06 Eylül 2020

Sanat profesyoneli olmak ya da olmamak

Sanat dünyamız, uluslararası sanat ortamında gösterdiği başarıyı, maalesef konu iş güvencesi ve etiği gibi meselelere geldiğinde bir türlü gösteremiyor. Çoğunlukla bağımsız çalışmakta olan yazar, küratör gibi aktörleri ve sanatçıları hariç tutup sadece kurum çalışanlarına baktığımızda dahi kocaman bir yanlışlar kümesiyle baş başa olduğumuzu görebiliriz. Üzerinde pek de konuşulmayan bu konunun belki de artık konuşulmaya, tartışılmaya açılması gerekiyordur; zira bugün geldiğimiz noktada artık sanat dünyasında çalışmak, neredeyse çalışan tarafından finanse edilmesi gereken bir duruma dönüşmek üzere

Son yazımda, Adrienne Arsht'ın 5 milyon dolarlık bağışıyla New York'ta bulunan Metropolitan Müzesi'nin  2021'de tüm stajyerlerini ödemeli olarak çalıştıracağını açıklamasından hareketle, sanat alanında maaşsız / ödemesiz / güvencesiz iş gücüne ve "gönüllülük" ve "stajyerlik" kavramlarının suistimal edilmesine değinmiştim. Tabii ücretli çalışanların aldığı meblağlar da yine konunun bir başka boyutuydu. O yazıyı şöyle bitirmiştim:

"Yurtdışında müze/galeri/sanat kurumu stajyerlerinin ödemeleri konuşulup tartışılırken, Türkiye'de bu sektörde staj üzeri pozisyonlarda çalışanların dahi konuşulması gereken ciddi sorunları var. Sanat alanında ödemesiz ve güvencesiz çalıştırılma konuları; aktör, kurum ve organizasyonlarıyla çağdaş sanatta gerçekten azımsanmayacak bir yeri olan Türkiye'nin ne yazık ki karnesinin en zayıf olduğu konulardan."

Uluslararası alanda başarısı ve yeri yadsınamayacak çağdaş sanat dünyamızın, dışarıdan çok parlak göründüğü aşikar. Sanat alanında çalışan hemen herkes en az bir kez, etrafından işinin ne kadar zevkli göründüğü ve sadece güzellikler, açılışlar, kutlamalarla dolu bir profesyonel hayat içerisinde yer aldığına dair yanılgılarla bezeli sözler duymuştur eminim ki. Oysa sanatçısından galericisine, küratöründen yazarına hepimiz ziyadesiyle özveriyle var oluyoruz profesyonel hayatlarımızda. Az önce bahsettiğim algının yaratılmasında etkili olan ve sanatın gösteri toplumunun bir aracı hâline getirilip bir entelektüel pratik olmaktan azade kılınarak bir "event"e ya da sponsorluk malzemesine dönüştürülmesinin zararları üzerinde ayrıca durmak gerekir tabii…

Konuya dönecek olursak; sanat dünyamız, uluslararası sanat ortamında gösterdiği başarıyı, maalesef iş güvencesi ve etiği gibi meselelerde bir türlü gösteremiyor. Çoğunlukla bağımsız çalışmakta olan yazar, küratör gibi aktörleri ve sanatçıları hariç tutup sadece kurum çalışanlarına baktığımızda dahi kocaman bir yanlışlar kümesiyle baş başa olduğumuzu görebiliriz. Öncelikle, "stajyer" ya da "gönüllü" kavramlarının suistimal edilmesi ve özellikle de bazı galerilerde, total iş yükünün ciddi bir miktarının bu pozisyonlarda çalışan kişiler tarafından karşılanmasının beklendiğini görüyoruz. Resmî staj sürelerini aşıp çok uzun sürelerce stajyer olarak "istihdam" edilebiliyor kişiler. Maaşlı çalışanlarınsa, sosyal güvencelerinin olup olmadığı, sosyal güvence sağlanmışsa dahi bunun gerçek maaş üzerinden mi yoksa asgari ücret üzerinden mi gösterildiği çok ciddi bir muamma. Özel müze, kurum ve kâr amacı gütmeyen sanat enstitülerindeyse sosyal güvence gibi sorunlar çoğunlukla olmasa da, başka bir mesele karşımıza çıkıyor: En üst düzey yöneticileri geçip orta-üst ve orta seviyeye geldiğinizde, alınan maaşların çoğu zaman İstanbul'da bir evin kirasını ödeyip tek başına hayatını sağlıklı bir şekilde idame ettirmeye ve meslekî olarak kendini geliştirmek için yapılması gereken harcama ve masrafları gerçekleştirmeye dahi yetmeyecek meblağlar olduğunu söyleyebiliyoruz. Son yazımda bahsettiğim, Art + Museum Transparency inisiyatifinin 2019 tarihli uluslararası araştırmasıyla ortaya çıkan küratör, direktör gibi müze çalışanlarının maaşlarına bir göz atmak da Türkiye'nin meseledeki yerini anlamak açısından yardımcı olacaktır. Galerilerin eser satışı, müze ve kurumlarınsa bilet geliri ve kurumsal sponsorluklar/destekler ile oluşturulan bütçelerinde, çalışan maaşlarına ayrılan miktarın azlığı, bu pozisyonların liyakatli sanat profesyonellerince doldurulmasını sürdürülebilir olmaktan gitgide uzaklaştırıyor. 

