Suriye alev alev yanıyor. Çoluk çocuk Suriye halkı nereye kaçacağını, ne yapacağını bilemeden tepesine yağacak bombaları bekliyor. Operasyon askerî hedeflerle sınırlı olacakmış! Biz Afganistan’da, Irak’ta, dört bir yanda bu askerî hedef mavallarını çok dinledik, bu saldırılarda kaç sivilin, kaç masum insanın hayatını kaybettiğini, bir de atılan her bombanın dünyayı eline geçirmiş silah tekellerinin ve savaş baronlarının kâr hanesine yazıldığını biliriz.
Son anda bir mucize yaşanmazsa alevler Ortadoğu’ya yayılacak, Suriye yangını Türkiye’yi de içine çekerek bölge yangınına dönüşecek. Ve Beşşar Esad ile birlikte AK Parti Türkiyesi de bu yangının iki baş kundakçısından biri olarak tarihe geçecek.
Suriye’de bugün gelinen nokta, şişine şişine patlayan kurbağa misali bölgesel güç olmaya heveslenenlerin El Kaide meşrepli cihatçılara dayanmayı bile göze alarak bölgeyi kendilerince dizayn etme planlarının sonucudur. Ama, suları nasıl akıtacağını öğrenip de selleri nasıl durduracağını öğrenmemiş acemi büyücü çırağı gibi, Suriye faciasının mimarları da kundakladıkları ve körükledikleri yangını nasıl söndüreceklerini bilemiyorlar. Meydan meydan dolaşıp Suriye halkını kurtarmak, özgürlük, demokrasi, insanlık, vicdan, vb.’den dem vuran hamasî nutuklarla hem kendilerini hem de halkı kandırmaya çalışıyorlar. O halk ki, Bush’un Irak’a saldırısı sırasında Türkiye’nin savaşa katılmasına yüzde 90’ı aşan oranlarda karşıydı. O halk ki, Suriye’ye müdahale konusunda fikrini soran bile yok. Sorulsa, adım gibi biliyorum, yine hayır diyecek.
Nerede insanlığınız, vicdanınız!
Suriye konusunda soğukkanlı bir yazı yazmaya oturmuştum, beceremedim. Daha doğrusu AKP’nin dış politikası üzerine yazdığım yazıyı çöpe attım, bu yüzden de yazım bir gün gecikti. Şimdi sadece feryat ediyorum, benimki bir isyan ve de umutsuz bir uyarı çığlığı.
İnsanın trajedisini; bölge, din, mezhep, etnisite, renk, kültür, ideoloji farkı gözetmeksizin nerede olursa olsun, kim olursa olsun içinizde eşit yoğunlukta duyanlardansanız; vicdanınız ülkenizde öldürülen Kürt çocuğuyla, Eskişehir’de dövülerek öldürülen gencimizle, Suriye’de, ya da Halepçe’de, ya da Sudan’da, ya da Mısır’da Adeviye meydanında öldürülen çocuklar arasında milim fark gözetmeden sızlıyorsa; vicdan, ahlâk, insanlık kavramlarını vicdansız, insansız siyasetlerine meze yapanlara bir çift sözünüz olmalı. Onlara, Suriye’de dökülen kandan, bir ülkenin gözlerimizin önünde harabeye dönüşmesinden, yaşanan büyük insanlık dramından sorumlu oldukları hatırlatılmalı.
Özgür Suriye Ordusu’nun ( gerçekten özgürük için savaşan ve şu günlerde en zor durumda olan kesimlerini tenzih ederek söylüyorum); öldürdüğü kişinin kalbini, ciğerini çıkarıp yiyen, postanede çalışan masum insanları binanın üstünden atıp cesetlerinin karşısında Allahu Ekber nidalarıyla gösteri yapan, Rojava’da Kürtleri kendi topraklarından kovmak için halka yapmadık zulüm bırakmayan, bunca insanı öldüren, cami mabet demeden her yanı ateşe vermekte Esad rejimiyle yrışan El Kaideci cihatçıların cinayetlerini görmüyor musunuz? Dünya âlem bu terör şebekelerine doğrudan dolaylı yardım ettiğinizi, lojistik destek, barınma, silah sağladığınızı biliyor. Anladık, bir zamanlarki kankanız Beşşar Esad diktatör; anladık, Suriye halkı diktatörün zulmü altında inliyor. Peki, kundakladığınız, körüklediğiniz Suriye yangını kaç yüzbin insanın ölümüne, ne kadar büyük yıkıma, kaç milyon kişinin ülkesini terk etmesine neden oldu? Sadece Suriye’de değil Türkiye’de ne kadar yıkıma, ölüme, acıya yol açtı? Ölüm ve acı istatistiklere, sayılara gelmez; yine de sizin anlayacağınız hesap mantığıyla bakacak olursak, kıyımda zulümde cihatçılarla Esad başbaşa yarıştalar, hatta görünen o ki desteğinizle ve kışkırtmalarınızla önümüzdeki günlerde müdahale olursa cihatçıların cinayet hanesi Esad’ınkine fark atacak.
