14 Eylül 2010

Referandum Dersleri

Elitizmi, yani seçkinciliği hem bireysel hem de siyasal düzeyde hak edilmemiş...

Elitizmi, yani seçkinciliği hem bireysel hem de siyasal düzeyde hak edilmemiş, temelsiz bir üstünlük taslama ve halk küçümsemesi sayarım. Türkiyeli aydının müzmin hastalığı olduğunu bildiğimden kendimdeki tortularını, sinsi belirtilerini hissettiğimde, bir daha düşünüp kendimi terbiye etmeye çalışırım. Siyasi tutum ve zihniyet olarak elitizmin karşıtı sayılabilecek popülizmin, yani halkçılık değil de kitle kuyrukçuluğunun da etik yoksunu riyakâr bir siyaset tarzı olduğunu düşünürüm. Bu yüzden de “halk neylerse güzel eyler” özdeyişi bana göre temenniden ibarettir. Ama işte bu defa, çok şükür geride bıraktığımız şu kavgalı, gergin, saldırgan, yer yer ayıplı referandum sürecinin sonuçları Türkiyeli seçmenin “güzel eyleme” basiretini ortaya koydu.
Ağzı, kalemi, köşesi olan herkes, hepimiz kendimizce yorumluyoruz sonuçları. Benim yorumum şöyle: Oylamaya katılanların ve boykot edenlerin ezici çoğunluğu değişim isteğini belirtmiş oldu. Değişimin nasıl, ne yönde gerçekleşeceğini, iyi mi kötü mü olduğunu şimdilik tartışma dışı bırakıyorum; ama hayırcıların bazılarının bile içinde bulunduğu ezici bir çoğunluk, 12 Eylül Anayasası’nın halktan korkan, bireyi devlete karşı korumak yerine devleti halka karşı koruyan diktacı özüne karşı çıktı. Elitist vesayetten, kast sistemine dönüşmüş, güvenilirliğini yitirmiş yüksek yargıdan kurtulma isteğini belirtti. Yapılan değişiklikler tartışılabilir, tartışıldı ve daha çok tartışılacak. Yeterli miydi bu değişiklikler? Bence hayır. Ama statükonun sarsılacağı işaretini veriyordu ve “değişim” vaad ediliyordu. “Evet” oylarıyla BDP’nin boykot oranlarının toplamı statükonun değişmesi talebinin gücünü gösterdi.
Şoven Türk milliyetçiliğinin saldırgan şiddet diliyle statükocu devletin koruyuculuğuna soyunup güç kazanacağını sanan MHP’nin bariz yenilgisi, miting meydanlarında yağlı urgan sallayıp, bölünme fobisini körükleyip avazı çıktığı kadar kin ve nefret kusmanın prim yapmadığını ortaya koydu. Bunun gibi, CHP’nin kendisinin de memnun kalmadığı hayır oranı, bölgesel bir analizle evetlerle kıyaslandığında günümüz dünyasına açılan bir gelecek vizyonu taşımayan, çözüm planı sunmayan kuru bir yolsuzluk yoksulluk, villa havuz edebiyatının kitlelere ulaşamadığını gösterdi.
BDP’nin Güneydoğu’da sağladığı boykot oranı, büyük ölçüde baskı ve tehditle sağlanmışsa da, bu ülkede siyaset yapmak isteyen her kesime, gözardı edilmesi mümkün olmayan, gözardı edecekleri de er geç yıkıp geçecek bir mesaj verdi: Ülkenin bölünmesini gerçekten istemiyorsanız, Kürt halkının yoğun yaşadığı Güneydoğu’nun fiilen veya kalben Türkiye bütünlüğü dışına çıkmasını istemiyorsanız, Kürt siyasal hareketiyle diyaloğa girip, kendi devletinizin/ordunuzun savaş lobisine de sahip olup önce savaşı bitirmek, savaşın bitmesi için de Kürt halkının tartışmasız haklı taleplerini adım adım karşılamak zorundasınız
