28 Nisan 2019

Bir mimarı dinlemek

"Binalarımıza şekil veriyoruz; daha sonra onlar bizi şekillendiriyorlar"

Eğer bir mimar konuşuyorsa kaçırmayı sevmem. İster samimi bir sohbette olsun isterse bir konferansta, mimarları dinlemek benim için her zaman ufuk açıcı olmuştur. Mimarlar meslekleri gereği biz tasarımcılara göre çok farklı kişilerle ve kurumlarla ilişki içindedirler. Çalışma sürecimiz prensipte aynıdır ama ağları, ölçeği ve fiziği farklıdır. Kişisel bir deneyimim ile de şöyle düşünürüm: Tanıdığım, tanıştığım ve dinlediğim mimarlar felsefe, sosyoloji gibi bilimlerde, edebiyat başta olmak üzere kimi sanat alanlarında, ve yaşama sanatında başkalarına göre engin düşünceli kimseler olmuştur hep; beni böylece büyülerler.

 Mimarlar bir söz söylediği zaman bu bazen içinde bulunulan çağın esaslı bir özeti olur. Alvar Aalto şöyle demiş mesela: “Zamanımız o kadar uzmanlaşıyor ki, giderek daha az, ya da çok az şey bilen insanlar var.” Bu sözler çok kıymetlidir, kimi zaman toplulukların yaşam felsefesi haline gelebilir:  “Az çoktur “  veya “ Tanrı detaylarda saklıdır “ gibi. ( Less is more. God is in details  / Mies van der Rohe  )

Winston Churchill in dediği gibi: “Binalarımıza şekil veriyoruz; daha sonra onlar bizi şekillendiriyorlar “. Mimari tasarımın yaşamlarımızdaki önemini nasıl da güçlü anlatan bir söz! Frank Llyod Wright’ın ünlü sözü de bu bakış açısına gönderme yapıyor: “Bir yapı sadece içinde olunan bir yer değil; var olmanın da bir yeridir(A building is not just a place to be but a way to be. ) Gölgelerin mimarı olarak bilinen Lous Kahn’a göre mimarlık, “Doğanın yapamadığı” dır; mimar doğanın temeli olan güneş ışığına farklı bir anlam katmıştır. Sir Norman Foster, mimarlığın bir “değerler ifadesi” olduğunu söyler.

Louis Kahn, Salk Enstitüsü, San Diego (1960)

Mimarları dinlemek çok ama çok keyiflidir. Çünkü çoğu tasarımcı gibi onlar da eserlerini yaratmadan önce herşeyi araştırırlar. Tıpkı Elieen Gray ‘in vurguladığı gibi: “Yaratmak için önce herşeyi sorgulamak gerekir.” Bu merak ve sorgulama, mimarları ve tasarımcıları asıl zengin kılandır. Bu meslekteki kişilerin hiç tahmin edemeyeceğiniz konular hakkında derin bilgileri olması bu zenginliktendir. Mimarlık pek çoğumuzun düşündüğü üzere, salt beton ve çelikten ibaret değildir. “ Mimarlık, beton ve çelik ile toprağın üzerinde değil; merak üzerine dayanır ”Bu sön görüş, çağımızın öncü mimarlarından Daniel Libeskind’e ait. On gün önce İstanbul’da bir konferans veren mimarı, işte mimarları dinlemekten bunca keyif aldığım için soluksuz izledim. 

Eczacıbaşı Holding’in VitrA markası bünyesinde kurulu online tasarım platformu www.vbenzeri.com organizasyonu ile düzenlenen bu konferans, VitrA ve RIBA ( İngiliz Kraliyet Mimarlar Enstitüsü ) işbirliği ile gerçekleştirilen RIBA+VitrA ile Mimar Sohbetleri etkinliğinin devamıydı. Bu etkinlik geçtiğimiz yılın Eylül ayından bu yana düzenleniyor; şimdiye kadar dokuz konferans gerçekleştirildi. Daha önceki edisyonları Londra’da yapılan bu konferansların aralarında Sir David Adjaye’nin veya Türkiye’den şimdilik konuşmacı olarak katılan tek isim olan Emre Arolat’ın da bulunduğu bu bölümlerine RIBA ‘in youtube kanalından veya buradaki arama linkinden ulaşabilirsiniz.

