11 Nisan 2022

Evrensel değerler ve gerçek yaşam

Evrensel değerlerin ışıltısı yitirilmemeli. Sahiplenme ve gönüllü iradenin yolları açılmalı. Evrensellik vasfı yeniden kazanılmalı...

İnsan hakları

İnsanlık, günümüz hukuk sisteminin temel taşlarından birini oluşturan 1215 tarihli Magna Carta’ya ulaştıktan sonra, önce 1776'da Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve daha sonra 1789'da Fransız İhtilaliyle ciddi hak kazanımları sağlamaya başladığı bir döneme girdi. Yirminci yüzyıla gelindiğinde ise, büyük can ve mal kayıplarına ve inanılmaz çapta insan hakları ihlallerine sebep olan iki dünya savaşının modern insan hakları belgelerinin doğmasına yol açtığını biliyoruz. İkinci Dünya Savaşı’nın galip devletleri olan ABD ve İngiltere’nin öncülüğünde kurulan Birleşmiş Milletler ise, insan onurunu merkeze alarak Evrensel İnsan Hakları Bildirgesini kabul etti. Zaman içinde yaşanan toplumsal değişimler yeni sınamaları beraberinde getirmeyi sürdürüyor.

BM İnsan Hakları Bildirgesi, ırk, dil, din ayrımı gözetmeksizin dünya üzerindeki bütün insanların eşit doğduğunu vurgular. Bildirge aynı şekilde herkesin yaşama hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliğine hakkı olduğunu; hiç kimsenin, kölelik ya da kulluk altında tutulamayacağını; hiç kimseye işkence ya da zalimce ve insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele uygulanamayacağını belirtir.

İnsan hakları anlayışında kaydedilen gelişmeler insanlığın yıllar içinde önce Kuzey Amerika'da ve Batı Avrupa’da daha sonra dünyanın başka bölgelerinde çok geniş bir yelpazede hakların geliştirilmesinde ciddi mesafe kazanılmasını temin etti.

Desen: Selçuk Demirel

Soğuk Savaş

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya süratle Kapitalist ve Komünist sistemler olarak ayrışarak iki rakip blok olarak bölündü. Bu bölünme Soğuk Savaş dönemini beraberinde getirdi. Bir yanda ABD’nin liderliğinde hukukun üstünlüğüne dayalı kurallar temelinde özgürlükçü liberal demokrasiler Batı dünyasında Kuzey Atlantik İttifakı ve Avrupa Konseyi gibi örgütler, ayrıca Avrupa Birliğine doğru evrilecek Avrupa bütünleşme süreci gibi süreçler etrafında kümelenirken; diğer yanda otoriter ve keyfi yönetimlerin ve güdümlü ekonomilerin oluşturduğu devletler Sovyetler Birliği liderliğinde ve Varşova Paktı çerçevesinde yer aldı. Bu iki kutup arasında ise Hindistan, Mısır ve Yugoslavya’nın liderliğinde Akdeniz, Kuzey Afrika, Sahra Altı Siyah Afrika Güney Doğu Asya’daki bir kısım ülkelerin oluşturduğu Bağlantısızlar Bloku'nu meydana getirdi.

Batı dünyasındaki gelişmeler

Avrupa kıtasında, özellikle Batı Avrupa’da 1949’dan itibaren önce Avrupa Konseyi, daha sonra AB adını alacak olan Ortak Pazar kuruldu. Her iki kuruluş son 70 yıl içinde insan hakları ve uygulamalarının BM İnsan Hakları Beyannamesi doğrultusunda ilerlemesine önemli katkılar sağlayan kavramsal ve tatbiki ilerlemeler geliştirdi. AB, Avrupa Konseyi İnsan hakları Sözleşmesinden farklı ve sırf AB üyeleri için bağlayıcı olacak Avrupa Temel Haklar Şartı’nı kabul etti. Son 30 yıldır ise BM’de üçüncü kuşak haklardan da söz ediliyor. Bunlar arasında barış, çevre, insanlığın ortak mal varlığından yararlanma ve halkların hakları da sayılıyor. 1861’de kurulan Uluslararası Kızılhaç Komitesi, 1864’ten 1949’a Cenevre Sözleşmeleri'nin gelişimiyle uluslararası insancıl hukuk, temellerinin atıldığı dönemlerden bugüne uzanan bir süreç içinde gelişti.

Bu dönemde ABD'de de sivil haklar hareketi başarılı mücadeleler verdi. Demokrasi, bireysel özgürlükler ve uluslararası ilişkilerde kozmopolit anlayışlar hem Amerika’da hem Avrupa’da siyaset insanlarına hakim oldu. Kimlik politikaları tüm dünyada ön plana çıktı. Bu arada dünyanın birçok yerinde uzun süreli ırkçı ve dini baskı altındaki azınlıkların mücadeleleri mesafe kazandı.

