18 Mayıs 2010

“Yargıya Açık Mektup”

AKP’ye gelince, büyük açılımlara saçılımlara hiç gerek yoktu terör mağduru çocukları kurtarabilmek için...

Bir süre önce bazı gazetelerde bir ilan çıktı. Çoğunuz belki fark etmediniz bile, ama fark etmeyenlerin eksikliği değil bu. Hem gerçek hem mecazi anlamda belden aşağı işler ve o işlerin siyasi ranta tahviliyle öylesine meşgulüz ki, çok yakınımızdaki cehennem çukuruyla ilgilenmiyoruz bile.
Uçuruma giden yolun taşlarını ayrımcılıkla, nefretle, kanla, savaşla döşeyerek bizi o yola sürenler; gözümüzü ve yüreğimizi perdelemek için her gün yeni bir olay yaratmaktan, yeni bir skandal, bir komplo, bir melanet imal etmekten bıkıp usanmıyorlar.
Bu satırlar yazılırken, dört bine yakın, belki de şu anda dört bini aşkın çocuk Doğu’da, Güneydoğu’da, ailelerinden, okullarından uzakta, hapishanelerde yatıyor. Onlar medyanın “taş atan çocuklar” dediği, yargılayanların ve muktedirlerin “terörist” diye tanımladıkları 18 yaşından küçük çocuklar ve yeniyetmeler. Hani emniyet güçlerinin her gösteriden sonra avuçlarını koklayıp, inceleyip taş atıp atmadıklarına karar verdikleri, sonra hapishanelere doldurulan ve yaşları kadar, hatta daha fazla yıl hapse mahkum edilen çocuklar. Lafı döndürüp dolaştırmayalım, onlar Doğu’nun Kürt çocukları.
Türkiye’nin en az on beş yıl önce imzalayıp kabul ettiği Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 1.maddesine göre, 18. yaşına kadar her insan cezai ehliyet anlamında çocuk sayılır. Tarafı olduğumuz diğer uluslararası anlaşmalara göre de öyle. Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 37. maddesine göre, hiçbir çocuk yasa dışı ve keyfi bir şekilde özgürlüğünden yoksun bırakılamaz. Çocuk mahkemelerinde yasalara uygun cezalandırma hallerinde de çocuklar yetişkinlerle aynı yerde, aynı koğuşta, eğitimleri ve öğrenimleri yarıda bırakılacak koşullarda tutulamaz. Çocukların kendileri için düzenlenmiş özel yer ve koşullarda özgürlüklerinden yoksun bırakılma hali de, ancak zorunlu bir nedenle ve istisnai olarak uygulanabilir ve en kısa sürede sona erdirilir.
Birliğine bütünlüğüne halel gelmesin diye bunca gencimizi hunharca kurban ettiğimiz “cennet vatanımız”da bütün bu sözleşmeler, kağıt üzerinde kalmaya mahkum lafı güzaftan ibarettir. Bizde yaşları 8-17 arasında değişen binlerce “taş atan çocuk”, -altını çiziyorum: Kürt çocuğu-, Terörle Mücadele Kanunu’nun 9. maddesi gereğince, ağır ceza mahkemelerinde ve eski DGM’lerin devamı olan Özel Yetkili Mahkeme’lerde yargılanmakta, yargılanmaları tutuklu sürdürülmekte, yıllarca en kötü hapishane koşullarında yetişkinlerle birlikte bırakılmakta, sonra da yaşları kadar ya da daha fazla hapse mahkum edilmektedir. Bunların yarısının dosyalarında hiçbir somut delil yokken haklarında  terör suçundan dava açılmış, ceza kesilmiş ve o anlı şanlı Yargıtay, bu kararları onaylamıştır.
Ve işte taş atan çocukların TMK’nın 9. maddesindan yargılanmaları, yargılamanın tutuklu sürdürülmesi, 18 yaşından küçüklerin TMK’ya tabi tutulmaları, tutuklulukları boyunca yetişkin tutuklu ve mahkumlarla birlikte bırakılmaları; birilerinin kılına dokunulacak diye ödlerinin koptuğu 12 Eylül Anayasası’nın bile 90. maddesinin açık ihlalidir. Bu kararları verenler, onaylayanlar, destekleyenler bunu apaçık bilmektedirler. Çocukların avukatlarının anayasaya aykırılık dilekçeleri işleme bile konulmamıştır. Lafı gevelemeden, karnımızdan konuşmadan söyleyecek olursak, bu çocukların suçu özünde Kürt çocuğu olmaktır.
“Çocuklar İçin Adalet Çağrıcıları”nı duydunuz, ilgilendiniz mi bilmem. Beş bini aşkın destekçiyi arkasına alan bir avuç cesur ve vicdanlı insan, terör yasası mağduru taş atan çocukların davasına gönül vermiş, baş koymuş, uğraşıyor. Özünde bir vicdan hareketi bu. Ortak vicdanın galip gelmesine çabalayan bir hareket. Kendi çocuklarımıza yapılmasını istemediğimiz kötülüklerin başka çocuklara da yapılmasına engel olma çabası.  Başvurmadıkları makam, aşındırmadıkları kapı kalmadı. Partilere, Meclis’e, milletvekillerine, en son da Başbakan’a gittiler dertlerini anlatmak için. “Yargıya Açık Mektup” başlığını onların, yani Çocuklar İçin Adalet Çağrıcıları’nın gazetelere verdikleri ilanın başlığından aldım.
