11 Ağustos 2015

Lan Devlet! Bize ne yapmadın ki?

TC devleti hamamının eski tellaklarının emekli olması, iktidardan uzaklaşması bir şey fark ettirmiyor

T.C Devleti’nin Özel Harekat Timi komutanı, Yüksekova’da bir şantiyede çalışan 52 işçiyi, elleri arkadan bağlı yüzükoyun yere yatırmış böğürüyor: “Ne yaptı lan size bu devlet! Hepinizi tanıyorum ben; kim ki vatan hainliği yapıyor karşılığını görecek. Türk’ün gücünü göreceksiniz!”

Soru güzel. Cevabını da kendi içinde taşıyor. Yere yatırılmış “hain ve şerefsiz” Kürt yurttaşların bu sınavdan çakmaları mümkün değil. ‘Aha da bunu yaptı’ demeleri yeterli.

Türk ulus devletinin 100 yıldır değişmeyen zihniyet ve suç tarihi ancak bu kadar iyi özetlenebilir. 1915’te, bir milyondan fazla Ermeni’yi topraklarından süren, en az 600 bininin katledilmesine cevaz veren; tehcirlerle, soykırımla, mallarının müsaderesiyle, varlıklarına topraklarına el koymayla azınlıkların tümüne ‘Türk’ün gücünü’ gösteren devlet... 1938’de Dersim’de, başta Kızılbaş Alevîler Dersim halkını kadın, çoluk, çocuk kurşunlayan, dipçikleyen, sığındıkları mağaralarda boğan; Munzur’u kan rengi akıtan devlet… ‘Biz de varız, eşit yurtdaşlık haklarımızı istiyoruz’ dediklerinde her daim ‘şerefsiz, vatan haini’ ilan edilen Kürtleri asimile edemediğinde yok etmeyi yeğleyen devlet… Vesayetçi elitlerin laik Cumhuriyet’inde, dindar kesimleri ‘gerici/cahil halk’ ilan edip kamu ve siyaset sahnesine çıkmalarını darbelerle engelleyen, inancını ve kültürünü özgürce yaşamasına kendi normlarını, sınırlarını dayatan devlet… Alevileri, Aleviliklerini saklamak zorunda bırakmış olan, inançlarını kültürlerini yok sayan devlet… İlk sol nüvelerden, ilk sosyalist örgütlenmelerden bu yana, yüz yıldır sosyalistlere, komünistlere karşı en ağır baskıları uygulamış olan devlet… Vatanın dağlarını, ovalarını, ormanlarını yakıp kül eden devlet…

 

Tellaklar değişse de devlet hamamı değişmiyor

 

Aslında bir zihniyetten söz ediyoruz: Türk ulus devletinin bugüne kadar değişmeden süren özünden… Bu devletin adının Türkiye Cumhuriyeti olmasını dahi kabullenemeyenler var. Geçenlerde bir TV programında MHP adına konuşan milletvekili, ‘Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları’ diyen başka bir katılımcıya, ‘Biz Türk millî devleti diyoruz’ ikazında bulundu. Yüksekova’daki devlet memuru özel timci aynı zihniyetin alanda görevli eli sopalısından başka bir şey değildi Türk’ün gücünü göreceksiniz, derken. Üstelik o kadar emin ve memnundu ki şerefsiz Kürtlere yaptıklarından, utanmak çekinmek bir yana, sahneyi videoya bile çektişmişti; izledik. Haber sosyal medyaya düştüğünde, bir bölümünün adı TC.’li, bir bölümü TC. rumuzsuz onbinlerce ‘asil Türk vatanseveri’nden aldığı: ‘Şerefsiz Kürt hainlerine az bile yapmışsın, ellerin dert görmesin, hepsini gebertmek lazım bu itlerin’ türünden övgü ve destek, Hrant Dink katledildiğinde sosyal medyayı istila eden,  ‘Ermeni döllerinden biri eksildi, vuranın elinde gül bitsin, daha kaç tane kaldınız, vb.,vb.’ mesajlarını andırıyordu.

Yüksekova’daki özel timci; İstanbul’da mahalleleri basan, gösterilere saldıran özel olmayan timci, devlet adına yurttaşa hakaret hakkını kendinde gören irili ufaklı memur, nefret dili kullanan siyasetçi, bu dili algı operasyonlarında saldırı silahı olarak kullanan yazar çizer ve Cumhurbaşkanı’ndan parti başkanlarına, TSK’nın üst kademelerinden iktidar sözcülerine kadar hepsi, aynı zihniyetin taşıyıcıları. Siyasal iktidarın kim olduğu hiç mi hiç fark etmiyor. Dün, darbeci vesayetçi iktidarların söylemi eylemi neyse, dünün mağdurları bugünün muktedirleri İslamcıların söylemi eylemi, hem de katlanmış katmerlenmiş olarak aynı. Dün Kürt halkına pislik yedirenler, bastıkları köylerde erkekleri çırılçıplak soyup erkeklik organlarına bağladıkları ipleri karılarına sürütenler bugün işçileri yere yatırıp ‘Türk’ün gücünü göreceksiniz’ diye tekmeliyorlar. (İyileşme var diye sevinelim mi?) Dün Kürtlere, Ermenilere, azınlıklara, ötekilere zulüm uygulayanlar devlet tarafından nasıl taltif edilip terfi ettirilmişse, devlet nezdinde itibar görmüş, rütbe almışsa bugün de Roboski katliamı sorumluları, Hrant Dink’in katledilmesinin arkasındaki küçükler büyükler, son olarak Dirik’te 13 Kürt köylüsünün öldürülmesinden sorumlu 13 kez idama mahkûm edilip delil yetersizliğinden paçayı kurtaran, son YAŞ’ta tümgeneralliğe yükseltilen Musa Çitil gibiler devletten iktidardan aferin alıyorlar.