Kimyasal silah mı dediniz? Evet, var; evet kullanıldı; kim söylüyor olmadığını? İki tarafta da var, iki taraf da kullanmış olabilir, iki taraf da aynı ölçüde acımasız ve barbar çünkü. Üstelik savaş kışkırtıcısı karanlık mihraklar tarafından iki tarafa da kullandırılmış olabilir. Ama hangi silahla olursa olsun, kimden gelirse gelsin ölüm aynı ölüm, zulüm aynı zulüm. Görmüyor musunuz? Bir ülke gözlerimizin önünde lime lime ediliyor, insanlar gözlerimizin önünde öldürülüyor.
Suriye’ye halkına zulmeden diktatörü devirmek için insanlık, özgürlük, vicdan, ahlâk adına müdahale etmiştiniz değil mi? Sevsinler sizin ahlâkınızı, vicdanınızı, özgürlüğünüzü! Yer aldığınız cephe, böyle olmasını istemeseniz de, baştan böyle olacağını hesaplamamış olsanız da, varılan noktada ne yazık ki İslamî cihatçılığın El Kaide cephesi. Ölümlerden ölüm, silahlardan silah beğenme cephesi...
Sakın "Diktatörden yana mısın" demeye yeltenmeyin!
Bush saldırganlığının Saddam’ı devirip ülkeye demokrasi getirme bahanesiyle Irak’a çullanmaya hazırlandığı günlerde, “Irak’ta savaşa hayır” demiş, demekle kalmayıp Türkiye barışçıları olarak yeri göğü inletmiş, savaşa hayır diyen sağcı, solcu, Müslüman, laik bütün kesimlerle birlikte meydanları doldurmuş, 1 Mart tezkeresinin Meclis’ten geçmemesi için Meclis kapılarını aşındırmış, sivil toplumun gücünü seferber etmiştik. Irak’ın ABD için ikinci bir Vietnam olacağını, işgalin ve savaşın bölgeyi tarumar edecek, halka Saddam günlerini aratan acılar, büyük yıkımlar yaşatacağını bıkmadan, usanmadan tekrarlamış, en azından ülkemizi savaşın dışında tutmak, suça ortak olmamızı engellemek için elimizden geleni yapmıştık. Aradan geçen on küsur yılda, barışçıların tartışmasız haklılığı hayatla ispatlandı. Savaşa doğrudan taraf olmayan Türkiye, savaş suçuna ortak olmamanın saygınlığını kazanırken, ABD güçlerine topraklarından geçiş izni vermeyerek bölgede yaşanması muhtemel toplumsal sarsıntıların önüne geçti. Ekonomik olarak da hiçbir şey kaybetmedi, aksine kazandı. Hayat ve tarih Irak’ta savaşa hayır diyenleri haklı çıkardı.
O günlerde bize saftirikler, ahmak barışçılar, dünyadan habersiz hayalciler ve benzer aşağılamalarla, saldırılarla karşı çıkanların tutundukları ip Saddamcılık iftirasıydı. Gerçek demokratlığın ancak barışçılıkla mümkün olabileceğine inanan bizler açısından gülünç bir ithamdı bu, ama demokrasi ihracının mümkün olabileceğini, savaşla ateşle demokrasi, özgürlük getirilebileceğini, hele de bunu Bush’gillerin yapabileceğini sananlar nezdinde prim yapıyordu.
Suriye’de olaylar başlayıp da AKP hükümeti neo-con Bush’un Irak politikasını benzer gerekçe ve yöntemlerle Suriye’de tekrarlamak üzere kolları sıvadığında, “Durun, düşünün, tarihten ders almıyorsunuz, Suriye batağına saplanacaksınız, sadece kendinizi değil ülkeyi ve bölgeyi ateşe sürükleyeceksiniz, Suriye Irak’tan beterdir, burada yangını körüklemek umulmadık korkunç sonuçlar doğurur ” diyenlere, aynı ithamla karşı çıkılmaya çalışıldı. “Silahlı müdahaleye, savaşa karşısın, demek ki sen Esadcısın, diktatörden, BAAS rejiminden yanasın!”