Yargıya yalvarmıyorlar; vicdanın, adaletin, hukuğun bizzat yargı tarafından hiçe sayıldığı yerde ilgilileri ve sorumluları Anayasa’ya uymaya çağırıyorlar ve anayasa ihlaline karşı uyarıyorlar.
Konu birkaç defa gündeme geldi. MHP beklenebileceği gibi “onlar çocuk değil terörist” teranesine sığındı, CHP biraz rikkate gelmiş gibiydi, sonu gelmedi. Başbakan, kendisiyle görüşmeye giden heyetin çürütülemez kanıtlarından ve vicdani duruşundan etkilenip konuyu Bekir Bozdağ’a havale etti. Mayıs sonuna kadar bir gelişme olacakmış, ilgili düzenleme veya yasa, her neyse, ivedilikle çıkacakmış diye umutlandık.
Geldik Mayıs sonuna. Beş-on gün kadar önce, Devlet Bakanı Cemil Çiçek yurtdışında bir toplantıda kendisine bu konu sorulduğunda, “Onlar çocuk değil ki” buyurdu tıpkı Devlet Bahçeli gibi. Doğru, onlar “normal” çocuk değil; onlar Doğu’nun Güneydoğu’nun, o acılı toprakların şiddet içinde büyümüş, örselenmiş, ezilmiş Kürt çocukları. Otuz yıldır süren savaşın gerçek mağlupları.
Onlar çocuk değil!
Gözüne kıymık batsa “Anne bak, kaka çocuklar ne yapıyor!” feryatlarıyla Anayasa mahkemesine giden CHP’nin aklına nereden gelsin taş atan çocuklarla ilgili olarak Anayasa mahkemesine başvurmak. Farklı mı ağlar Kürt analarla çocuklar bilmezler, Kürt çocuğu anasına nasıl sokulur, nasıl sığınır korktuğunda ve ana nasıl çaresiz kalır devletin ezici gücü karşısında bilmezler. Ve çaresizlik nasıl büyütür öfkeyi, isyanı anlamazlar.
AKP’ye gelince, büyük açılımlara saçılımlara hiç gerek yoktu terör mağduru çocukları kurtarabilmek için. Elindeki yasama olanakları da, çoğunluğu da yeterdi bu işi çoktan çözmeye.
Analar ağlamasın diye gözyaşlı nutuklar atmak yerine, böyle bir adımla başlama cesaretini gösterebilseydi,  siyasetin değil vicdanın sesini duyabilse ve duyurabilseydi, sorun çoktan çözülmüş olurdu. “Onlar çocuk değil” diyebilenlere teslim olmasaydı, dört binden fazla çocuğun geleceği, ülkenin geleceğiyle birlikte kararmazdı.
Üç gün önce bir BDP milletvekili gerçek olduğuna inanmak istemediğim, çok acı, çok korkunç bir söz söyledi. “Böyle devam ederse, gerilla ile yetinmez, her yeri cehenneme çeviririz” dedi. Kabul edilmez bir nefret söylemiydi bu; tek tük sesler yükseldi Kürt hareketinin içindeki demokratlardan, Aysel Tuğluk’un “Oysa biz, cennete çevirmek için uğraşıyoruz” sözü mesela, umutsuzlukla kararan yüreğime biraz su serpti.
Ama sizler, “vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü” ezberinin arkasına sığınıp, hukuku ve Anayasa’yı hiçe sayarak; savaş içinde, çatışma içinde, yoksulluk, yoksunluk içinde büyüyen, tek oyunları ve kendilerini ifade tarzları isyan olan, bunu da taş atarak dile getiren umutsuz, geleceksiz çocukları o hapishanelerde tutmaya devam ederseniz, bu ülkeyi gerçekten bölecek ve cehenneme çevirecek gücü kendi elinizle yaratıp büyütüyorsunuz demektir. Şimdiye kadar yaptığınız gibi!...

Yazarın Diğer Yazıları

Romanını yazamadığım kahramanım Nazar

İnsan benim yaşıma gelip de birlikte yol yürüdüğü,  onlarla zenginleştiği dostlarını, arkadaşlarını yitirdiğinde sadece onların matemini tutmuyor, sadece onlara ağlamıyor. Her giden bizden bir parça koparıp gidiyor. Eksiliyoruz

Bir yazamama yazısı

Yazıyoruz, söylüyoruz, bağırıyoruz, feryat ediyoruz da ne oluyor, ne değişiyor! Anlamsızlık, yetersizlik, boşuna çaba duygusu

Çocukları kefene sokan ruh hastası ilkel zihniyet

ÇEDES'in amacı çocuklarda çevre duyarlılığını geliştirmek ise, ormanlarımızın, tarım topraklarının, doğal zenginliklerimizin nasıl yok edildiğini, açgözlü vahşi talan düzeninin doğal yaşamı nasıl katlettiğini öğretin

"
"