Boykotun bir yüzünde bunlar yazılıyken öteki yüzünde de BDP-PKK’ye bir mesaj var: Bu mesajı, referandruma katılım oranlarını daha önceki seçimlerdeki katılım oranları ve son referandumdaki evet oylarının dağılımını karşılaştırarak okumak mümkün. Bölgede, eksiksiz kimlik ve eşit yurttaşlık taleplerini yüksek sesle ve silahlı hareketin baskılarına rağmen dile getiren sayıca az ama bölgenin gerek ekonomik gerekse kültürel yaşamında çok etkin ve ağırlıklı bir kitle var. Bunlar artık silahın ve ayrılıkçılığın çözüm olmadığını düşünmekle kalmayıp aktif siyasetlerine yansıtıyorlar.
Hayır oylarının çok belirgin biçimde batı ve güneybatının sahil bölgelerinde yığışmış olmasından CHP nasıl bir sonuç çıkarır bilmem, ama bana göre BDP’den daha güçsüz bir bölgesel parti olarak kalmak tehlikesini görmesi gerekir. Bu CHP kadar Türkiye demokrasisi açısından da vahim sonuçlara yol açabilecek bir tablodur. Yeni liderinin, değişim ve gelecek vizyonunun yansıdığı statükoya meydan okuyan bir söylem yerine kırk elli yıl öncesinde kalmış kasaba politikasıyla yetinen söyleminin yetersizliği referandum sonuçlarına yansımıştır. Hayır oylarının en az yüzde onbeşlik bölümünün CHP dışından geldiği hesaplanırsa, yüzde 42’lik hayır oranı CHP’nin başarısından çok, bölgenin geleneksel seçmen kitlesinin AKP fobisinden kaynaklanmıştır. Uzun zamandan beri bilinçli ve planlı şekilde fobiler yaratılarak beslenen bu korku Kürt düşmanlığı üzerinden milliyetçi  önyargılarla körüklenerek ulusalcı-laik bir cephe yaratılmıştır. Ancak değişimle birlikte bu cephenin yarılacağı, tepki oylarının dağılacağı, bölgedeki psikolojik havanın değişebileceği öngörülebilir. Bu durumda CHP giderek kan kaybedecektir. Raferandum sonuçlarının CHP’ye dersi, sadece kaset komplolarıyla lider değiştirmekle kalmayıp örgütsel yapı ve politika değiştirmek zorunda olduğudur.
Referandum sonuçları; eğer kadim reflekslerinin esiri olmaz da sadece kendisi için demokrasi istemekten bütün toplum için demokrasi istemeye niyetliyse AKP için de derslerle doludur. Bir güven oylamasına dönüştürülen referandumda evetler toplam olarak ve her yerde, AKP’nin bugüne kadarki en yüksek skorunun yüzde 10 ile yüzde 15 üstüne çıkmış görünüyor. Başbakan Tayyip Erdoğan referandum sonuçları alındıktan sonra yaptığı konuşmada bunun farkında olduğunu, evet oyu veren her kesimi tek tek sayarak belirtti. Ama neme lazım! Tayyip beydir, belli olmaz, “Ananı da al git!” der gibi “Evet’ini de al git” ya da “Taraf olmayan bertaraf olur” dediği gibi “AKP’li olmayan bertaraf olur” da diyebilir. Yine de referandum sonuçlarıyla AKP oyları arasında evetler lehine gözlenen fark, hele boykot oranlarıyla birlikte ele alınırsa, AKP vizyonunu aşan daha ileri özgürlükçü bir toplum ve anayasa talebindeki kesimlerden kaynaklanmıştır. Ben daha özgürlükçü ve sivil anayasa arayışındaki kitlelere, “hayır” diyenlerin sosyalist soldan gelen bölümünü de ekliyorum. Ve AKP’nin referandumdan çıkarması gereken asıl dersin, öyle 2011 seçimlerine falan bırakmadan seçim kanunundan, yüzde 10 barajın indirilmesinden, partiler yasasından başlayıp, vatandaşlığı Türklük üzerinden tarif etmeyen, eşitlikçi, özgürlükçü, sivil bir anayasa için yeni adımlar atma zorunluluğu olduğunu; yoksa “evet” oylarının açtığı kredinin çabuk tükeneceğini düşünüyorum.
