20 Aralık 2011

Yalan Dünya Çökerken

Bizimki yüz yıllık yalnızlık değil, yüz yıllık yalan. Osmanlı’nın çöküşü...


Bizimki yüz yıllık yalnızlık değil, yüz yıllık yalan. Osmanlı’nın çöküşü, imparatorluğun dağılması ile başlayan ulus-devlet kuruluş sürecinden bugüne, neredeyse yüz yıldır; sanal bir alemde, bir yalanlar dünyasında yaşıyoruz. Aslında, “yaşatılıyoruz” demeliydim, çünkü bunu biz seçmedik; en azından üç kuşak o yalanlar dünyasının içine doğduk; o dünyada yetiştik, eğitimimizi onun okullarında aldık; ahlâkımızı, değerlerimizi, fikirlerimizi bize sunulan afyonu yutarak oluşturduk. Farkına vardığımızda, “acaba mı?” dediğimizde, gerçeği bir kenarından aralayıp “hayır, bunlar yalan” diye isyan ettiğimizde kendimizi o dünyanın mahkemelerinde, hapishanelerinde, işkencehanelerinde, darağaçlarında, toplu mezarlarında bulduk . En hafifinden, işsiz güçsüz, yersiz yurtsuz, adsız ve dilsiz kaldık.
Bütün devletlerin, ulusların, toplumların, cemaatlerin, siyasetlerin; bütün ideolojilerin, dinlerin, mezheplerin kendi kandırmacaları, kendi sanallıkları, kendi yalanları vardır. Çünkü dünyevi ve uhrevi iktidarlar, muktedirlerin egemenliğini kurup pekiştirecek, gereğinde kitleleri ölüme gönderecek efsaneler, kutsallıklar, yalanlar, sanallıklar üzerine kurulur. Kitlelerin algısı, bilinci, zihniyet dünyası baskıyla, tehditle, korkuyla ya da daha yumuşak biçimde eğitimle, siyasetle, medya gücüyle bu yalanlar üzerinden biçimlendirilir, yönlendirilir, yönetilir. Resmi tarihler, egemenlerin ve egemen ideolojilerin kitlelere anlattıkları muhteşem masallardır ve kitlelerin afyonudur. Çoğunlukla kitleler bu afyonu severek, gönüllü yutarlar. Şu vahşi dünyayı, şu trajik insanlık macerasını anlamlandırmak için ihtiyaçları vardır. Egemenlerin resmi tarihini, kendilerine de manevi güç katan yüceltmeleri benimserler, hatta o yalanlar uğruna savaşır, yaşamlarını yitirirler.
Yalan sadece gerçeği çarpıtarak değil, susularak, susturularak, unutarak, unutturarak da söylenir. Egemen ideolojilerin anlatıları suskunluklarla doludur. Sanki olanlar hiç olmamıştır. Toplumsal belleksizleştirme, egemenlerin kurdukları, hatta çoğu zaman kendilerinin de inandıkları sanal dünyanın temel taşlarından biridir. 

Gerçekle Yüzleşmek Güçtür

Son zamanlarda toplumca şaşkınlık içindeyiz. Ayaklarımızın altındaki toprak sarsılıyor. Bunca yıldır inandığımız, inandırıldığımız gerçekler, değerler, kutsallar, kişiler, olaylar tartışılmaya başlandı. Resmi anlatılar sorgulanır oldu, totemler ve tabular dokunulmazlıklarını yitirdi yitirecek. Daha birkaç yıl öncesine kadar, bırakın konuşmayı tartışmayı, zihinlerden geçmesinden bile çekinilen konular, televizyon ekranlarına yansıyor. Sadece yakın tarihimizin unutturulmuş sayfaları değil, sadece resmi tarih yalanları değil; sosyalist geçmişimizden İslami hareketin umdelerinin günümüzdeki durumuna kadar, üç hatta dört kuşağın tahayyül ve inanç dünyası, düşünce iklimi, ideolojileri yavaş yavaş yüzleşme, değerlendirme, sorgulama sürecine dahil oluyor. 
Kimileri öfkeleniyor, tepki göteriyor: “Ne gerek vardı şimdi suları bulandırmaya!” ya da “Bunlar Atatürk Cumhuriyeti’ni yıkmaya çalışan vatan hainlerinin işi”, ya da “Kendi içimizdeki din düşmanlarının, mezhepçilerin kışkırtması”, ya da “Türklüğü aşağılamak isteyen dış mihraklar ve iç hainlerin komplosu!”  Hepsinin öfkesini, huzursuzluklarını anlamak mümkün. İnsanların beynine ve yüreğine kazınmış inançların sarsılması, ayakları altındaki zeminin kaymasından bile daha ürkütücüdür. İnançlarının, kutsallarının sorgulanması kişide de toplumda da ağır travmalar yaratır. Kişi ve toplum gerçekleri görmeye, bilmeye, öğrenmeye, kabule direnir. Güç ve sancılı bir süreçtir bu; bazen tam bir reddiye ile kişinin ve toplumun bir süre içine kapanmasına, donup katılaşmasına da götürebilir. 
Ne var ki, toplumsal değişim bizim irademizden büyük ölçüde bağımsızdır. Değişimi bir ölçüde ve bir süre etkilemek, hatta yönlendirmek mümkün olsa da, önünde durmak ve durdurmak mümkün değildir. Hele de küreselleşmiş dünyada, bulunduğumuz bölgede ve Türkiye’de 21. yüzyılın ikinci yarısına doğru ilerlerken, 20. yüzyılın resmi tarihi, o tarihin yalanları ve yalanlar kadar  önemli olan, onlarca yıldır toplumdan gizlenmiş olaylar artık örtbas edilemez. Çünkü o yalanlar ve suskunluklar geldiğimiz noktada toplumu zorluyor, bir adım ileri atmak istediğimizde geçmişimiz ayağımıza bağ oluyor. Kurtulmak için, acılı bir ameliyatla da olsa güçlü ve gürbüz hakikat damarının ortaya çıkarılması gerekiyor.