RIBA+VitrA Konferansı, İstanbul

 Bu tür konferanslar ilham verici olmalarının yanında, o mimarın mesleğine ve yaşamına bakış açısını da kavradığınız ve onları daha yakından tanıma fırsatı  bulduğunuz önemli paylaşım ortamları. Bu sebepten olsa gerek, yağmurlu ve rüzgarlı bir İstanbul akşamının, tam da trafiği yoğun saatinde, çoğu gençlerden oluşan yüzlerce insan etkinliğe akın etmişti. Öyle ki tüm salon dolduğu için içeri bir grubun alınmamasına karar veren organizasyon yetkililerini, hem bu grubun, hem de-  itiraf etmeliyim aralarında benim de bulunduğum- bir grup salon izleyicisinin alkışlı protestoları karşıladı. Önceden kayıt yaptırıp ellerinde QR kodları bulunduğu halde, kapıdaki uzun kuyrukta uzun bir süre boyunca heyecanla beklemiş olan bu kişileri, böylesi önemli bir mimarı dinlemek üzere içeri almama kararının ardında yetkililere göre “koridorların güvenlik sebebi ile boş kalması gereksinimi” vardı. Libeskind’in  konferansı boyunca yaklaşık 10 kez sevgi ve saygıyla ismini çeşitli bahanelerle andığı zarif eşi Nina, fazlaca duyarsız görünen organizasyona rağmen ortaya akıllıca ve yaratıcı bir fikir attı ve bu kişileri, sahnenin üstüne, Libeskind’in tam arkasına yerleştirdi. Merak edip salonun kapasitesini araştırdığımda, 800 kişilik olduğunu gördüm; bu durumda bu değerli konferansı 800 kişi ile birlikte izlemiş olduğumuzu belirtebilirim. İyi ki!

Ground Zero, NYC, Studio Libeskind

 Daniel Libeskind ismini duymamış olabilirsiniz; ama NewYork’ta 11 Eylül’de   yüzyılın unutamayacağı türden bir terör saldırısı ile yerle bir olan ikiz kuleleri hepiniz biliyorsunuz. Libeskind, o alanın yeniden tasarımı için açılan yarışmada 5000 mimarlık stüdyosunun arasından sıyrılıp, bu yeni alanın masterplanını hazırlayan mimar. Kendisinin deyimi ile, bu yarışmadaki 5000 stüdyonun çoğu ayrıca 100 kişileri bulan kalabalık ekiplerden oluşuyordu. Bu ekiplerde mimarlardan başka sosyologlar, tarihçiler, psikologlar yer alıyordu. O ise mütavazi ofisi ile tüm bu kalabalığın arasından sıyrılarak bu projeyi gerçekleştirmeye hak kazandı; ona göre kazanmasına sebep olan “yaratıcı bir fikir” idi. Libeskind’in fikri,  insanlık için oldukça kötü bir anıya sahip olacak bu alana bir yapı inşa etmek değil, inşa etmemek; aksine burayı bir hiçlik bir boşluk olarak korumaktı. Toplumun bu acı anıları çiğneyip, orada yeniden inşa edilecek yapılarda yaşamalarının veya çalışmalarının zorlu olacağını hissetmiş, bu nedenle yıkılan kulelerin yerine bir boşluk fikrini ortaya atmış, yapılması planlanan binaları ise arazide daha gerilere konumlamıştı.İkiz kulelerin yerinde şu anda bulunan ve Sıfır Noktası / Ground Zero ismini taşıyan anıt, Handel Architects şirketinden mimar Micheal Arad tasarımı. Peyzaj mimarlığını ise Peter Walker üstlendi. Sıfır Noktası’nda artık içine suların keskin duvarlardan şelale olarak aktığı iki tane havuz bulunuyor. Bu şelaleler aşağı doğru akarken derinlikte kaybolan sular, yaşanan acı hatıraları  su köpükleri içinde eritip bulanıklaştırıyor. Su aynı zamanda hayat demek, umut demek, yakınlık demek, akustik bir güç demek. Kentin üzerinde kurulu olduğu kayaya açılmış bu derin havuzun  bronzdan yapılmış iç çeperlerinde,  kulelere hem 1993 hem de 2001 de yapılan bu saldırılarda hayatını kaybetmiş kurbanların isimleri yazıyor. Mimar bu alanda simgeleştirdiği tüm bu kavramlar ile bu kurbanlara güçlü ve sonsuz bir selam gönderiyor aynı zamanda.