Tüm bunlar pek tabii ki ülkenin genel ekonomik durumu ve sosyal gerçeklikleriyle paralel okunması gereken meseleler. Hemen her iş alanının benzer ya da yakın sorunları olduğunu da biliyoruz. An itibariyle içinde bulunduğumuz küresel ve yerel krizlerle işlerin çok da farklı gitmemesi beklenebilir tabii ama yukarıda bahsettiklerim ne yazık ki önceki yıllarda da daha farklı değildi. Üzerinde pek de konuşulmayan bu konunun belki de artık konuşulmaya, tartışılmaya açılması gerekiyordur; zira bugün geldiğimiz noktada artık sanat dünyasında çalışmak, neredeyse çalışan tarafından finanse edilmesi gereken bir duruma dönüşmek üzere. Ancak entelektüel alanlarda çalışanların da günün sonunda "çalışan" olduğunu; hakları, sorunları ve talepleri olduğunu unutmamalıyız. Türkiye'de müze, galeri ve diğer sanat kurumu çalışanlarının, sendikalaşma -ya da en azından dernekleşme- gibi bir hamlesinin sorunları çözümlere dönüştürebilmek için bir etki yaratması olası. Örneğin, benim de üyesi olduğum, Paris menşeli Sanat Eleştirmenleri Derneği AICA'nın (Association internationale des critiques d'art) benzeri bir yapının, bu defa yazarlar ve eleştirmenler değil, sadece sanat kurumu çalışanları tarafından ayrı bir dernek olarak oluşturulması, meslekî sorunlarını dile getirmek ve görünür kılmak açısından bir adım olabilir.

Metropolitan Müzesi'nin 2021 itibariyle stajyerlerine aylık ödeme yapacak olması haberiyle açtığım konuda kurum çalışanlarına odaklanarak ilerlesem de; özellikle Türkiye'de bağımsız aktörlerin de bambaşka ve azımsanmayacak sorunları pek tabii ki mevcut. Sanat eleştirmenleri ve yazarlarının yazı telifleri, sanatçıların hakları ve sorunları, küratörlerin sergiler için aldıkları ücretler konunun farklı ayakları. Tüm bunları bir araya getirdiğimizde, üzerine konuşulması gereken pek çok konu, sanat profesyonellerinin işlerini daha iyi ve sağlıklı bir şekilde yapabilmeleri için atılması gereken pek çok adım olduğunu görüyoruz. Umarım önümüzdeki zamanlar, bu konuda daha çok diyaloğa zemin yaratır.

Yazarın Diğer Yazıları

Hüseyin Çağlayan ve perpetuum mobile

İstanbul’da uzun süre sonra bir Hüseyin Çağlayan sergisi gerçekleşiyor. Sanatçının Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki solo sergisi Souffleur, Çağlayan’ın multidisipliner tavrını tasdikli yaratıcılığıyla buluşturduğu bir alan. Hüseyin Çağlayan, zamanlar, mekânlar ve kimlikler üstü pratiğinde bir “perpetuum mobile” haliyle yol alırken Souffleur, bu harekete izleyicinin tanıklığını da katan bir arayüz oluyor. Çağlayan, bu arayüzle tüm denk gelişleri, karşılaşmaları ve ortak fikirleri bünyesine katıp sonsuz devinimine devam ediyor

12. Berlin Bienali: Dekolonyal sorular

Bu yaz Berlin'de Kader Attia küratörlüğünde gerçekleşen 12. Berlin Bienali, "Still Present!" olarak belirlenen kavramsal çerçevesiyle Batı'nın kolonyal tarihiyle -bir nevi- hesaplaşmasına katkıda bulunmak, dekolonyalizme dair sorular üretmek üzere yola çıkmış. Bienalin, yan etkinlikleri ve izleyiciyi süreçlere dahil eden çok katmanlı yapısıyla Berlin'in bitimsiz devinimine uygun bir yapı kurmayı başardığı söylenebilir

Shirin Neshat'ın rüyalar ülkesi

Pratiği ağırlıkla kendi köklerinden temellenen Shirin Neshat yeni projesi Land of Dreams’de bu kez bakışını, uzun süredir yaşamakta olduğu Amerika’ya çevirmiş. Rüya kavramına odaklanarak portre fotoğrafları, video çalışmaları ve bir uzun metraj filmi otobiyografik izler taşıyan görünmez iplerle birbirine bağlayan sanatçı, farklı disiplinleri aynı proje altında buluşturarak ayrı ayrı izlenebilen, yani tek başlarına birer bütün olan ama birlikte / art arda incelendiğinde de daha büyük bir örüntüyü meydana getiren bir eserler bütünü yaratıyor. Dirimart’ta devam etmekte olan Land of Dreams, izleyicisine rüyalar, siyaset, bireysel ve kolektif bilinçdışı üzerine düşünmek için elverişli bir alan açıyor