Bir çamaşır makinem var. Tasarımını benzerlerine göre radikal bulduğum ve motorunu önemli bir araba markası ürettiği için, hakkında epey olumlu kritik okuyarak satın alma kararı vermiştim. Makine akıllı cihaz olarak sunuluyor. Üstünde hiç düğme yok; sadece bir ekran var. Beynimi alışageldiğimiz çamaşır makinesi kumandasındaki konulara yormam gerekmiyor. Çoğunlukla nerede kirlettiğimle ilgili bir tercih yapıyorum dokunmatik ekranda; sporda, bahçe ve açık havada, uykuda gibi… Makine kendisi ayarlıyor tercihime göre yıkama süresini, deterjan kullanımını, çamaşırı ne kadar sıkıp sıkmayacağını.
Gel gör ki belli aralıklarla tümden doldurmam gereken deterjanı ve yumuşatıcıyı, eski makinelerdeki gibi her defasında koymadığım için unutuveriyorum. Ekranda çıkan mesajları da göz ardı ettiğim bir kaç seferinde, tüm çamaşırları deterjan kullanmadan yıkamış oldum. Ne aptallık!..
Bu makineyi evdeki internet ağıma bağladım. Yeni çamaşır makinem modemime ve dolayısı ile ben nerede olursam olayım cebimdeki akıllı telefonuma bağlı. Söz gelimi ofisimdeyken istersem makineyi çalıştırabiliyorum! Buna hiç ihtiyacım olmadı tabii şimdiye kadar; çünkü çamaşır makinesini çalıştırmadan önce içine çamaşır koymak gerekli! Eh onu uzaktan yapamıyorum; yaparsam da çalıştırıyorum zaten!..
Ancak çamaşırları makineye koyduktan sonra dokunmatik ekrana usulca dokunmayı unutup evden çıkarsam ve sonra da hatırlayıp bu çok önemli hayati işi cepten yapmam gerekirse diye yükledim o aplikasyonu da telefonuma; aman dursun kenarda, ne olur ne olmaz!..
Nesnelerin İnterneti
Bu anlattığım hikaye, son yıllarda sıkça duymuş olabileceğiniz nesnelerin interneti (iOT) denilen, tüm cihazların bir büyük veriye bağlı olması ve birbiriyle haberleşmesi kavramının ufak bir parçası…
Cihazımın online olarak benimle sürekli bağlantıda kalması, onunla ilgili servis gerektiren bir durumu anında fark etmeme, biten detarjanı otomatik olarak marketten sipariş edebilmeme olanak veriyor prensip olarak.
Etrafımdaki donanımlar ne kadar çok online olarak birbirine bağlı ise, hayatım sözde o denli kolaylaşıyor: İnternet üzerinden ödeme sistemleri ile bağlı olduğunda, buzdolabından markete, televizyondan bankadaki aidat ödemelerine, evdeki ısıtma sistemlerinden yerel yönetim gişelerine, güvenlik kameralarından emniyet birimlerine, kişisel asistan robotumdan kıyafet alışverişime doğrudan bir hat çekilmiş oluyor.
Ne tercihlerimin ne de banka hesabımın benim kontrolümde olmadığı bu yeni düzene de akıllı yaşam deniyor. Bu yeni dünya düzenine göre, beynimizi tercihlerimiz için ne kadar az çalıştırırsak; yaşamımız o denli akıllı hale geliyor.
Şehriniz ne kadar akıllı?
Sadece kişisel yaşamlarımız değil; kentler de akıllanıyor.
Dünyanın farklı yerlerinde kendilerini yetkin ve güvenilir olarak niteleyen çeşitli kurumlar, şehirleri içinde yaşayan insanların sayısı, solunan hava kalitesi, kentlilerin gelir düzeyleri ve bu gelirin eşit dağılıp dağılmadığı, suç oranları ve kentin yaşam maliyeti gibi öncelikli özellikler doğrultusunda değerlendiriyor.
Bu analizler arasında kentin sahip olduğu inovasyon programları, gelecek stratejileri ve uygulama başarıları da bulunuyor. İçinde yaşayanlara sundukları açısından şehirler, mobilite, ulaşım, enerji tüketimi ve çeşitleri gibi alanlarda yeni teknolojilerle ne kadar entegre ise o denli akıllı ilan ediliyorlar. Sosyal yaşam kalitesi alanında eğitim, sağlık ve kamu hizmetlerine erişimin teknolojik alt yapıya geçmiş olması bir kenti akıllı yapan diğer özellikler arasında.
