24 Mart 2019

Kabuklarını kırmak isteyen meslek: İç mimarlık

Mimarşiv, İstanbul’da düzenlenen irili ufaklı etkinliklerin en yenilerinden ve önemli yanı, iç mimarlık dediğimiz alana, bu alanın temsilcilerine kucak açıyor olması. Bir tasarımcı olarak iki gün boyunca bu ortamı gayet keyifle izledim

İç mimarlar, mimarlar ve yapı sektörünü bir araya getiren Mimarşiv Selection etkinliğinin dördüncüsü geçtiğimiz günlerde geride kaldı. Hasköy İplik Fabrikası’nda ziyaret ettiğimiz o ilk edisyonundan bu yana gittikçe gelişen; tutturduğu çizgisinden sapmayan ve bana göre artık kendini ispatlamış bir etkinliği var iç mimarların…

Türkiye’de bir etkinlik yapmak çoğu kez kolaydır; zor olan bu etkinliğin sürdürülebilirliğini ve güvenilirliğini sağlamak. Özellikle tasarım, mimarlık, iç mimarlık gibi kreatif alanlara yönelik etkinliklerde sunulan içeriğin çağdaşlığı, kalitesi ve sunum biçimi de önemli. Etkinliğiniz ne kadar güçlü bir temelde oturursa otursun, içinde bulunduğunuz alanın baş aktörlerinin ilgisini çekmiyorsa; veya sırf yokluktan çekiyorsa, onları heyecanlandırmıyorsa, onları bir araya kapsayıcı bir biçimde getiremiyorsa belli bir başarıdan söz edilmemeli. Mimarşiv’in bu değerler bütününde emin adımlarla ilerlediğini söylemek mümkün.

İstanbul’un en güzel yanlarından biri son on yılda sayıları gittikçe artan bir biçimde, her geçen gün daha çok tasarım odaklı etkinliğe ev sahipliği yapması. Bundan da güzeli bu tür etkinliklerin başta İzmir olmak üzere, Antalya, Gaziantep gibi illerde de yaygınlaşması. Umuyorum Ankara da bu kervana bu sonbaharda planlanan özel bir etkinlikle merhaba diyecek.

Üniversitelerin ve sivil toplum kuruluşlarının, zaten görevlerinin ve sorumluluklarının bir parçası olarak gördüğüm etkinliklerinden söz etmiyorum tabii. Mesleki gelişimin ve kültürün varlığını hissedebildiğimiz ortamlar bağımsız kuruluşların, çeşitli insiyatiflerin, fonların veya özel şirketlerin düzenlediği kapsamlı ve buluşturucu etkinlikler daha çok.  

Mimarsın da “iç” mi “dış” mı?!.

Mimarşiv, bunların arasında İstanbul’da düzenlenen irili ufaklı etkinliklerin en yenilerinden. Bana göre önemli yanı, iç mimarlık dediğimiz alana ve bu alanın temsilcilerine kucak açıyor olması. Bunu yaparken onları birbirleriyle buluşturmakla kalmıyor, markalarla, ürünlerle, mimarlarla ve tasarımcılarla harmanlamaya gayret ediyor. Bir tasarımcı olarak iki gün boyunca bu ortamı gayet keyifle izledim.

Etkinlik kapsamındaki oturumlarda  konuşmacılardan biri olan Jale Kulin’in değindiği gibi, bundan 30 yıl önce mimarlık mesleği söz konusu olduğunda yaygın bir biçimde  karşımızdakinden şu soruyu duyardık: İç mi? Dış mı?.. Bu hepimizin şimdilerde gülüp geçtiği bir anekdottur. Benzer durumlar, örneğin benim mesleğim olan endüstri ürünleri tasarımının, 25 yıl önce bir türlü ne işe yaradığı algılanamadığından “Tasarım mühendisi misin yani?” gibi sorularla karşılaşmasından; hayatımıza İKSV sayesinde girmiş olan “bienal” kavramının belleklere yerleşme serüvenine kadar sürüyor. Ülkemizde bu branşların ve oluşturduğu kültürel hacmin “çağdaş” olarak nitelendirilebilecek hikayesi henüz en fazla 50 yıl geriye gidebiliyor. Sivil örgütlenmeler, etkinlikler, yayınlar alanında hala emekliyor olmamız bundan.

Mimarşiv oturumlarında bu gelişim sürecine, mimarların birlikte çalışma ve üretim pratiklerine, girişimciliğe, sanata, dijitale, kentsel gelişim ile mimarlık pratiğinin kesiştiği vakalara dem vuran sohbetler gerçekleşti ve bunların tümünü her defasında yüzlerce kişi dinledi. Dinleyiciler arasında çoğunluk öğrencilerdi ve bu gelecek için çok ama çok umut vericiydi.