Kaba bir argoyla söyleyecek olursam (ki Başbakanımız sayesinde siyasetin dili haline geldi) “bu ayaklar koktu artık”, kimseyi inandırmıyor. Yine de; sadece hayalinde göremeyeceği yerlere getirilmiş cahil cühela takımı değil, AK Parti yandaşı kellifelli yazarlar, danışmanlar bu kokuşmuş salvoyu türlü biçimde tekrarlamaktan kendilerini alamıyorlar. Suriye politikasının geldiği noktayı eleştirenleri Erdoğan’ı yıpratmaya çalışmakla, Esad rejimini savunmakla, “Tayyip kazanacağına Beşşar kazansın” zihniyeti taşımakla suçluyorlar.
Ne Beşşar ne de Tayyip Bey umurumda. Bu yangından kimin ne kazanacağını da bilmiyorum. Ama kaybedenin hep sizin benim gibi insancıklar olduğu şu korkunç dünyada, bütün savaşlara ama’sız karşı çıkmanın, bir kez daha “saftirik ve ahmak barış eşeği” olmanın gerektiğine inanıyorum.
Bu defa Türkiye Batı’yı kışkırtıyor
Bu ülkede sağın, solun, Müslümanların, ulusalcıların ortak ve şaşmaz ezberi: yediğimiz haltları, beceremediğimiz işleri, kendi siyasal yanlışlarımızı, ekonomik çıkmazlarımızı, hatta darbeciliği “emperyalizmin” günah torbasına atmaktır. Kürtleri emperyalist güçler kışkırtır, bizi savaşlara emperyalist Batı sokar, ülkeyi yabancı lobiler karıştırır, Gezi olaylarının ardında Batı vardır, ekonomiyi emperyalizmin parmağı çökertir, işimize gelmeyen ne varsa emperyalizmin, kahrolası Batı’nın, ABD’nin oyunudur! Biz pirüpak Türkler oyunun masum kurbanlarıyızdır! Kendimizi rahatlatıp kendi günahlarımızdan sıyrılmanın kolay bir yoludur bu.
Suriye krizinin tepe yaptığı, bölge ve dünyanın savaş tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı şu günlerde sağda solda her ağzını açan ABD’ye, Batı’ya, emperyalist güçlere ver yansın ediyor. Kendini solda sayanlar, ulusalcılar, sağcı milliyetçiler ve bir kısım Müslümanlar bölgeye müdahale ettiği için; AK Parti’ye yakın olanlar ise Suriye’ye müdahaleye isteksiz davrandığı, düşünüp taşındığı, ateşe benzin dökmediği için...
Bir gerçeği artık görelim: Suriye’de olayların başlaması ve içsavaşa dönüşmesinden bu yana müdahaleyi büyük iştiyakla talep eden hep Türkiye oldu. Kimi çevrelerin, ABD Türkiye’yi maşa olarak kullanıyor ezberlerinin aksine, bizimkiler ABD’yi, AB’yi doğrudan müdahaleye mecbur etmek için ellerinden geleni ardlarına koymadılar. Obama, kendi 21. yüzyıl dünya vizyonu ve yeni çağın yeni dünyasında ABD’ye biçtiği roller gereği Suriye işine bulaşmaya baştan niyetli değildi, sürekli ayak sürüdü. Onu zorlayan, tahrik ve teşvik etmeye çalışan, başarısız kaldıkça öfkelenip Batı’ya hakaretler, lanetler yağdıran: Erdoğan-Davutoğlu ikilisi ve çevresi oldu. Dünkü basın kroplantısında Dışişleri Bakanı Davutoğlu, marifetmiş gibi açıkladı durumu: “Başka ülkeler Türkiye’den müdahale talebinde bulunmuyor, biz onlardan talepte bulunuyoruz” dedi. Önümüzdeki günlerde bölgeye yayılacak yangının baş sorumluluğunu da böylece üstlendi.
Şimdi, “Suriye’ye müdahaleye hayır! Yabancı askerlerin Türkiye’de konuşlanmasına hayır! Suriye’de savaşa hayır!” diyerek meydanları doldurmanın zamanı. Yanlışlığı nicedir ortaya çıkmış sorumsuz, hesapsız ve insansız dış politika anlayışını sorgulamanın, hâlâ mümkünse değiştirmenin zamanı. Umut bile değil boş bir temenni şu saatten sonra, biliyorum. Bu yüzden feryat ediyorum zaten. Ama hiç değilse nerede durduğunuzu, ne yapmakta olduğunuzu bir düşünün. Bir de ülkenin, bölgenin, insanların kaderiyle, hayatıyla oynamaya hakkınız olup olmadığını...