Nasıl Yüzleşeceğiz?

Son zamanlarda hepsi üst üste geldi. Ordu vesayeti, darbecilik, 37-38 Dersim katliamı, 1915 Ermeni tehciri ve kırımı, Kürt sorunu, 6-7 Eylül, Varlık vergisi, gayrimüslim azınlıkların hakları, Maraş, Sivas, Çorum vb. katliamları, Alevilik, medreseler, Diyanet kurumu, meleler/mollalar tartışmasıyla gündeme düşen tevhid-i tedrisat,  vicdani red, zorunlu askerlik; ve Susurluk’ta, Ergenekon’da ifadesini bulan derin çeteci devletin faaliyetleri, cinayetleri... Hepsi peş peşe döküldü ortaya. Bir ilmek çekildi ve örgü sökülmeye başladı. 
Örgünün sökülmesinden, farkındalıkların oluşmasından, yalanların meydana çıkması ve tabuların tartışmaya açılmasından rahatsız olanlar var, hatta çoğunluktalar. Siyasi ve ideolojik egemenliklerinin yıkılmasından, zihin konforlarının bozulmasından, bunca zamandır inandıkları ve inandırdıkları bir dünyayı yitirmekten korkuyorlar. Ve öfke içinde, “Kim kışkırtıyor bunları, Pandora’nın kutusunu açan kim, maksadı ne ?” diye soruluyor. Herkes kendi konumuna, siyasal-ideolojik meşrebine göre bir sorumlu buluyor. Olağan şüpheliler: başta AKP, Kürtler ve demokratlar.
Değişimi anlamayan veya değişime direnenler, perdeyi aralayanın, kutuyu açanın, ilmeği çekenin aslında zamanın ruhu olduğunu fark etmiyorlar. Şimdilik AKP’de temsilcisini bulan Sünni-İslamî hareket ve Kürt hareketi zamanın ruhunun sadece aracıları. Neden onlar? Çünkü her ikisi de ulus-devletin iktidar dışına ittiği, bununla da kalmayıp bastırdığı, yeraltına zorladığı güçler, bu anlamda sistemin neredeyse yüz yıllık mağdurları olarak sistemin dışından geliyor, Türk ulus-devletinin sanal alemini sarsıyorlar. Aslında Kürt hareketi AKP’den daha yapı bozucu, daha radikal; çünkü sisteme eklemlenen ve iktidar olan AKP’nin aksine Kürtler bugün de mağdurlar, bugün de sistem dışılar; ve AKP’nin de sahiplendiği Türk milliyetçiliğinin karşıtları olarak ulus-devlete en uzak kesimi temsil ediyorlar.
Konuyu haftaya devam ettirmek üzere bir ipucu verecek olursam; geçmişimizle yüzleşmek için öncelikle Türk ulus-devlet yapısını ve ideolojisini sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum. Dersim’den Ermeni tehcirine, Susurluk’tan Ergenekon’a, üzerimize karabasan gibi çöken olayların tümü özünde bu devlet zihniyetinin ve ideolojisinin ürünüdür. Bunların tümü birbirine bağlı ve aynı damardan besleniyor. Biriyle yüzleşip diğerini yok sayamazsınız, biri için özür dileyip diğerini aklayamazsınız. Kendi işinize geleni sorgulama dışı bırakıp siyasi rant sağlayacağını umduğunuzun üzerine gidemezsiniz. Geçmişle yüzleşmek topyekûn bir sorumluluktur.

Yazarın Diğer Yazıları

Romanını yazamadığım kahramanım Nazar

İnsan benim yaşıma gelip de birlikte yol yürüdüğü,  onlarla zenginleştiği dostlarını, arkadaşlarını yitirdiğinde sadece onların matemini tutmuyor, sadece onlara ağlamıyor. Her giden bizden bir parça koparıp gidiyor. Eksiliyoruz

Bir yazamama yazısı

Yazıyoruz, söylüyoruz, bağırıyoruz, feryat ediyoruz da ne oluyor, ne değişiyor! Anlamsızlık, yetersizlik, boşuna çaba duygusu

Çocukları kefene sokan ruh hastası ilkel zihniyet

ÇEDES'in amacı çocuklarda çevre duyarlılığını geliştirmek ise, ormanlarımızın, tarım topraklarının, doğal zenginliklerimizin nasıl yok edildiğini, açgözlü vahşi talan düzeninin doğal yaşamı nasıl katlettiğini öğretin

"
"