Çok farklı sıralamalarla karşılaşabileceğimiz bu listelerde birbiri ile rekabet eden oyuncular hemen hemen aynı. Örneğin, Navarra Business School, IESE tarafından geçtiğimiz yıl yapılan bir araştırma, en akıllı kent olarak ilk sıraya New York ‘u yerleştiriyor. Sıralama, derecelerine göre Londra, Paris, Tokyo, Reykjavik, Singapur, Seul, Toronto, Hong Kong ve Amsterdam olarak ilerliyor.
Raporda 80 ülkeden 165 şehrin değerlendirmeye alındığı belirtilirken, kriterler arasında insan sermayesi, sosyal uyum, ekonomi, çevre, yönetişim, kentsel planlama, uluslararası sosyal yardım, teknoloji, mobilite ve ulaşım olduğu görülüyor.
En akıllılar: New York, Londra, Paris
Hemen hemen tüm özelliklerde yüksek skoru yakalan ilk üç şehir arasında New York, kentsel tasarım ve planlama çalışmalarına verdiği önem ve ayırdığı kaynak ile en üst sıraya yerleşirken Londra, yüksek kalitedeki eğitim kurumlarına sahip bir kent olarak zaten “akıllı” insanların bir arada olduğu bir lokasyon olarak konumlanmış. Üçüncü sırada yer alan Paris, yüksek turistik çekiciliğinin yanında, uluslararası anlamda en ulaşılabilir kent özelliğini taşıyor. Kentin metro, paylaşımlı araç, bisiklet ve hızlı tren gibi farklı ulaşım alternatiflerini hem yerel halkına hem de uluslararası turistlere sunuyor olması önemli bir özellik olarak kayıtlara geçiyor.
Kentlerin enerji kaynaklarının sürdürülebilir ve çevreci olması, atık tesisleri ve politikaları gibi unsurlar da kriterler arasında olmakla birlikte, aslında bu ünvanı hak eden kentlerde özde bakılan tek bir konu var, yeni teknolojilerin kullanımı.
Akıllı kent kavramı, teknolojinin yaygın kullanımının insanların hayatlarına sağlayacağı olumlu katkıları kendine temel alıyor.
Oysa gerçekler bugüne dek pek de öngörülerle paralel ilerlemedi.
Asya ve Ortadoğu’da bir “yaşam fantazması” olarak pazarlanarak inşa edilen akıllı kentlerde yaşam öyle maliyetli oldu ki bu yerleşkeler halen içinde yaşayacak insanlar bulmakta güçlük çekiyor.
Akıllı kent emperyalizmi!
2014 yılında International Business Machines Corporation tarafından Rio De Jenerio için özel bir güvenlik kontrol merkezi hazırlandı. Polis güçleri için 30 kurumun verilerinin ortaklaşa kullanıldığı bu üs ile kentin akıllı bir kent olacağını ve toplumun güvenliğini arttıracağı duyurulmuş, belediye başkanı Eduardo Paes o dönemde alkışlanmıştı. Ne var ki bu büyük veri, 2008’den bu yana bölgede yürütülen ve uyuşturucu çetelerini hedef alan pasifleştirme çalışmaları için kullanıldı. Uluslararası Af Örgütü’nün verdiği verilere göre, 2017 yılında, kentin fakir mahallelerinde polisle çıkan çatışmalarda ölüm oranları bir önceki yıla göre yüzde 78 oranında arttı. Bu ve benzerleri bulunabilecek pek çok gelişme, akıllı kent, akıllı yaşam ideolojilerinin arka planında toplumlar üzerinde yaratılan büyük bir emperyalizm olduğunu gösteriyor. Bilginin bunca toparlanması ve farklı amaçlar için kullanılıyor olması insanların gündelik hayatlarını kolonileştiriyor. Sadece dünya değil; evren teknoloji elitlerinin elinde ve buna karşı durabilecek pek bir güç de yok. İnsanlar da bu gidişattan memnun gibi. Karşı durmak bir yana, kent yaşamında belli bir ekonomik güce sahip olurken zaman kıtlığı yaşayan kitle için bir ideal konumunda akıllı yaşam. Hedonizme doğru hızla ilerleyebileceğimiz bir yol; tüm sorumluluklarımızdan kaçarak en fazlasına sahip olma arzumuz teknoloji eliyle gerçekleşirken bize de sadece keyfini sürmek kalıyor.
