12 Haziran 2013

Sonun başlangıcına doğru...

Bu yazı, dün gece Taksim Meydanı ve Gezi’de yaşanan olaylardan önce yazılmıştı

 

Bu yazı, dün gece Taksim Meydanı ve Gezi’de yaşanan olaylardan önce yazılmıştı. Taksim’le yetinmeyip Gezi’ye de müdahale başladığı 21.30 sıralarında yazıyı çöpe atıp bambaşka bir yazı yazmayı düşündüm önce, sonra vazgeçtim. Öfkeme, tepkime yenilmemek için, sert bir içki doldurdum kendime. Tayyip Bey’in ve şürekâsının kendi kazdığı kuyulara doğru tutturduğu amok koşusunun ve acılar içinden doğacak yeni Türkiye’nin şerefine kaldırdım kadehimi. (Günahı Tayyip Bey’e; beni o “ayyaş” yaptı son zamanlarda) O sırada İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, ekranlarda hayatının en utanç verici nutkunu atmakla meşguldü. Kafam henüz “kıyak” değildi ama ne dediğini anlamakta güçlük çektim, kendisinin anladığından da emin değilim. Günlerdir özürler dilediği, size hiç dokunulmayacak diye yemin billah tweetlediği Gezi’deki “cici çocuklar” gazlanırken Vali karmakarışık laflarla, tükürdüklerini yalamakla meşguldü. Belli ki Başbakanı’ndan fırça yemiş, ayar almıştı.
Sonun başlangıcı, diye düşündüm. Televizyonu kapadım ve ağladım. Sevinçten mi, çaresizlikten mi bilmiyorum. Bunu zaman gösterecek.

 

Zırcahil gazeteciler, zırzır cahil danışmanlar

Başbakan’ın en güvendiği, siyasetini söylemini ona göre ayarladığı, dil ve üslup ikizi danışmanlarından Yalçın Akdoğan’ın, “Zırcahil bir gazeteci takımı var” sözlerini işittiğimde, doğru diye geçirdim içimden Yeni Şafak’ın Gazi olaylarını kastederek attığı “Houston’dan ölüm emri” başlığını, Ankara temsilcisinin yorumlarını, Yiğit Bulutgillerin yazılarını, iddialarını düşünerek... Sonra baktım, söz Başbakan’ı eleştiren yazarlara, gazetecilere yönelikmiş meğer.


Ne zamandır gazete köşelerinden, televizyon ekranlarından izlediğim, AKP çevresinde kümelenmiş çoğu sosyolog, sosyal bilimci ve profesör olan bir kısım zevatı dinledikçe, kim okutmuş, kim yetiştirmiş, kim profesör yapmış bu adamları, bunlar nerelerden mezun olmuş, hangi jürilerden ünvan almışlar diye sorup duruyordum kendi kendime. “Ben bir bilim adamı olarak”, “ben bir sosyolog olarak”, “ben bir profesör olarak” diye başlayan ego şişkini konuşmaları, -bırakın yorum perişanlığını- maddi hatalarla, hazmedilmemiş, üstünkörü, çoğu zaman çarpıtılmış bilgilerle, ana kaynağa gittiğinizde bütünüyle yanlış olduğunu gördüğünüz sözde verilerle öylesine doluydu ki, gerçekten hayret ediyordum. Bunların kimisi bir süredir her yanda mantar gibi biten şu veya bu stratejik araştırma enstitüsünün, vakfının, vb. başkanı, kimisi Başbakan’ın danışmanı, kimisi iktidara yakın gazetelerin köşe yazarlarıydı.


Örneğin, Yeni Şafak gazetesi, Gezi eylemcilerine, Zello ile (akıllı telefonlara indirilebilen bir çeşit telsiz uygulaması) ölüm emri verildiğini iddia ederken, Star bu habere katılırken ve bütün bir AKP basını Gezi direnişinin ne biçim bir dış güçler oyunu, nasıl bir kökü dışarda komplo olduğunu yazarken şu sıralarda ekranlardan düşmeyen AKP milletvekili ve TayyipBey’in resmi ya da gayri resmi danışmanı bir Prof. (Galiba o da bir stratejik araştırma kuruluşunun başı falan) bu iddiaların ne kadar doğru olduğunu, Zello’nun tam da bu amaçla kurulduğunu savunmak için televizyonda yırtınıyordu. AKP düşmanı olduğu kuşkusunu taşıyamayacağımız Nazlı Ilıcak bile dayanamadı, hem şakacı hem de böyle dezenformasyonlara itibar etmeyen tavrıyla anında açtı Zello uygulamasını, ekranda herkese dinletti ve adamı kibarca bozum etti.


