Eğer ilk sanat eserleri mağara resimleri ise, ilk tasarlanmış nesneler için de avcı toplayıcı insanların1.5 milyon yıl önce oluşturdukları ürünleri kapsayan ilkel el aletleriydi diyebiliriz. Nihayet iki ayağı üzerinde durabilen insan ırkının, avlanarak karnını doyurmak, çeşitli bitki köklerine ulaşmak için toprağı kazmak, kendini tehlikelere karşı savunmak gibi çeşitlenen primer ihtiyaçları vardı ve beyni, bu problemlerin çözümü için çevresinde bulduğu kaynakları belirli bir amaç ile şekillendirmesini söyledi; o da sırasıyla sıradan taşları, sonraları mineralleri, fil dişlerini ve keşfettiği tüm diğer malzemeleri kullanarak çeşitli aletleri tasarladı ve üretti. Arkeolojide bu dönemlerin aletlerinin, malzemelerinin ve üretim teknolojilerinin tümüne litik endüstri / litik teknoloji deniyor.
Litik endüstriye ait el aletleri ( journal plos )
Ürettiği aletler ve geliştirdiği teknolojiler ile aslında masum dürtülerle başladığı yolculuğunda, zamanla yaşadığı doğal çevreye zararlı hale gelen insanın hikayesi de böylece başlıyor. Hayatta kalma ve yaşamını sürdürme iç güdüleri ile gerçekleştirilen üretimden, sanayide rekabet sağlamak için üretime geçiş arasında da milyonlarca yıl var.
İlk endüstri ürünleri tasarımının 19.yy da gerçekleştiği belgeleniyor. Tümü 1800 lü yıllarda üretilmiş olan nesnelerden, kimilerine göre hayranı olduğum Christopher Dresser’ın ikonik çay takımları ilk endüsri ürünleri tasarımı iken, kendisi kabul etmese de Joseph Claude Sinel de ilk endüstriyel tasarımcı olarak anılan isimler arasında (1919 ). Farklı coğrafyalarda farklı öncülerin öne çıkması doğal; ilkler kim olursa olsun, insanlık geliştikçe ortak akıl, sanayinin seri üretimi ile tasarımcıyı birleştiriyor.1800’lerde endüstrinin icata ve inovasyona dayalı kontrolsüz ve makineci üretimi, bu tasarımcı dokunuşu ile şekillendikçe insanın bir ürüne sahip olma sebebi gereksinimden keyife doğru hızlı bir kayma yaşıyor; sonrası hepimizin bildiği tüketim çılgınlığı !
İhtiyaçtan keyife evrilen tasarım- Christopher Dresser.
Bu keyfiyet, ürünlerin hayatı kolaylaştırdığı, zaman kazandırdığı gibi kalıpları aşılayan reklamlarla başlayan pompalamalarla hayatlarımıza nüfuz etti. Daha sonraları nesne salt bir statü sembolü haline geldi; günümüzde kültürler arası geçişler daha toleranslı algılar yaratsa da, üzerimize giydiğimiz giysi, kullandığımız araba, evimizin tasarımı, eşyaları, takıp takıştırdıklarımız, teknolojik aletlerimiz hala sınıf belirleyici bir unsur olarak tüketim biçimlerimizi yönlendiriyor.
Ürünlerin satışı ve üretimin artması için temel gereksinimlerimizin yanında duygularımızı da çeşit çeşit paket kağıtları ile sarmaladık: Aşktan uzaklaştıkça, eşyaları arzu nesnesi yaptık, tutku dedik onlara. Mutluluk ancak eşyalara, evlere sahip olduğumuzda ulaşabileceğimiz bir lüks ütopyası iken, daha sonraları düpedüz hakkımız olan bir ihtiyaç oldu. 1980 ‘lerde Madonna, ‘ I am a material girl / ben materyalist bir kızım ” diye tutturuyordu nakaratını. Mutlu hissetmeye hepimizin ihtiyacı vardı ve bunun için eğer daha çok eşyamız olması gerkiyorsa, olsundu ! Kendimizi gerektiğinde şımartmazsak bu hayatın sırtımıza yüklediği olumsuzlukları nasıl göğüsleyebilirdik?
Madonna / Material-girl
20.yy‘ın sonuna dek, bacası tüten fabrikalar endüstriyel gelişimin öncüsü, tasarım da rekabet dolu piyasada üstünlük sağlayan mucizevi bir anahtardı. Dönyadaki evrensel değerler 21.yy ile birlikte büyük değişim iklimine girdi belki ama hala tüketicinin davranışları ve tasarımın pek çok alanı için yukarıda sıraladığım anlayış geçerlliiği koruyor.