Ground Zero, NYC, Studio Libeskind 

 Son 15 yıldır Sıfır noktasındaki yapılarla yaşayan Libeskind, bu projesinden hemen önce Berlin’de açılan Yahudi Müzesi’ni tasarlamıştı. 1999 yılında gerçekleştirilen proje, 2001 yılında tamamlanıyor ve mimarın dediğine göre, 11 Eylül saldırısının olduğu gün de bu yapının açılışına denk geliyor. Haberi alır almaz eşine “ Benim artık burada işim bitti, ben New York’a gidiyorum “ demiş ve yarışma açılmadan çok önce çalışmalarına başlamış. 2003 ten bu yana  yoğun bir biçimde dahil olduğu proje için “ Böylesi bir iş yapıyorsanız standart bir çalışma temposu yürütemezsiniz, 24 saat müdahil olmalısınız “ diyor. Halen New York kentinin yedi farklı kurumunun bürokrasisi ve ekipleri ile 7000 kadar mühendis eşliğinde yürüttüğü çalışmalar için “İyi bir birleştirici , uzlaştırıcı ve iletişimci olmalısınız “ tavsiyesini de biz izleyicilerine veriyor. Projenin devam ettiği 15 yıl boyunca politik, ekonomik ve sosyal koşulların  nasıl da değişime uğradığına değinirken, bir mimar olarak bunlarını tümü ile baş edebilmek için esnek ve sabırlı olmak gerektiğini vurguluyor. Yılda 30 milyon ziyaretçi ağırlayan bu anıtın etrafındaki yapılar, mimarın bu bakış açısı sayesinde farklı parseller halinde etaplanarak, yönetimlerin nakit akışlarına göre planlanmış ve şu anda tüm alanın %80 oranında tamamlandığını belirtiyor.

Yahudi Müzesi, Berlin, Studio Libeskind 

 Sunumunda Yahudi Müzesi’ni anlattığı kısımda bizlere Berlin’i terk etmek zorunda kalmış olan Yahudi kökenli besteci Arnold Schoenberg ‘in Moses und Aron isimli operasından esinlendiğinden bahsetti. Ben de bu satırları yazarken mimardan ilhamla bu operayı dinliyorum. Bu opera eserinin 2. bölümü bir sessizlik ile bitiyor; devamı yazılmamış. Mimar buna “ disconnected emptyness / bağlantısız boşluk “ diyor. Bu tasarımın içerisinde yer alan bir kör alan işte tam bu opera eserine referans veriyor. Mimar, aynı Schoenberg’in müziğinin sessizlikle bitmesi ve önceki tınıların yankılarının bu eseri tamamlayabileceği fikrini mimarlığa uyarlamış. Bu alanda da aynı şekilde müze ziyaretçilerinin ayak sesleri, çıkardıkları diğer sesler bu amaçsız ve boş gibi görünen bölümü tamamlayan bir “yapısal “ unsur olarak konumlandırılmış. Kapısı dahi olmayan bu alan mimarın deyimi ile “boşlukların boşluğu”, yada “kör uç” olan “Holocaust Tower / Soykırım Kulesi”. 24 mt uzunluğundaki bu kulede yapının cephesindeki incecik bir yarıktan içeri sızan ışık izleyicileri karşılıyor. Mimar bu tercihini, soykırımdan sağ kurtulan bir kadının anılarını simgeleştirmek üzere yaptığını belirtiyor. Kamplara götürülürken kapkaranlık araçta, gözü kamyonun brandasındaki bir yırtıktan içeri sızan ışığa takılan bu kadın, bu ışığın kendisine kurtulmak için umut olduğunu belirtmiş. Araştırmaları sırasında bu anı ile karşılaşan mimar, bu umut ışığını mimari eserine taşımış.

Yahudi Müzesi - Soykırım Kulesi, Berlin Studio Libeskind

 Konferansı boyunca bizlere “Yuva” başlığı altında, mimarisinden mobilyalarına, duşundan mutfağına kadar her şeyini tasarlama şansına eriştiği Connecticut / Amerika’da yaptığı çok özel bir konut projesinden, yada tarihe bir kesik atmak olarak tanımladığı ve bu tarihi kenti 2. Dünya savaşı sırasında yerle bir eden uçakların bombalama akslarını temel alarak planladığı radikal projesi Dresden / Almanya’daki Savaş Müzesi ‘nden , “Kent” başlığı altında, Singapur’da yer alan ve sürdürülebilirliği öne çıkardığı “Reflections” karma projesinden bahseden mimar, “Herkes gençlikten yaşlılığa doğru bir yaşam sürüyor; ben ise gittikçe gençleşiyorum, bunun ilacı ise mimarlık “ dediğinde işini tutku ile yapan bu sempatik ve yaşam dolu insanın içindeki sevgiye ve pozitif yüke tanık oluyor, ben de onu seviyorum. Mimara göre ikonik mimarlık sadece ofis veya kamu binalarına değil; özel konutlara da uygulanabilir; insanların mekan içerisinde farklı algılar edinmeye özel yaşamlarında da ihtiyaçları var. 

Milano’da  Zaha Hadid ve Areta İsozaki  ile birlikte gerçekleştirdikleri,ve pek çok olumsuz eleştirinin de oklarını üstüne çekmiş olan City Life projesini sunarken bizlere kentlerin sadece tarihlerine dayanamayacağından, geleceğe ulaşmak için akıllı, yeni mimariye de yer açılması gerektiğinden söz etti.Libeskind’in hem estetik çizgisi hem de projelere bakış açısı oldukça radikal ve alışılmışın dışında. Diğer yandan tüm tasarım yaklaşımını farklı duygularla, anılarla ve ilham kaynakları ile öyle iyi gerekçelendiriyor ki, sanırım en büyük başarısı burada.