Evet, paradigma çöktü 

Danışmanlar takımından biri var ki, ben Tayyip Erdoğan’ın ne düşündüğünü, daha doğrusu ona nasıl düşündürüleceğini, “zırcahil bir gazeteciler takımı var” diyecek pervasızlık, kibir ve cüretteki bu kişiden izlerim. Yasin Doğan takma adıyla yazan Yalçın Akdoğan’ın yazılarındaki, beyanatlarındaki fikirler, cümleler Başbakan’ın konuşmalarına aynen yansır. Danışman Akdoğan’ın yazılarında sık sık kullandığı bir kavram “paradigmanın çöküşü”dür. Haklıdır; laik-Kemalist paradigma, kurucu vesayetin, darbeciliğin, halkın bir bölümünü (Müslüman kesimi) tarih sahnesinden sürüp mağdur eden 1.Cumhuriyet’in toplum mühendisliği zihniyetiyle birlikte çökmüştür. Ne var ki, seksen yıl hüküm süren eski paradigmanın yerine geçirilmeye çalışılan yeni paradigmanın da çöküşüne şahit oluyoruz şu günlerde. Çünkü çöken paradigmaya eklemlenerek, onun kodlarıyla konuşmaya başlayan AKP, sadece tellakların değiştiği eski devlet hamamında debelenmeye kararlı görünüyor. Liderin damgasını bastığı tek adam partisi AKP, bir süreden beri, elli yıldır ne duymuşsak, nelere maruz kalmışsak aynı sözleri söylüyor, aynı devlet reflekslerini tekrarlıyor. Bunların başında, iktidarın karşısındaki farklı siyasetlerin, farklı düşünce ve eylemlerin, hele de ekonomik ve siyasal krizlerin dış güçlerin ve çıkar çevrelerinin kışkırtmaları olduğu; iktidara, dolayısıyla Türkiye’ye karşı içerdeki hainleri kışkırtan dış mihrakların komplosuyla karşı karşıya bulunulduğu ulusalcı paranoya geliyor. Yedi düvel bize karşı, büyümemizi, başarılarımızı çekemiyorlar, bizi zayıf düşürmek için komplo örgütlüyorlar söylemlerini gerçekten inanarak mı yoksa kitleleri kandırmak için mi hep bir ağızdan tekrarlıyorlar bilemiyorum ama, bildiğim bir şey varsa, ben elli yıldır bu sözlerin tıpa tıp aynısını duyarak ihtiyarladım. Ulusalcı zihniyette tavan yapan bu türden komplo teorilerinin, toplumsal-ekonomik krizleri çözemeyen iktidarların can simidi olduğunu defalarca gördüm. Şimdi aynı can simidine AKP sarılmış görünüyor. On beş gündür yaşanmakta olan krizin gerçek nedenlerini kavrayıp kendisine çeki düzen vermek, hatayı kendisinde aramak yerine dış güçler, faiz lobisi, bir takım sermaye grupları, çıkar çevreleri edebiyatı gırla gidiyor.


Krizin vahametini kavramıyorsunuz Beyler!

İktidar, dün Taksim’e polisi yeniden sürmesiyle körüklediği krizin ciddiyetinin ve vahametinin hâlâ farkında değil. Aynı şekilde Erdoğan’ın krizin sorumlusu olarak bazı büyük bankaları, ülkenin en önemli sermaye gruplarını (bütünüyle teslim olmayan, biat etmeyen, AKP’nin kanatları altında büyümemiş olanlar), ne olduğu belirsiz faiz lobisini gösterip “hesabını çok ağır soracağız” diyerek tehdit etmesinin ekonomide nasıl sonuçları olacağına da aldıran yok anlaşılan. İktidara ve özellikle Erdoğan’a bu sonuçları göstermesi gerekenler, o zır-âlim danışmanlar, Tayyip Erdoğan’a attırdıkları ya da engel olmadıkları her adımla krizin  (ve suçun) ortakları olduklarının da farkında değiller.