Mesela, beyaz eşyalar önce daha “lüks” görünmek için siyah, sonra daha “özgür” hissetirmek için rengarenk, sonra daha “ayrıcalıklı” olabilmemiz için bir modacının özgün desenleri ile bezenmiş olarak, veya sırf yeni kurulmuş bir fabrikanın üretimine destek sağlamak için hiç gereği yokken karbonfiber levha ile kaplı (!) hale geliveriyor. Bütün bunlar olurken normalde mavi ve lacivert yansıyan atmosfer de yeşile, berrak nehirler pas rengine, yeşil ormanlar çöl rengine dönüşüyor.
Smeg için Dolce Gabbana desenleri
Biz eşyaları tükettikçe, ozon tabakasındaki delik büyüyor, sular kirleniyor, suda yaşayan canlılar yok oluyor; oksijen kaynaklarımız tükenirken evrenin iklim dengesi temelden sarsılıyor. Tasarım ve tasarımcı yüz yıldır tüm bu üretim çarkının ayrılmaz bir parçası oldu. İnsanın fiziki çevresini şekillendiren önemli bir karar verici konumuna yükselen tasarım mesleği, Viktor Papanek ‘in kült kitabı “ Design for the Real World / gerçek bir dünya için tasarım“ da manifestolaştırdığı üzere, dünya için tehlikeli mesleklerden biri olarak anıldı. Evet tasarım ve tasarımcı sayısız noktada masumiyetini yitirdi.
21.yy’ın başında, tasarımcılar üretim pratiklerine, ortaya çıkardıkları ürünlerin çevreye olan etkilerine karşı sorumluluk duymaya başladılar. Dünyanın önde gelen üniversitelerinin başını çektiği bir hareket ile öğrencilerden başlayarak, yeni dünya düzeninin gereksinimleri ışığında tasarım avantajını rekabet için kullanmak yerine “iyi olan “ için kullanmayı teşvik ettiler. Bu hareketlerin tümünde krizler ile ortaya çıkan üretim ve kaynak darboğazları ile birlikte doğanın korunmasına yönelik olarak artan toplumsal bilinç etkili oldu ve tasarımcılar sosyal tasarımı icat etti. Peki ama nedir bu sosyal tasarım?
İlk duyduğum yıllarda epey dalga geçtiğim ve tepki gösterdiğim “ insan odaklı tasarım “ insan için tasarım” gibi çeşitli mottolarla giderek yaygınlaşan sosyal tasarım özünde, yaratıcı düşüncenin dünyanın ve insanlığın iyiliği için fikirler, sistemler, ürünler tasarlamasını sağlayan bir yeni alan .Toplum üzerinde pozitif etki yaratmayı amaçladığından adına “sosyal” deniyor.
Finlandiyalı akademisyen Prof. Micheal Hardt,” Tasarımcılar suçlu mu kurban mı? sorusuna “ Hangisi olursa olsun, eğer sorunu biz tasarladıysak, burdan çıkış yolunu da biz buluruz “ şeklinde cevap veriyordu 2005 yılında. Etik, 2000 lerin başında tasarım işinin tam orta yerine yerleşiverdi.
Bu tarihten günümüze kadar geçen yaklaşık 20 yıl boyunca tasarımcılar örneğin atık malzemelerin değerlendirilmesi için büyük çaba sarf ediyorlar. Geri dönüştürülmüş ve çöp malzemeden yapılmış pek çok yeni tasarım ortaya çıkıyor. Tasarımlarda kullanılacak malzeme seçiminin daha baştan çevreye duyarlı olmasına karar veren pek çok tasarımcı ve işletme var. Tasarım bu bağlamda yüksek işsizlik oranları, eğitim hayatının kesilmesi, obezite, kültürler arası gerilim,göç, fırsat eşitsizliği, kentsel yaşam sorunları, kırsal kalkınma, iklim değişimi gibi konularla ilgilenen , bunlar için ürün ve hizmet üreten bir alan artık. ( Ernst – Tromp / 2013 )
Sosyal konulara karşı duyarlı olan ve sosyal inovasyonu hedefleyen tasarım algısı ile ilgili “ insan odaklı “ tanımlamalarını komik bulmamın nedeni, pek çok tasarım kritiğinin de belirttiği gibi: tasarımın zaten tanımı gereği insan odaklı yani sosyal olması idi. ( Paola Antonelli / 2013 ). Sosyal tasarım hareketi ile tasarım aslında özüne dönüyor ve kendini aklıyor. 19.yy ın öncü figürlerinden sosyalist tasarımcı ve şair William Morris‘in savunduğu üzere üretim sosyal toplumun gelişmesi için gereksinim ve tasarım da bunun aracı değil miydi ?