Özel konut, Connecticut / USA, Studio Libeskind

Böyle olmasa Denver / Amerika ‘da 1972 yılında İtalyan mimar Gio Ponti tarafından tasarlanmış olan çağdaş sanat müzesinin ek binasının tüm cephesini dünyadaki en pahalı metallerden biri olan titanyum ile kaplayabilmesi veya Fransa’nın alçak binaları ile bilinen Toulouse kentine Occitaine Tower binasını dikivermesi mümkün olmazdı. Denver’daki müze projesinde kullanılan 9000 adet titanyum panel neyseki bağış olarak alınmış! Tolouse projesini ise Paris’te aralarında tarihçilerin bulunduğu 40 kişilik bir heyete ilk olarak sunduğunda bu kuruldaki bazı kişiler “ Fransa’nın değerlerini yıkan bir girişim” olarak nitelemişler. Nevar ki,  dikey bir bahçeyi kulenin en üst kısmına kadar bir helezon gibi yapıya sarmalayan mimar, bu kule projesi ile  Fransızların da tabularını yıkmış ve kentin geniş düzlüklerini çok ama çok yüksekten görmeyi sağlayacak bu yeni cazibe merkezini bu yaygın kent dokusunun orta yerine konumlandırmayı başarmış.

Çağdaş Sanat Müzesi, Denver / USA, Studio Libeskind

Occitaine Kulesi, Tolouse / Fransa, Studio Libeskind

 Sunumun “Gelecek” isimli son bölümünde ise bizlere, dünyaca ünlü Paleantropolojist Richard Leakey için projelendirdiği ikonik Turkana müzesini aktardı. Leakey, 1968 den bu yana Kenya çöllerinde yürüttüğü kazı çalışmalarında bulduğu pek çok ilkel el aletinin yanında, Turkana Boy ismi ile bilinen,bugüne dek ulaşılmış en bütüncül homo erectus kemiklerini bulan kişi. Turkana gölü kıyısında yapımı süren ve 2022 ‘de açılacak bu müze binası da  bölgede bulunan bu ilkel el aletlerinden esinlenen pirimitif kütlesi ile dikkat çekiyor. Proje kuşkusuz geleceğin en önemli ve etkileyici mimari yapılarından biri olacak. 

Turkana Evrim Müzesi Projesi, Kenya, Studio Libeskind

 Mimarları dinlemeyi ; onlardan öğrenmeyi severim; Libeskind gibi dünyaları, sanatı, şiiri, insanı, sevgiyi işine ve kişiliğine katmış olanları bir başka severim. Bir solukta geçip giden bu konferanstan defterime aldığım son sözleri şöyleydi mimarın: -       Hiç bir –izm i sevmiyorum!-       Mimarlık polikitiktir. Politeia*’nız ise müşterilerinizdir. ( * bir kenttin sosyal ve politik ilişkiler ağı )-       Sanatçılar canları ne isterlerse onu yapabilirler ama mimarlar yapamazlar. (  Evet ! tasarımcılar da  sevgili Libeskind !)

- Bir mimarın kendini istediği biçimde ifade etmesi neredeyse yasadışı gibi algılanır.

- Binalar bizlere hikaye anlatır.

- Armoni, aynılık, monotonluk ve uyum değildir; aynı müzikte olduğu gibi farklılıkların estetiği, kontrastın merkez noktasıdır.

Konferansı düzenleyen ve bizleri Libeskind ile buluşturan  RIBA ve VitrA’ ya bir kez daha teşekkürler!

Yazarın Diğer Yazıları

Kavuşturan tasarım

Taksim Meydanı yarışması için gerçekleştirilen ve İBB TV’den de canlı olarak yayımlanan buluşma toplantısı kolektif tasarım adına atılabilecek en önemli ve gerçek adımlardan biriydi

İstanbul'dan Saskia Sassen ve Richard Sennett geçti

Sassen’e göre yapılaşmayı nihayetinde öğrendik; çünkü doğaya ve çevremize saygılı olmamız gerektiğini, insan odaklı olmanın kaçınılmaz olduğunu acı deneyimlerle idrak ettik. Artık bunu nasıl uyguladığımız önemli

Doğal afetler için tasarım

Telefonların çalışmadığı, internetin kesildiği, evimizin olmadığı, arabamıza atlayıp bir yere gidemediğimiz bir ortamda ne yapacağımıza dair bir fikrimiz var mı?