Pazar ekonomisinin yaygınlaşması ve küreselleşme

Batı Bloku'ndaki siyasi, ekonomik ve sosyal gelişmeler ve kural temelli liberal ekonomik modeller, yine Amerika ve İngiltere’den başlayarak önce Batı Avrupa’ya, daha sonra Alt kıta ve Uzak Doğu’ya yayılmasına amil oldu.

1990’lı yılların başlarında SSCB'nin dağılması ve komünizmin çökmesinden sonra ise bloklar dönemi sona erdi. Dünya, büyük teknolojik ilerlemelere sahne olan 20. yüzyılın son on yılından itibaren hemen her bakımdan küreselleşti.

Alacakaranlık

21. yüzyılın başlarından itibaren dünya alacakaranlık bir döneme yöneldi. Otoriter yönetimlere sahip Rusya ve Çin teknolojik ve askeri bakımdan güçlenirken, İslam dünyasında petrol ve doğal gaz üreticisi zengin rejimler bölgesel dengelerde ve uluslararası ilişkilerde, siyasal bireysellik karşıtı politikalarıyla etkili olmaya başladılar. Tüm coğrafyalarda, Batı dünyasının özgürlükçü geleneksel görüşünü değiştiren popülist hükümetler göreve geldiler. Demokrasi değersizleşti. Otokrasi savunulur oldu. Küreselleşme 21. yüzyılın ikinci on yılı başlarında hızını kaybetti. Bu gelişmeler evrensel değerleri alacakaranlık bir döneme sokarken, dünya şimdi Ukrayna savaşının göstereceği gelişmelere göre şekillenecek olan yeni bir belirsizlik dönemi içine girmekte.

Sisifos söyleni

Savaşların önlenmesinin yolu insanların barış ve dayanışma içinde birlikte yaşamasından geçiyor. Bu gerçeğin onca acı deneyimler dolayısıyla bilinmesine rağmen ne yazık ki insanoğlu, birlikte yaşama ve birlikte çalışmak yerine kan dökmekten vazgeçmiyor. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı bu gerçeğin en korkunç son örneği. Ancak insanoğlu şimdiye kadar erişemediği sürekli barış idealinden de vazgeçmiyor. Bunun için de Sisifos söyleni misali, bir alacakaranlık evresine girmiş olan evrensel değerlere sarılmayı yine de sürdürüyor. Çünkü başka çaresi yok.

Demokratik değerlerin evrenselliği nereden kaynaklanıyor?

Demokratik değerlerin evrenselliği insan doğasının tekilliğinden kaynaklanıyor. Bu değerlerin başında insan hakları ve demokrasi gelmekte. İnsan doğası, nasıl dünyanın her yerinde aynı ise, bu değerler de dünyanın her coğrafyasında ve kadın erkek her renkteki her insanın hakkı. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi de esasen her insanın her yerde bu değerlerin doğuştan sahibi olduğu anlayışıyla kabul edilmişti.

Hal böyle olmakla birlikte, evrensel olarak addettiğimiz değerler dünyanın her yerinde özde aynı ise de bir yanda halen, yukarıda değindiğimiz gibi, bir zayıflama evresi içinde bulunurken, aynı zamanda gerçek yaşamda farklı toplumlarda, öteden beri olduğu gibi, farklı olarak yaşanmaya devam ediyor.
Örneğin bir milyarı aşan nüfusa sahip, çok ırklı, çok dilli, çok dinli, çok mezhepli, Hindistan’ın çoğulcu bir demokrasi olduğu dünyada kabul gören bir önerme. Gerçekten de Hindistan bir demokrasi. Ne var ki maddi ve sınıfsal eşitsizlik ve adaletsizliklerin ve aşırı servet sahipliğiyle derin yoksulluğun iç içe yaşadığı, hatta tavan yaptığı Hindistan’ın demokrasisi ile Birleşik Krallık’taki Westminster demokrasinin aynı rejim olmadığı açık. Aynı şekilde pazar ekonomisi dediğimiz zaman Amerika’da, İngiltere’de, İtalya’daki Pazar ekonomisiyle Japonya’daki pazar ekonomisi arasında dağlar kadar farklar olduğu bilinir. Alman sosyal demokratlarıyla İsveç veya Fransa sosyal demokratları arasında pek çok ortak payda bulunabilir. Ama bir o kadar farklı uygulamalar mevcuttur.