Sosyalist tasarımcı William Morris tasarımı duvar kağıdı
Sosyal tasarım ve sosyal inovasyon günümüzün gözde kavramlarından. Iyi üniversitelerin lisans ve yüksek lisans dereceleri verdiği; tasarımcı gençlerin duyarlılığını sağlayan bir alan. Takım çalışmasını, iyi iletişimi, toplumun farklı kesimlerine karşı empatiyi yücelten bir bakış açısı. Ne varki kimi akademisyenlerle aynı görüşü paylaşarak, aslında bir tür minareye giydirilen kılıf olduğunu düşünmeden edemiyorum ! bir tür konumlama çalışması da olmalı. Üretimin ve tüketimin kısıtlandığı yeni dünya düzeninde tasarımcı kendisini bu kadar iyi konumlamasaydı hayatını da geçmişte olduğu standartlarda kazanamayacaktı; bu şartlar hala iyileşmediği gibi gittikçe de zorlaşıyor tasarımcılar için.. Oysa şimdi, uğraştıkları konuları ve yeteneklerini sosyal alanlara kaydıran meslek sahipleri böylece, düşünme biçimlerini kuruluşlara pazarlayabiliyor, yaratıcılıklarını inovasyonu tetikleyen bir motivasyon faktörü olarak işletebiliyor, farklı kimlikleri ile şirketlerde CEO larla birlikte en üst kademede DEO ( design executive officer ) olarak yer alabiliyor.
Bu akademi programlarının da verimliliği tartışılabilir. Buralarda çoğunlukla plastik ve tekstil endüstrisi olmak üzere atıklar, iklim sorunları gibi problemlere odaklanıyor. Ortaya çıkarılan projeler ne ederece sürdürülebilir? Işletmeler ne kadar ikna edilebiliyor? Bu gençler romantik idealleri peşinde bir kaç yıl koşturduktan sonra egemen sistemler altında yeniden sorunlu üretim çarkının bir parçası mı oluyorlar? Sosyal tasarım alanındaki akademi programları problemleri tanımlamakta güçlük çekiyor olabilir; karşılaştığım sayısız örnek sorunları baştan engellemek yerine ortaa çıkan sorunları süpürüp ortalığı temizlemek, güzelleştirmek üzere düşünülmüş işler ve bunlar arasında bazıları varki insanın kanını dondurur biçimde duyarsız ( özellikle göçmen sorununun bu çerçevede projelere ve sergilere malzeme edinilmesinden bir hayli rahatsızlık duyduğumu belirtmeliyim )
Bir projeyi örnek vermem gerekirse, açık fonlama ile kendine 30 milyon dolarlık kaynak bulan “The Ocean Cleanup” gibi derinliksiz bir projeyi vermeliyim. Pasifik okyanusundaki plastik atıkları temizlemeyi hedefleyen bu insiyatifin kuruluşu, 20 yaşındaki bir girişimcinin dev bariyerlerden oluşan tasarımının 2015 yılında “ yılın tasarımı “ ödülüne layık görülmesine dayanıyor. Bu proje 50’şer km uzunluğunda iki adet sabit bariyerin V şeklindeki bir kıskaç gibi sürekli olarak deniz yüzeyinde bulunan lastik atıkları filtrelemesi ve ortada bulunan ana tanka stoklanması üzerine kurulu. 1.5 ayda bir boşaltılan bu tankın ve sistemin enerjisi ise 162 adet güneş panelinden sağlanıyor. Kurulduğu günden bu yana pek çok kez arızalanan ve uzun kolları kırılan bu projenin geçtiğimiz hafta içerisinde tekrar haber olması ilgimi çekti..Nihayet projenin harcadığı bu büyük miktardaki para ciddi biçimde eleştiriliyor; tasarım kritikleri “hepimiz böyle güzel bir hayal ile baştan çıkarıldık “ diye demeçler veriyor; yetkillier ise, “okyanuslardan plastik atıkların toplanmasının sanıldığınıdan daha kompleks bir iş olduğunu” belirtiyorlar. Gerçekten mi? Bunu anlamak için 30 milyon dolar ve 4 yıl harcamak gerekmemeli değil mi? Tasarımcının sorumluluğunun plastik atıkları şu yada bu cihazla toplanmasanı sağlamak değil; elbette o plastik atığın oluşmamasını sağlayacak yol ve yöntemleri tasarlamak olduğunu düşünmek için ne yapmak gerekli?
Sosyal inovasyon, malzemelerin reenkarnasyonu, doğal kaynakların yeniden keşfi ile yepyeni malzemelerin icadı gibi girişimlerle sağlanabilir. Diğer yandan döngüsel ekonomi sistemlerine yönelik tasarımlar, sorumlu üretim ve tüketim için başta sermaye kaynakları olmak üzere farklı alanlarda uzmanlaşarak işletmeleri yenilemek ( bu konu hakkında manifold için 2017 de yazdığım notlara şurada ulaşabilirsiniz) gibi konuların vurgulandığı çalışmalar kuşkusuz daha anlamlı olacak. Görünen o ki, tasarımcılar suçlarını aklamak için daha uzun yıllar daha “ iyilik “ için tasarım peşinde koşacaklar.