TC devleti hamamının eski tellaklarının emekli olması, iktidardan uzaklaşması bir şey fark ettirmiyor, yeni tellaklar (şimdilerde AKP) devletleştikleri oranda geleneğe sahip çıkıp zihniyetin uygulamalarını misliyle sürdürüyorlar.

 

Çözüm umudu var mı?

 

Umutsuzluk, karamsarlık, çözümsüzlük bu zihniyetten kaynaklanıyor. Partiler, hükümetler, iktidarlar, devlet kadroları ve de dünya, Türkiye, halklar değişiyor ama Türk ulus devletinin özü olan hâkim zihniyet pekişerek sürüyor, kendini sürekli üreterek kitlelere yayılıyor, kitlelerde yandaş buluyor.

Peki ne olacak, bu şiddet, kan ve cinnet sarmalı nasıl bitirilecek? Ben göremeyecek de olsam, bir gün sona erecek, biliyorum. Biliyorum çünkü en korkunç karabasandan bile uyanılır. Ama nasıl?

Dil ile düşünce, yani zihniyetin ifade biçimi birbirini etkileyerek gelişir. Kürtlere şerefsizler, hainler diyenin (hatta HDP’ye oy verenleri bile şerefsiz hain addedenlerin); kim olursa olsun ötekine karşı kin ve nefret dili kullananın; Ermeni’yi ‘affedersiniz Ermeni’ diye aşağılayanın, farklı inançları karalayan dil kullananın (misal: Dini Zerdüşt olanın); inançlı Müslüman’a ‘gerici yobaz’, inançsıza kâfir diyenin dilini düzletmesi bile bir adımdır. Hele de kitleleri etkileyebilen liderlerin, kamuoyu önderlerinin, sözü yazısı kitlelere ulaşabilenlerin dillerini değiştirmeleri, hiç değilse kendilerine hâkim olup hakaretten küfürden kaçınmaları siyasî iklimi yumuşatmakta düşündüğümüzden çok daha etkili olabilir.

Hepimiz kendimize düşeni yapmaya çalışalım, barış dilini zorlayalım. Bu da sanıldığından daha ileri bir adımdır ama devlet zihniyetinin değişmesi ancak ve ancak tekçi Türk ulus devletinin değişmesiyle, çağdaş demokratik, çoğulcu hizmet devletine dönüşmesiyle mümkündür. Bunun somutlanması; devletin idarî yapısından anayasasına kadar çoğulculuk ve demokratik özgürlük/özerklik yönünde değişmesidir. Çoğulculuk denilen şey belli bir coğrafyada birlikte yaşamaya yazgılı farklı etnik ve kültürel kesimlerin, farklı milliyetlerin, farklı dil, din ve inançların, kendi hakları ve özgürlükleriyle eşit yurttaşlar olarak egemenliğe tam ortak olabilmeleridir. Çoğulculuğun sözde değil özde kabulü kadim devlet zihniyetinin gerçekten değişmesinin olmazsa olmaz koşuludur.

Bu konuda çok laf üretmiş olan AKP, işe gelince çoğulculuğun reddinde ve tektekçilikte eskileri aratır hale geldi. Her siyasetten, her kesimden -sağlı sollu Türk faşistleri ve milliyetçilerinin yüreklerini, akıllarını kan ve nefret bürümüş azgın güruhları dışında- bütün Türkiye insanlarının barışın ve çözümün anahtarının çoğulculukta olduğunu kavramaya başladıklarını düşünüyorum. İdarî yapıdan yasalara kadar bu çoğulculuğu hayata geçirecek bir toplumsal-siyasal program çevresinde, bu programın hazırlanış aşamasından başlayarak biraraya gelecek güçler (yani gerçek bir Türkiye koalisyonu) bugünün karanlığından kurtulup geleceğe bakabilmemizin tek umudu gibi geliyor bana.

Günün toz dumanı arasında, çatışma ve şehit haberlerinin ortasında hayalci hatta saçma gelebilir sizlere; ama ben böyle bir umudun taşıyıcı güçlerinin başında Kürt halkı ve Kürt siyasal hareketiyle Türkiyeli barışçıların, demokratların, özellikle her kesimden kadınların geldiğini düşünüyorum. Onların taş taş örecekleri çoğulcu, özürlükçü, barışçı, genç birlikteliktedir umudumuz.

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Romanını yazamadığım kahramanım Nazar

İnsan benim yaşıma gelip de birlikte yol yürüdüğü,  onlarla zenginleştiği dostlarını, arkadaşlarını yitirdiğinde sadece onların matemini tutmuyor, sadece onlara ağlamıyor. Her giden bizden bir parça koparıp gidiyor. Eksiliyoruz

Bir yazamama yazısı

Yazıyoruz, söylüyoruz, bağırıyoruz, feryat ediyoruz da ne oluyor, ne değişiyor! Anlamsızlık, yetersizlik, boşuna çaba duygusu

Çocukları kefene sokan ruh hastası ilkel zihniyet

ÇEDES'in amacı çocuklarda çevre duyarlılığını geliştirmek ise, ormanlarımızın, tarım topraklarının, doğal zenginliklerimizin nasıl yok edildiğini, açgözlü vahşi talan düzeninin doğal yaşamı nasıl katlettiğini öğretin

"
"