafında gerçekleşip kitlelere daha sonraları yayılır. Thomas'ın da içinde bulunduğumuz yaratıcı dönüşümün önemli bir temsilcisi olduğunu düşünüyorum.
Son olarak, tasarımcının yeni çalışması zararsızlık üzerine olacak. (Harmless) Zararsız derken burada üretmeye çalışacağı ürün veya sistemlerin yine imkansız olduğunu birlikte daha bugünden konuştuğumuzun da altını çizmeliyim. Bu yeni çalışması kişisel olarak çok ilgilendiğim ve zaman zaman burada da yazdığım bir konu. Tasarımın içinde bulunduğu büyük ikilem bir yandan üretimin ve tüketimin büyük bir çapta devam ediyor olması diğer tarafta ise sürekli duyarlılıklardan sürdürülebilirlikten, döngüsel ekonomi ve tasarımdan konuşuyor olmamız. Bu pratik büyük bir çelişki içinde. Thomas, zararsızlık üzerine çalışırken, bu zincir içerisinde tümü ile zararsız bir ürün, sistem veya döngü yapılabilir mi bunu araştıracak ve biliyoruz ki yine çok başarılı olamayacak.
Onun başarısı başarısızlığı ile yüceltilen, ama pek de ağır soruları sorduran projeler sunmasında.
Taksim Meydanı yarışması için gerçekleştirilen ve İBB TV’den de canlı olarak yayımlanan buluşma toplantısı kolektif tasarım adına atılabilecek en önemli ve gerçek adımlardan biriydi
Sassen’e göre yapılaşmayı nihayetinde öğrendik; çünkü doğaya ve çevremize saygılı olmamız gerektiğini, insan odaklı olmanın kaçınılmaz olduğunu acı deneyimlerle idrak ettik. Artık bunu nasıl uyguladığımız önemli
Telefonların çalışmadığı, internetin kesildiği, evimizin olmadığı, arabamıza atlayıp bir yere gidemediğimiz bir ortamda ne yapacağımıza dair bir fikrimiz var mı?
© Tüm hakları saklıdır.