18 Mayıs 2011

Kısa ve Acılı

Yazı kısa olacak, çünkü söze sığmayacak kadar acılı. Hakkâri’de gerilla cenazeleri...


Yazı kısa olacak, çünkü söze sığmayacak kadar acılı. Hakkâri’de gerilla cenazeleri kaldırılırken çıkan olaylarda oğlunu götüren polisin önünde diz çökmüş yalvaran Kürt ananın fotoğrafı kadar acılı. 
Bu acının karşısında eziliyorum ve isyan ediyorum. Edi bese, artık yeter, diyorum. Bir sözleri, bir kararlarıyla, bir cesur ve vicdanlı adımla bu kanı, bu savaşı, bu isyanı durdurabilecek olanların tümüne: Başbakan’a, siyasal parti liderlerine, asker-sivil paşalara, pek etkili cemaat liderlerine, algımızı biçimlendiren medya baronlarına, toplumda devlette etkili yetkili kim varsa hepsine bir soru soruyorum. Sevinçlerimizi ortaklaştırmayı bir yana bırakalı çok oldu; ama hiç değilse yasımızı ortaklaştıramaz mıyız? Öldürülen Kürt gençlerinin yasıyla öldürülen Türk çocuklarının yasını birlikte tutamaz mıyız? Mesela bu gece, Doğu kan ağlarken, - yanlış bile olsa yaptıkları, terörist yaftasını yapıştırmış bile olsak o çocuklara- Başbakan, siyasi liderler, bu ülkenin egemenleri, ve de bizler,  Batı Yakası’nın beyaz çocukları, birkaç dakikacık olsun televizyonlardaki eğlence programlarımızı, şarkı türkü yarışmalarımızı, kim kiminle yatmış sosyete haberlerimizi, hayatımızın anlamı dizileri, seçim meydanlarındaki atışmalarımızı -sadece birkaç dakika- kesip son iki haftada ölen Türk-Kürt çocuklarımız için ortak bir yas anı yaşayamaz mıyız? Ah, bir yapabilseydik, bir kerecik yüreklerimizde duyabilseydik birbirimizin tasasını, sevincini, acısını, ne çok şey bir anda değişirdi bu ülkede!... 
Bir halk, çocuklarının cesetlerini sınır ötesinde aramak için ölümü umursamadan silahlara karşı yürümeyi göze almışsa; bir halk, öyle eskiden olduğu gibi zorla falan değil, ölülerine sahip çıkmak için, ölümleri, zulmü, baskıyı protesto için bütün bölgede kendi iradesiyle kepenk kapatıyor, hayatı/ kendi hayatını durduruyorsa; CHP’si, AKP’siyle bölgedeki bütün siyasal kesimler açıkça veya içten içe gizlice “artık yeter” diyerek yasa katılıyorsa,  o zaman “teröristlere karşı savaş” söylemi inandırıcılığını yitirmiş, ya da halkın tümü teröristleştirilmiş demektir. Ve de bunca yıllık aymazlığınızla, bunca yıllık devlet güvenliği refleksinizle Türkiye toplumunun en az yüzde yirmisini “bölücü terörist” kategorisine sokmayı başarmışsanız, asıl bölücülerin ve halk düşmanlarının kendiniz olduğunu görme zamanı artık gelmiş demektir.
Sizler; bölgede kan gövdeyi götürürken seçim meydanlarında belden aşağı kaset muhabbeti; senin oğlun - benim kızım, sen dedin - ben dedim atışmalarıyla, dinleyenleri utandıran iğrenç kayıkçı döğüşüyle kafa bulan liderler! Kürtler bu ülkenin halkı değil mi? Hani, nerede vatanın - milletin bölünmezliği? Siz yüreklerinizde çoktan bölmüşsünüz bu ülkeyi ve halkı. Ne tasada, ne sevinçte, ne de yasta ortaklığınız yok artık...