Referandum sonuçlarının olmasa da referandum sürecinin gözler önüne serdiği en önemli olumsuzluk,  sağıyla soluyla, AKP’si, CHP’si, sol/sosyalist parti, örgüt ve kişilerle, hepimizin demokrasi, diyalog, uzlaşma kültüründen henüz ne kadar uzak olduğumuzu ortaya sermesidir bana göre. Yüzlercesi arasından birkaç örnek, bu konuda birbirimizle yarıştığımızı gösteriyor: Erdoğan’ın “Taraf olmayan bertaraf olur” sözü, Hak İş genel başkanının STK’lara reva gördüğü “konsomatris” benzetmesi, AKP sözcülerinin hayır’cılara ve boykotçulara yönelttikleri darbecilik, vesayetçilik suçlamaları, soy, mezhep tartışmaları... Kılıçdaroğlu’nun evet diyecek aydınların solculuğundan, aydınlığından şüphe ederim beyanları, önde gelen CHP’lilerin evet oyu vereceklerini açıklayanlara sazanlıktan başlayıp satılmışlığa, hainliğe, dönekliğe kadar giden hakaretleri... Ve saldırganlıkta, başkasının fikrine saygısızlık ve mahalle baskısında CHP’ lileri fersah fersah aşan geleneksel soldan kimi eski arkadaşladımızın “Yetmez ama evet” diyenlere kişiliğe saldırının sınırlarını hakarete varan sözlere, yazılara kadar genişletmeleri... Sezen Aksu sokağının adını Aksu “evet” dediği için değiştirmeye çalışan, “Yetmez ama evet” dedikleri için Adalet Ağaoğlu’nun da içinde bulunduğu konuşmacılara yumurta, boya atan, tartaklamaya kalkışan bir saldırganlık. Ve daha da kötüsü: BDP’nin, boykot kararına uyulmasını dayatmak için sandığa gideceklere yönelttiği tehditler, hatta fiili saldırılar...
Düşünüyorum da, anayasayı en özgürlükçü biçimde değiştirsek, en demokratik maddelerle donatsak bile, içimizdeki diktatörü devirmeden, kafalarımızdaki  bağnaz önyargılardan kurtulmadan, tek doğrunun kendi doğrumuz olmayabileceğini kavramadan, başkalarının doğrularına ve değerlerine de saygı duymayı öğrenmeden en iyi anayasa bile bir kağıt parçası olmaktan öteye geçemeyecektir.

Yazarın Diğer Yazıları

Romanını yazamadığım kahramanım Nazar

İnsan benim yaşıma gelip de birlikte yol yürüdüğü,  onlarla zenginleştiği dostlarını, arkadaşlarını yitirdiğinde sadece onların matemini tutmuyor, sadece onlara ağlamıyor. Her giden bizden bir parça koparıp gidiyor. Eksiliyoruz

Bir yazamama yazısı

Yazıyoruz, söylüyoruz, bağırıyoruz, feryat ediyoruz da ne oluyor, ne değişiyor! Anlamsızlık, yetersizlik, boşuna çaba duygusu

Çocukları kefene sokan ruh hastası ilkel zihniyet

ÇEDES'in amacı çocuklarda çevre duyarlılığını geliştirmek ise, ormanlarımızın, tarım topraklarının, doğal zenginliklerimizin nasıl yok edildiğini, açgözlü vahşi talan düzeninin doğal yaşamı nasıl katlettiğini öğretin

"
"