Bambaşka bir konuyu araştırırken rastladım: “Müşrik’in putlarına sövmeyin ki onlar da haddi aşıp Allah’a sövmesinler..... Böylece biz her ümmete kendi işlerini cazip gösterdik.” (En’am suresi, 108)
Kuran’da böyle yazsa da, yaşamda böyle olmadı. Sadece İslam tarihinde, İslam coğrafyasında değil, hiçbir yerde egemen dinlerin, egemen ideolojilerin önderleri ve mensupları farklı kutsallara, farklı inançlara, farklı yaşam biçimlerine “sövmekten”, başkalarının kutsallarını aşağılamaktan geri durmadılar. Egemen olanlar -öteki ümmetin işlerini cazip göstermek ne söz- kendilerinden olmayanı, kendi tanrılarına, kendi putlarına, kendi kutsallarına tapmayanları, bi’at ettiremezlerse yok ettiler. Mağdurlar ise çaresizliklerini kendi kutsallarına bağnazca sarılarak ve muktedirlerin kutsallarına söverek gidermeye çalıştılar.
Fazıl Say’la Başbakan’ın buluştukları nokta
Sorunun özü: bizim kutsalımızdan, bizim inancımızdan, bizim değerlerimizden farklı kutsalların, farklı inançların bizimkilerle aynı değerde olduğunu kabullenmemekte. Çok farklı iki kesimden iki sembolik örnekle anlatmaya çalışırsam: son günlerin tartışma konusu Fazıl Say ile Başbakan Tayyip Erdoğan’ın buluştukları, aynılaştıkları nokta başkasının değerlerine, inançlarına, kutsalına, yaşam biçimi, kültür ve beğenilerine saygısızlıkları; kendi inançlarını, düşüncelerini, beğenilerini tek ve mutlak doğru saymaları; ötekinin doğrusunu aşağılamaktaki pervasızlıklarıdır. Say, Türk halkının arabesk sevme “yavşaklığından” utandığını söylerken ve arabeskçileri vatan haini ilan ederken, Müslümanların kutsalını, inançlarını aşağılayan “twit”lerle, “retwit”lerle eğlenirken başka kimliklere saldırdığının farkında değildir veya umursamamaktadır. O, kendi ideolojisinin mutlak doğruluğuna iman etmiştir. Başbakan ise, şunun şurasında daha beş ay öncesine kadar, Kürt siyasi hareketine ve onun liderine en ağır sözleri sarf ederken, “Dini Zerdüşt olanlar” diyerek milyonlarca Alevinin, Kızılbaşın inancına dil uzatırken, “Bana her hakareti yaptılar......çok affedersiniz Ermeni bile dediler” derken, Fazıl Say ile aynı zihniyet ve aynı psikolojiyi paylaşmaktadır. İdeolojik-kültürel temelleriyle birbirlerinin tam zıddı olan bu iki kişi, toplumumuzun yaygın psikolojisini yansıtmaktadırlar. Hepimizde; hele de siyasî, dinî, ideolojik elit kesimlerde; ötekinin değerlerine, kutsalına, inancına, inançsızlığına, özetle kimliğine saygısızlık ve saldırganlık neredeyse kimsenin yadırgamadığı, hatta tavizsizlik, tutarlılık, “erkeklik!” sayılan bir davranış ve düşünce biçimidir.
Zihniyet yasayla değişir mi?
Say’ın yersiz, mesnetsiz, rövanşist (intikamcı) mahkûmiyet kararının ardından ifade özgürlüğü konusu yeniden gündeme geldi. Sanatçının suç sayılan sözlerinin twit mi retwit mi olduğu tartışmaları, savunmanın bu nokta üzerine yoğunlaşması bence abes. Düşünce ve ifade özgürlüğünün, fiili saldırıya dönüşmediği, yani sözde - yazıda kaldığı sürece kısıtlanmaması, sınırlanmaması gerektiğini, kamu vicdanında mahkûmiyetin, halkın ayıplamasının çok daha etkili olduğunu düşünüyorum. Dinî ya da dünyevî düşmanlıkların, önyargıların, saldırganlıkların beslendiği kaynak olan ideolojik zihniyet yapıları yasaklar ve yasalarla değişmez, değişmiyor. Çünkü kimsenin ötekinin değerine, kimliğine, inancına inançsızlığına saygı duymadığı, çoğulcu özgürlükçü zihniyetin egemen olamadığı bir toplumda, her zaman egemen ideoloji ve iktidarın terazisiyle tartan yargı, azınlık düşünceyi mahkûm edip egemen çoğunluğun değerlerini koruyor. Aksi olsaydı, Ermenilere, Kürtlere, Alevilere, ateistlere, komünistlere, vb. yöneltilen hakaretler, saldırılar, nefret söylemi yargılanır, ceza görürdü. Oysa örneği neredeyse yok. Yüzlerce yıllık mutlakçı devlet geleneği, Sünni İslamcı dinî otorite, Türkçü milliyetçi Kemalist ideoloji ortamında gelişen ve toplumu sakatlayan tekçi ve ötekini redci zihniyet yapısı sağıyla soluyla, inançlısı inançsızıyla toplumsal bir sakatlık olarak sürüp gidiyor.
Peki hep böyle mi gidecek? Bence hayır. Zihniyet değişimleri büyük dönüşüm dönemlerinde gerçekleşir. Birdenbire değil; içten içe, ufak ufak, önce kişinin kendisi bile farkında olmadan... Türkiye böyle bir altüstlük ve dönüşüm sürecinde. Kimilerine göre olumlu, kimilerine göre olumsuz bir süreç; fark etmez, çünkü statüko yerini başka bir statükoya bırakırken alışılmış kalıplar, zihniyet yapıları sarsılıyor, kırılıyor. Toplumsal kesimler yeniden dağılıp düzülüyor. Alışılmış “cepheler”, konuşlanmalar değişiyor. Bugün; özgürlükçü yenilikçi soldan, liberal demokrat kanatlardan, inançlı Müslüman kesimlerden, her türlü etnik kökenden, her milletten, her mezhepten insanlar kimliklere saygılı, özgür, barışçı bir toplum için vicdan ve insan temelinde dirsek ve yürek temasına geçmeye başladılarsa, henüz yolun başında da olsak, umut var demektir. Tek doğru benimki değil, başkalarınınki belki daha doğrudur diyerek ötekilerin değerlerine saygıyı öğrendiğimizde gerçekten özgür olacağız ve kalıcı barış da bu özgürlükten çıkacak.