“Cevizin iç kabuğu”

Etkinliğin bir diğer önemi ise her defasında iç mimari tasarımlara verilen Archist isimli bir ödülü olması. Bu yıl, 56 ofisten 105 projenin katıldığı bu ödülün teması “Kabuğuna Sığmayanlar” olarak belirlendi ve Atilla Kuzu tarafından bu temayı açıklayan bir de manifesto yayınlandı. Atilla burada iç içe geçmiş tasarım kavramlarını bir ceviz metaforuyla çok da keyifli aktarmış, şöyle diyor: 

“Bir tanımlama yada benzetme yaparsak, mimari cevizin kabuğu ise, iç mimari cevizin iç kabuğudur. Mimari yada iç mimari olarak bizim, projeyi herhangi bir tanımın sınırlarına mahkum etmemiz ne kadar doğru? Ya da bir projenin algısını, içeriğini, onaylanıp kabul görmesini, beğenilerimizi okşamasını ne kadar sağlayabiliriz? Beklentilerimizi ne kadar karşılayabilir? Günümüze gelene kadar mimari ve iç mimarinin geçirmiş oldukları değişim ve dönüşümler, birbirinin tam zıt fikirleri savunan manifestolarla oluşmuş akımlar, insanların ihtiyaçlarına ne kadar cevap verebildi? “

Buradan da hissedebileceğimiz gibi mimarlık ve iç mimarlık birbirinden ayrılamaz iki tasarım alanı. Bu çerçeveden bakınca kentsel tasarım ile mimarlık ve peyzaj tasarımının da ayrılmaz bir bütün olduğunu, iç mimarlık ile ürün tasarımının da kesiştiği ve birbirinden ayrı düşünülemeyecek pek çok katmanı olduğunu söyleyebiliriz. Gerçek böyle olsa bile, eğitimin doğası branşlaşma gerektirdiğinden tasarım alanlarını farklılaştırır; temel tasarım bilgisini aynı tutarken, bunun üzerine verilen programı uygulama alanlarına göre parçalayıp bölerek sunar.

Başarılı eğitim kurumları veya eğitimden bağımsız olarak “başarılı” olarak kabul gören örnekler, tasarım yaklaşımında bu duvarları ortadan kaldırabilenlerdir. Tasarımla ilgili alanlarda eğitimin niteliği ve şekli uzun süredir tartışılan bir konu ve dünyada pek çok gelenek dışı okul ortaya çıktı; çıkıyor. Eğitim sonrasında da bu parçalanmışlık devam ediyor. Sistem, yani ilgili kentsel mevzuatlar kentsel tasarımı mimarlık mesleğinden tümü ile koparmış görünüyor.

Ülkemizde mimari yapının kentle başarılı bir ilişki kurabildiği örnekleri mumla arayıp bulabiliyoruz. Mimarın tasarladığı yapıyı hayata geçirirken savaşması gereken cepheler çok fazla ve işi zor. Hem işverenin para akıttığı yatırımına bakış açısı ve cüzdanının ne kadar dolu olduğu, hem de o yapının konumlanacağı yerin yasalarla belirlenmiş sınırları arasında mimar kişi, kendini ifade edebileceği yolları arayıp bulmak, özgün tasarım yaklaşımını sunarken de tüm taraflar arasında bir denge oluşturabilmek durumunda.

“Cevizin kabuğu”nu dikkatli kırmak! 

Gürümüzde inşa edilen yapıların teknolojik karmaşıklığı nedeniyle, tek bir mimar veya tasarımcının modern bir yapıyı oluşturan bileşenlerin tümünde uzman olması pek de mümkün değil. Bu nedenle ideal bir dünyada yapı ortaya çıktıktan sonra mimar yapıyı iç mimarlık mesleğine teslim etmeli. Bu kez iç mimar burada  kendini ifade etmenin yollarını arayıp bulacak. Bunu yaparken mimarın ortaya koyduğu malzeme ve estetik yaklaşımı ne derece dikkate alacak? İç kabuğu ne denli başarılı bir biçimde dış kabuğa entegre edecek? Tüm bu bağlamlar içinde ne kadar özgün olabilecek?