Siz, bu ülkenin Başbakanı! Daha bugün, bütün bir bölge ayağa kalkmış ölülerine ağlarken, yüreklere iyi gelecek birkaç söz, yatıştırıcı bir söylem yerine, ağzınızı köpürterek “tek ülke, tek halk, tek...tek” diyerek tektekçilik yapmaktan başka bir şey yok mu elinizden gelen? Gerilimi artıran, neredeyse  dönüşsüz noktaya getiren son operasyonların emrini siz vermediyseniz eğer, yaşadığımız şu bıçak sırtı günlerde bölgeyi büsbütün istikrarsızlaştıracağı gün gibi açık olan bu operasyonlardan kimlerin sorumlu olduğunu araştırıp açıklamak size düşmez mi? Askeri vesayetle mücadele sadece üç beş paşayı içeri tıkmakla olmaz, barışın arkasına siyasi irade koyabilmekle, militarizme topyekûn karşı çıkmakla olur. BDP’ye, BDP destekli bağımsız adaylara, barışçı aydınlara, demokrasi ve özgürlük isteyenlere en ağır sözleri söylemekle, Kürt halkının tepkisine, öfkesine, yasına katılanları suçlamakla olmaz, boş ve kof sözleri bir yana bırakıp cesur adımlarla barışa doğru yürümekle olur.  
Kör gözlerinizi açın, siz ey muktedirler. Kör gözlerimizi, köreltilmiş vicdanlarımızı, yüreklerimizi açalım, oralarda neler olup bittiğinden habersiz,  o halkın acısına, sorununa, özlemlerine ve taleplerine Fransız kalan biz Batı Yakası’nın tasasız Beyazları. Başbakanımıza göre “olmayan bir sorunun” öznesi o halk, “bilinmeyen bir dil”in konuşulduğu o bölge, anaların çocukları için diz çöküp yalvardıkları o yoksul kentlerin sokakları, bu kadar mı uzak bizden?  Kürtlerin acılarını bile anlayamıyorsak, acısılarına bile düşmansak neden tepinip duruyoruz “bölücüler, ayrılıkçılar” diye. Asıl bölücüler ve ayrılıkçılar onları gündemlerinden ve  yüreklerinden atmış olanlar değil mi?
Öyle palavralarla, içi boş duygusal söylemlerle, açılamayan açılımlarla işi idare etmekten vazgeçip somut barışçı adımlar hemen atılmazsa; ilk adım, en azından bölge halkından bir özür ve operasyonların hemen durdurulacağına dair bir taahhüt olarak devletten gelmezse, yüreklerde çoktan başlamış olan kopmanın fiiliyatta kanlı mı kansız mı olacağını tartışmaya başlayacağız yakında. 
Bugünler geçip gider. Seçimler, iktidarlar, liderler geçip gider. Tarihi barışla değil kanla yazanların adları, bütün resmi tarih yalanlarına rağmen gün gelir gelecek kuşaklarca öğrenilir. Bugün, geçmişteki kanlı muktedirler nasıl lanetle anılıyorsa, gün gelir sizler de öyle anılırsınız.  Hiçbir şey bir insan yaşamı ve bir halkın özgürlüğü kadar değerli ve önemli değildir. Her tarafa, herkese, bütün muktedirlere hatırlatması benden...

Yazarın Diğer Yazıları

Romanını yazamadığım kahramanım Nazar

İnsan benim yaşıma gelip de birlikte yol yürüdüğü,  onlarla zenginleştiği dostlarını, arkadaşlarını yitirdiğinde sadece onların matemini tutmuyor, sadece onlara ağlamıyor. Her giden bizden bir parça koparıp gidiyor. Eksiliyoruz

Bir yazamama yazısı

Yazıyoruz, söylüyoruz, bağırıyoruz, feryat ediyoruz da ne oluyor, ne değişiyor! Anlamsızlık, yetersizlik, boşuna çaba duygusu

Çocukları kefene sokan ruh hastası ilkel zihniyet

ÇEDES'in amacı çocuklarda çevre duyarlılığını geliştirmek ise, ormanlarımızın, tarım topraklarının, doğal zenginliklerimizin nasıl yok edildiğini, açgözlü vahşi talan düzeninin doğal yaşamı nasıl katlettiğini öğretin

"
"