Başbakan’ın dünkü grup toplantısında yaptığı, Gezi’nin ruhunu, özünü, isyanın nedenini, itici gücünü kavrayamayan, Taksim’deki irili ufaklı örgütleri yalan yanlış bilgilerle dolu emniyet raporları ötesinde tanımayan, aralarındaki farkları bilmeyen, camide içki içildi türünden pek çok tanıklıkla çürütülmüş yalanlara sığınan, buram buram böl-cepheleştir-yönet stratejisi kokan, sapla samanı vahim şekilde birbirine karıştıran konuşması hastanın kendisi kadar müdahale eden sahte hekimlerin de marifetiydi. Unutmayalım, lider kendi yapısı kadar çevresinin de ürünüdür.


Bu türden bütün olaylarda görülen fırsatçı sızmalara, eylem çalma çabalarına, sözde sol aslında lumpen çetelere, iktidarı düşürme kof hayallerine kapılmış/kaptırılmış köhnemiş siyaset erbabına, nostaljik ve artık komik darbe heveslilerine rağmen Gezi’den çıkıp dalga dalga yayılan isyanın, en karşıt kesimleri orada biraraya getiren gerçek nedenlerini ne hastanın ne de hekimlerin hiç bir şekilde kavramadıkları apaçık görülüyor. Geçmişten kalma köhnemiş “paradigma”nın ürünü değerlendirmelerle ve tek doğrunun kendilerinde olduğu yanılgısıyla kavramaları da mümkün değil. Kavramadıkları, yanlış teşhis ettikleri için Taksim’e yazdıkları devlet şiddeti reçetesi de hastalığı ağırlaştırmaktan başka işe yaramayacak. Ve Taksim’de bütün gürültücülüklerine, kimilerinin yer yer vandalizme varan lumpen eylem anlayışlarına rağmen aslında azınlıkta kalmış olan gruplar asıl şimdi güç kazanacaklar ve asıl şimdi, krizi yönetemeyen iktidarın kendi eliyle yarattığı kaos karanlık emelleri olan şer mihraklarının bekledikleri ortamı yaratacak.


Durum, bugün itibariyle gerçekten de vahim. Taksim Dayanışması temsilcileriyle görüşme gündemdeyken, bu görüşmeyi sekteye uğratacak polis müdahalesi neresinden bakarsanız, provokasyonun dik âlâsıdır. Bu müdahale olmasaydı, birkaç gün beklenseydi, Başbakan’la görüşme sonrasında Gezi’dekiler Taksim’deki örgütlerin önemli bölümünü ikna edebileceklerdi büyük olasılıkla. Ayrıca Taksim’dekiler zaten alandan çekilme kararını tartışmaktaydılar.


Bu aklı Başbakan’a kimler verdiyse, bu stratejiyi kimler çizmişse sübjektif provokatörlerdir. Türkiye’ye dönüşüyle ortamı yeniden geren Tayyip Erdoğan da artık provokasyonun tam ortasındadır. Bankacısından sermaye gruplarına, sanatçısından yazarına, aydınından gencine, sendikalardan muhalefet partilerine kadar ülkenin AKP’ye biat etmeyen yarısını karşısına almış bulunan Erdoğan şimdi örgütlemeye çalıştığı sokağa güvenmektedir.


Gezi’deki ve twittlerdeki en anlamlı sözlerden biri “Biz senin demokrat olma ihtimalini sevmiştik” sloganı, bir diğeri de “Tayyip Bey, bir düşün; bizim gibi üç çocuk ister miydin” cinliğiydi benim için. Doğru teşhis bu iki cümlede gizliyken devlet şiddetinden medet ummayı önerenler kına yaksınlar! Sonun başlangıcı uzun sürebilir ama başlamıştır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Romanını yazamadığım kahramanım Nazar

İnsan benim yaşıma gelip de birlikte yol yürüdüğü,  onlarla zenginleştiği dostlarını, arkadaşlarını yitirdiğinde sadece onların matemini tutmuyor, sadece onlara ağlamıyor. Her giden bizden bir parça koparıp gidiyor. Eksiliyoruz

Bir yazamama yazısı

Yazıyoruz, söylüyoruz, bağırıyoruz, feryat ediyoruz da ne oluyor, ne değişiyor! Anlamsızlık, yetersizlik, boşuna çaba duygusu

Çocukları kefene sokan ruh hastası ilkel zihniyet

ÇEDES'in amacı çocuklarda çevre duyarlılığını geliştirmek ise, ormanlarımızın, tarım topraklarının, doğal zenginliklerimizin nasıl yok edildiğini, açgözlü vahşi talan düzeninin doğal yaşamı nasıl katlettiğini öğretin

"
"