Böyle yazı olmaz; bunca yıl sonra anlıyorum ki, benden de mazbut yazar olmaz. Vicdan yazıları diye başlamıştım; şu halimi görün ki, bir öfke ve tepki yazısından başka bir yazı çıkmıyor kalemimden -hayır, bilgisayarımdan-.
DTP’nin sine-i millet kararını bekliyordum, yine de son bir umutla resmi açıklamayı, daha sonra da Ahmet Türk’ün özel açıklamalarını bekledim; yazıyı da bu yüzden geciktirdim. Kararın açıklanmasından sonra, ne yapacağımı, ne yazacağımı düşünerek zapladığım televizyon kanallarında, kısa süre önce pek çok konuda aynı görüşte olduğumuz, kapatılma durumunda Meclis’i terk etmenin yanlış olacağı görüşünü paylaştığımız DTP’li dostlarım konuşuyordu, karara gerekçeler bulmaya çalışarak. Bazıları da susuyordu. Ahmet Türk’ün ekrandan yansıyan yüzüne baktım, gitgide derinleşen çizgilerine. Ne çok şey düşündüm o çizgilere, o çizgilerin ardındaki yıllara dönüp. Bir halkın sorumluluğu, bir ülkenin ve tarihin sorumluluğu omuzlarını çökmüş insanı gördüm. Kuşağımızın bu yollarda tüketilmiş en az kırk yıllık geçmişini ve daha kaç yıl olacağını bilmediğimiz geleceğimizi gördüm. Bir acı saplandı yüreğime.
Kaç gündür toplanmamış odamda -oysa ben çok düzenli olmakla eleştirilirim!- yerlere dağılmış gazetelerde, Tarlabaşı’nda mı nerede, DTP’nin kapatılmasını protesto eden yüzü maskeli insanlar ve karşılarında ellerinde sopa, sustalı bıçak ve silah çekmiş aynı yaşta başka insanların fotoğrafları... Van’da, Hakkari’de, Diyarbakır’da, yaşamlarında sadece acı, sadece şiddet ve gözyaşı olan taş atan çocuklar intifadasının ekranlara yansıyan görüntüleri... Sonra ölü asker cenazeleri; sıram sıram, tabut tabut şehitler ve Anayasa Mahkemesi’nin DTP’nin kapatılması kararı ve Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın “vicdanım rahat” açıklamaları...
Şu anda, yazıya oturduğumda yalnızım; şu son günlerde kalabalıklar içinde de yalnızım zaten. Gözümün önünde Meclis’te boş kalmış o koltuklar, o boşluğun sadece hüznü, acısı değil korkusu aynı zamanda. Gözümün önünde, o boş koltuklara bakarak keyiflenenler. Yüreğimde kaybettiklerimiz: ülke olarak, Türkler, Kürtler olarak kaybedilenler.
Ben, dünyanın ve ülkenin acılarını, sorunlarını, korkularını, o ülkenin bütün insanlarının kaderini kendi kaderiyle, kendi acısıyla, kendi sorunuyla bütünleştirmiş, bu yüzden de belki biraz marazi bir kuşağın üyesiyim. Katlanamıyorum, ağır geliyor.
Dağları severdik, hâlâ da severim. 1970’lerde en yiğit yoldaşlarımızı yitirdik dağlarda. Ve öğrendik: Barış ortamında dağlar güzeldir, oralarda derin, özgür nefes alır insan, oralardan geniş bir ufka bakar. Ama neredeyse kırk yıl sonra, dağlar savaşın, ölümün simgesi ve yuvası olduğunda insanları oraya çağırmak ölmeye ve öldürmeye çağırmaktır; halkları, kitleleri yalancı umutlar peşine takıp, birbirine düşman edip barış ve kardeşçe yaşam umutlarını söndürmektir. Açılım bitti diye kahkaha atanlar ve “artık bütün gençler dağa çıksın” emrini gönderenlerle, MHP genel başkanının yaptığı gibi “biz de dağa çıkarız” tehdidi savuranlar aynı yerde buluşmuştur şimdi.
Ve ne acı, ne yazık ki, DTP’yi kapatma kararı verenler, bu kararın engellenebilmesi için gereğini yerine getirmeyenler, karar böyle çıksın diye son günlerde provokasyon üstüne provokasyon yapanlar, Türk ve Kürt Ergenekonları el sıkışıp buluşmuştur.
Vicdani karar kafa berraklığı ister, doğru tartı ister. Ama ben şimdi öfkeliyim: Ben, akıllarını, yüreklerini insana ve yaşama değil kendilerinin bile neye yarayacağını bilmedikleri bir iktidar tanrısına adamış, vicdanlarını ve akıllarını şeflere, başbuğlara, önderlere ipotek etmiş olanlara öfkeliyim. Hangi yanda olurlarsa olsunlar, savaş çığırtkanlığına, tahriklere pabuç bırakanlara öfkeliyim. Yeterince karşı duramadığım, barışçı çözüme yeterince katkıda bulunamadığım için kendime öfkeliyim.
Bu günden itibaren Büyük Millet Meclisi’nde bazı koltuklar boş kalacak. Meclis daha az büyük olacak. Ben orada değilim, ama boş koltukların acısını içimde duyuyorum. Sizler, o salondakiler! Hiç fark etmeyecek misiniz o boşluğu? Bakıp da o boş koltuklara, bunların boşalmasında benim payım nedir, boşalmaması için ne yaptım demeyecek misiniz? Yoksa zil takıp oynamaya, kınalar yakmaya çoktan başladınız mı?
Bu bir öfke yazısıydı. Vicdanın biraz öfkeye, duyguya da ihtiyacı vardır doğru tartmak için. Dedim ya; benden mazbut yazar olmaz diye... Kendime gelince, T24 yöneticileri de izin verirse, belki de haftayı beklemeden akıllı uslu, soğukkanlı bir yazı yazıp ne demek istediğimi anlatırım.