Teknolojik evrimleşme
Konunun siyasi ve etik boyutu tartışıladursun, teknolojinin her geçen gün hayatlarımıza biraz daha sızıyor olması, en çok da tasarım sektörlerinin iştahını kabartan bir gelişme. Akıllı binaları, kentleri, eşyaları, giysileri tasarlıyor olmak bugün takdirle karşılanan haber niteliğinde. Çevremizi son derece akıllı bir biçimde donattığımızda aslında gittikçe temel becerilerimizden yoksun kaldığımızı hiç düşündük mü? Yapılan bir araştırmaya göre, akıllı telefonlarımızda önümüze düşen her bir uyarı beynimizde dopamin salgılanması üzere komut verilmesine sebep oluyor. Bunun yarattığı mutluluk hissinin ötesinde akademisyenler insanların ”beğenilmek” dürtüsü ile daha da bağımlı hale geldiklerini belirtiyorlar.İnsan bedeni, beyni ve duyguları akıllı telefonlar ile evrimleşiyor. Parmaklarımızın şekli evrimleşiyor. Beden postürümüz farklılaşıyor. Gözlerimizin dokuları ve beyinle olan iletişimi yenileniyor. Tüm bunları, bu jenerasyon farklı sağlık sorunları olarak deneyimlerken; bu ağrılar ve sızılar başka bir durumun göstergesi: İnsan türü yeni bir evrimleşmenin içinde.
Tercihlere, kararlara beyin yormayan, tek bir tık ile pek çok işi bir arada yapabilen yeni bir insan türü olarak bizler, duyularımızın büyük bir kısmını gittikçe kaybediyoruz. Son derece basit bir örnek vermek gerekirse, her sabah düzenli olarak ormanda koşuya çıkan bir kişiyi düşünelim. Kişi, bu koşu süresince sürekli olarak telefonundaki müzik, navigasyon, mesafe ölçümü yapan akıllı aplikasyonlarla koordinasyonda olduğunda, doğa ile olan iletişimi sekteye uğruyor. Ormanda hissedeceği kokulardan, duyacağı diğer seslerden, fark edebileceği ışık ve gölge oyunlarından mahrum kalıyor. Bunların tümünün, yani doğada koşu yapıyor olmanın verdiği rahatlama ve dinlenme çıktısından da yararlanamıyor. Aslında bedensel bir aktivite ile eş değerde ruhsal bir arınma da planlarken; ikincisini gerçekleştirmemiş oluyor; kullanmadığı tüm duyuları da gittikçe köreliyor.
Robotlar akıllandıkça insanlar aptallaşıyor
Akıllı kentlerin önemli bir unsuru olan insansız (Otonom) araçların, kent yaşamında hepimizin çok iyi bildiği o “beklenmedik” durumlardaki yetersizliği, aslen çok uzun zamandır teknolojik olarak kullanılabilir oldukları halde hala tam anlamıyla kent yaşamına entegre olamamasına sebep oluyor.
Yine de teknoloji firmalarını hiç bir şey durdurmuyor. Amerika ‘da otonom araçların en hızlı yaygınlaştığı sektör yeme-içme ve market sektörü. Son 3 yılda yüzde 6.5’tan yüzde 22’ye çıkan online market alışverişinde, sürücüsüz araç kullanımı önemli görülüyor ve firmaların ilgili işbirlikleri hızla artıyor. Diğer yandan yapılan araştırmalar, Amerikan halkı için evlerinden çıkıp market alışverişine gitmenin önemli bir ritüel olmasına dikkat çekiyor ve bu hizmetin yaygınlaşması ile insanlardaki mutluluk -dolayısı ile alışveriş- oranlarının olumsuz etkilenebileceği de belirtiliyor.
Gittikçe akıllanan dünyada, kentlerden evlere kadar farklı alanlarda kullanıma konulan robotların öğrenme becerisinin artması için büyük yatırımlar yapılmakta. Robotlar akıllandıkça, günlük yaşamsal becerilerini onlara teslim eden insanlar aptallaşıyor.
Yumurtanın fabrikada üretildiğini sanan Z-kuşağı hikayelerini duymuşsunuzdur! Şimdi acaba bizler, sadece telefonlarımızı kaybettiğimizde veya elektrikler kesildiğinde hayatlarımızın nasıl etkileneceğini bir durup düşünsek?!..
(Bu konularda daha fazla bilgi sahibi olmak için okuma listeme eklediğim iki kitap var, sizinle de paylaşmak istiyorum: Shoshana Zuboff, The Age of Survelliance Capitalism; ve Adam Greenfield, The Design of Everyday Life.)