Sömürgeciliğin çağrıştırılması

Bir diğer güçlük ise evrensel dediğimiz değerlerin bazen alıcıları tarafından sömürgeciliği çağrıştıran mesajlar olarak görülebilmesi. Gerçekten de demokrasi, laiklik, eşitlik, liberalizm, çoğulculuk, pazar ekonomisi veya sosyalizm gibi değerlerin temelde Batı değerleri olması bu kavramların sömürgeciliği çağrıştıran niteliğini gündeme getirebiliyor. Bu durum ise değerlerin evrensellik karakterinde tartışma yaratıcı olabiliyor.

Evrensel değerlerin baskıyla uygulanması

Söz konusu evrensel değerler özellikle her ülkede ve her toplumda standart, homojen ve birörnek uygulama olarak görülmek istenirse bu tavırlar baskıcı bir anlayış içinde algılanıyor, diyalog yerini kutuplaşmalara bırakıyor ve çabalar kolayca ofansif bir mahiyete dönüşüyor. Bu durum ise etki tepki sarmalını tetikliyor. Değerlerin evrensellik vasfı ışıltısını yitiriyor ve mesajlar yerine ulaşamıyor.

Hedeflere ters düşmemek

Sonuçta söz konusu farklılıklar evrensel diye adlandırılan ilkelerin aslında özünü değiştiren pratikler değil, aksine bu evrensel ilkelerin gerçek hayatta ahenkle yaşatılmasını sağlayan ve bunlara hakiki evrensel niteliklerini bahşeden uygulamalar olmalı. Süreçler kılcal damarlarda gücünü bulabilir.

Haklı olarak halen de evrensel değer atfettiğimiz demokrasi, eşitlik, laiklik çoğulculuk ve benzer ilkeleri bir topluma her şeye rağmen standart, homojen ve bir örnek olarak dayatmaya kalkarsak yukarıda belirttiğimiz gibi insanlığın bu değerlerle ulaşmak istediği hedeflerin tam tersi sonuçlara vardığını yaşadığımız gündelik olaylar ortaya koymakta.

Dini semboller

Bir kişinin dini semboller taşıyıp taşımaması o kişinin inançlı veya inançsız, dindar veya laik olup olmadığının kanıtını oluşturmuyor. Bu gibi dini sembollerin taşınması, bizde ve başka ülkelerde çoğu zaman örf ve adetlere ve kökleşmiş kültürel uygulamalara uyulmasının bir tezahürü olarak da tatbik alanı buluyor.

Öte yandan Müslüman nüfusa sahip toplumlarda bireylerin dini semboller taşıyıp taşımamalarına göre dayatıcı uygulamalara maruz kalmalarının, beklenenin aksine sonuçlar doğurabildiğine tanık olmaktayız.

Evrensel değerlerin özünün iyi anlaşılması

Sonuçta BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisine konu teşkil eden hakların korunabilmesi, insan onurunun yüceltilmesi ve insanların Bildirinin aradığı özgürlük ve mutluluğa kavuşabilmesinin yolunun, bu hakları barındıran mesajların muhatabı olan farklı toplumların bu değerleri içeren mesajları yeni bir yorumlamaya tabi tutmalarından, yani bir nevi yeniden keşfederek uygulamalarından geçtiği unutulmamalı. Evrensel değerlerin baskıyla uygulanması bu değerlerin yaygınlaştırılması ve güçlendirilmesini değil zayıflatılmasını ve değersizleştirilmesi sonucunu doğurabilir. İnsan hakları, demokrasi, ifade ve basın özgürlüğü gibi evrensel değerler, güncel uluslararası gelişmelerin etkisiyle bugün zayıflar bir görüntü yansıtsa bile, geçerli olmayı sürdürmekte. Bu değerler farklı toplumlar tarafından ancak gönüllü iradeyle uygulanabildikleri takdirde evrensellik vasfını koruyabilir.

Ortak sahiplenme ve gönüllü irade, evrensel değerlerin önünü açmalı, uluslararası ve bölgesel örgütlerin normatif alanda hakların gelişimine katkısına yeni bir ivme sağlayacak anlayışların gücü devreye sokulmalı. Evrenselliği yeniden yaşamalıyız.

Yazarın Diğer Yazıları

KKTC limanlarının, GKRY gemilerine açılması

Kıbrıs konusunda AB tarafından uğradığımız açık haksızlıklar bizde, basında ve kamu oyumuzda ve siyaset hayatımızda yeteri kadar şiddetli toplumsal tepki yaratmıyor?

İstanbul’da alışkın olmadığımız bir toplantı

AB’li katılımcılar da Türkiye’nin jeopolitik ve ekonomik olarak Batı dünyası için önemini somut örnekler ve önerilerle anlattılar

Biden'ın çekilmesi birçok soruyu beraberinde getirdi

Adaylığı altın bir tepside Kamala Harris’e sunmak yerine medyanın ilgisini çeken yeni bir namzet üzerinde mutabakat sağlanmasının zor olduğu anlaşılıyor...

"
"