Manifestonun devamında, özgünlük ve kimlik yaratmak gibi önemli meleselere de dikkat çekiliyor. İşverenin aslında özgün olan tasarımları tercih etmek yerine, kimi zaman yurt dışında görülen bir tasarımın birebir aynısına yönelmesine sitem ediliyor ve pek çok soru soruluyor. “ Peki biz ne yapabiliriz“ deniyor. Archist’in bu yılki manifestosu tüm bu sorulara şu yaklaşımı getiriyor; yine Kuzu’nun kendi kelimeleri ile aktarıyorum: 

“…cevizin kabuğunu nasıl kıracağımız sorusuna cevap vermek gerekiyor. Bunu ancak düşünce yapımızı sınırlandırmadan, belli koşullanmışlıklardan kurtularak yapmamız gerektiğini sanıyorum. Cevizin içinin esas ürün olduğunu düşünecek olursak, kabuğunu kırarken çok fazla kuvvet uygulamanın içindeki ürüne de zarar vereceğini unutmamalı. Her şeyde geçerli olduğu gibi bunu yaparken de denge kurmalıyız.

Çağdaş dünya, tasarım alanında iyi takım kurmayı, başarılı takım çalışmaları gerçekleştirebilmeyi gerektiriyor. Üstelik bu takımlarda artık sadece mimar, iç mimar ve tasarımcı da bulunmuyor; ortaya çıkacak işin gereksinimlerine göre bu takımlara kendi alanlarında uzman olan profesyoneller davet ediliyor. Takımı oluşturan birçok uzmanın birbirleriyle iletişim kurabilmesi ve ortak hedeflerini gerçekleştirebilecek yeterli temel bilgiye sahip olmaları önemli. İç mimarlar kimi kez bu takımların koordinasyonunu üstlenirken, tasarımın daha yakından ölçeklendirilmiş yönleri ile ilgileniyor. Mekandaki estetik, işlevsel ve psikolojik bütünlüğü oluşturan, mekanların bireysel karakterlerini tanımlayan bir mesaiye imza atıyorlar.

Takdir görmeyen dekoratörler

Mesleki uzmanlıkların ortadan kalkmadığı, ama aralarındaki duvarların kaldırıldığı, birlikte çalışma kültürünün değişen gelişen dünya şartları ile biraz da zorunlulukla yaygınlaştığı bir ortam günümüzdeki. Yine de iç mimarlar arasında yaygın bir biçimde takdir görmeyen bir gurup var: Dekoratörler !

Mimarşiv  esnasında çok da fazla irdelenmeden, değinilen konulardan biri de  buydu. Daha önceki yazılarımda da değindiğim üzere, herkesin tasarımcı, her şeyin tasarım olarak algılandığı kendine has bir coğrafyada yaşıyoruz. Ortaya çıkarılan her işi, ne olduğunu irdelemeden, konumlamadan sırf ortaya çıkarıldığı için alkışlayabiliyoruz. Bu, bilgisizlikten, meraksızlıktan ve araştırmaya olan ilgisizlikten kaynaklanıyor.

Tasarımın her alanında karşılaşabildiğimiz bu adaletsizlik, iç mimarlık mesleğini de etkiliyor ve dekoratörlük ile arasında da bir algı karmaşası yaratıyor, oysa yurt dışında keskin bir bilinç ile ayrılmış durumda bu iki tanım. İç mimar, öncelikle ilgili alanda temel eğitimi almış, sayısal olarak bir iç hacmi tasarlayan, buna dair iş programını planlayan, ilgili seçimlerin tümünü gerçekleştiren ve tüm işi koordine eden kişidir. Dekoratörden ise bir mekanın tümüyle tasarlanmasını, projelendirilip planlanmasını beklemek pek doğru olmaz. 

İnsanlar mağaralardaki yaşamlarından bugüne dek  içinde bulundukları mekanları düzenliyorlar.  Göçmenlerin çadırlarından, antik Mısır uygarlıklarının mezar evlerine, Roma ve Yunan kentlerinin görkemli yaşam alanlarına dek bu donatıların tümü bir iç dekorasyon olarak nitelendirilebilir.

Tarihteki yapının inşasından 18’inci yüzyılın sonlarına dek iç alanların da düzenlenmesi işi,  öncelikle yapıyı yapan mimarın bir sorumluluğu olarak görülür; mimarlar bu düzenleme için  mermer ustaları, vitray ve cam sanatçıları, tekstil üreticileriyle birlikte çalışırlardı. İnsanın zenginliği ya da kendini belli bir statüde gösterme ihtiyacı arttıkça, yaşadığı mekanları donatma arzusu da paralel olarak gelişti. Zamanla mobilya veya döşeme  hizmeti veren kişiler veya firmalar, mekanın tüm donatısından sorumlu hale geldiler ve dekoratörlük gittikçe yaygınlaşan bir kavram oldu. Bu nedenle özellikle hala dünyanın geri kalanında dekoratör dendiğinde akla gelen kişi, mekâna dair çoğunlukla kumaş, duvar kağıdı, sanat eserleri ve aksesuarların seçimini gerçekleştiren estetik zevk sahibi kişidir.  

Dekoratörler iç mimarlık mesleğinin kapsama alanında tasarım yapabilecek, bunları projelendirerek planlayabilecek altyapı ve eğitime sahip değillerdir. Bir iç mimar ise, kendi tercihleri doğrultusunda ve  projesinin gereksinimlerine göre bir mekan tasarımını sadece yapısal ve işlevsel olarak tasarlamanın ötesinde eğer arzu ederse en ince detayına kadar düşünülmüş bir yaşam alanı ortaya çıkarabilir. 19’uncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan teknolojik gelişmeler, yaşam standartları ve artan ihtiyaçlar, iç mimarlık branşını zorunlu kılmış ve ilgili eğitim programları oluşturulmuş. Dünyada kimse ülkemizdeki gibi gerekli eğitimleri almadan kendine iç mimar demiyor; dese bile kimse onlara iş komisyon etmiyor.

Mimarşiv, sınırlardan kurtulmaya bir çağrı

Geride bıraktığımız Mimarşiv, sınırları zorlamaya, kendi kimliğimizi bulup bunu ifade edebilmenin yollarını aramaya, bunu yaparken de sınırlardan duvarlardan kurtulup bir araya gelmeye yapılan bir çağrı. Koşullanmalardan kurtulalım çağrısı yapılırken temel tasarım alanında eğitim almış meslek branşları arasındaki buzların eridiğini görebiliyoruz ancak eğitim ile eğitimsizlik arasındaki farkı ayırt edebilmenin, adaletli değerlendirmelerde bulunabilmenin önemine toplam kalite hedefi adına hemen hemen herkes tarafından vurgu yapılmaya devam ediliyor.

Archist ödülü ile Mimarşiv’in bu yıl bizlere gönderdiği mesaj, bu günlerde en çok da ihtiyacımız olan konulara değiniyor aslında ve bu sadece tasarım alanları için geçerliği olmayıp, toplam yaşam değerlerimize nüfuz edecek biçimde kabuğunu kırabilir! Yapıcı olmak, nitelikli ve özgün olmak, birlik olmak, kabuklardan kurtulup özgür düşünmek, düşüncelerimizin arkasında durmak ve onlar için savaşmak... 

Bu değerler doğrultusunda, etkinlik jurisinin ödüle layık gördüğü ve yine Atilla Kuzu tarafından tasarlanmış son derece güzel bir ödül heykelciği ile ofisler ve projelerini size sunarak yazımı sonlandırıyorum. Bu projelere bir göz atın ve onları oluşturan değerli mimar, iç mimar ve tasarımcıları iyi tanıyın:

-Ticari Konaklama Alanı - Arif Özden (Nish Palas İstanbul, The Unbound Collection by Hyatt) -Eğitim ve Kültür Alanı - Modern Mimalar (İKÜ Basın Ekspres Yerleşkesi İİB ve Eğitim Fak.) -Yaşam Alanı - So? (Sınırdaki Barınak) -Alışveriş Alanı - Urastudio (Maslak Mudo Concept) -Konsept Projeler - I-am (Skyland Sanat Merkezi) -Çalışma Alanı - Jeyan Ülkü (Luxottica Group HQ İzmir) -Home Art Dergisi Özel Ödülü - thaCATwork + Rhizome Architects (proje adı: A602)

Yazarın Diğer Yazıları

Kavuşturan tasarım

Taksim Meydanı yarışması için gerçekleştirilen ve İBB TV’den de canlı olarak yayımlanan buluşma toplantısı kolektif tasarım adına atılabilecek en önemli ve gerçek adımlardan biriydi

İstanbul'dan Saskia Sassen ve Richard Sennett geçti

Sassen’e göre yapılaşmayı nihayetinde öğrendik; çünkü doğaya ve çevremize saygılı olmamız gerektiğini, insan odaklı olmanın kaçınılmaz olduğunu acı deneyimlerle idrak ettik. Artık bunu nasıl uyguladığımız önemli

Doğal afetler için tasarım

Telefonların çalışmadığı, internetin kesildiği, evimizin olmadığı, arabamıza atlayıp bir yere gidemediğimiz bir ortamda ne yapacağımıza dair bir fikrimiz var mı?

"
"