28 Mart 2017

Kırmızı çizginizi yanlış çizerseniz, olacağı budur

Biliyorum; bu kadar yağıp gürledikten sonra siyaset değiştirmek, kırmızı çizgi muhabbetinden vazgeçmek zordur...

AKP’nin ilk yıllarıydı. Sevgili Musa Kart, yüzü Tayyip Bey’i andıran, iplere dolanmış bir kedi karikatürü çizmişti. Sevimli bir karikatürdü, biri beni böyle çizse öfkelenmek ne kelime, pek keyiflenir, çizene teşekkür bile ederdim. Ama o da ne! Sayın Erdoğan’da bir öfke bir öfke. Musa’yı hemen mahkemeye verdi, demediğini bırakmadı, zehir zemberek gürledi. Sonunda Musa Kart beraat etti, yumağın iplerine dolanmış kedi temize çıktı. Ama kedinin intikamı yıllar sonra alındı, Musa aylardır Silivri’de suçsuz günahsız, sorgusuz sualsiz yatıyor.

Şimdi o karikatürü, kedinin dolandığı ipleri yüz kat daha çoğaltıp kalınlaştırarak yeniden çizmeli diye düşünüyorum. Ama bu defa iplere dolanmış olan Cumhurbaşkanı Erdoğan değil Türkiye.

Türkiye yumağa nasıl dolandırıldı?

Örgü örenler, yumak saranlar bilir. Düğümü çözmek için ipin doğru ucunu, doğru ilmeği bulmak gerekir, yoksa her şey daha fazla karışır, çözülmez olur, kesip atmaktan başka çare kalmaz. Bana kalırsa, düğüm de çözüm de AKP iktidarının (Siz Tayyip Erdoğan anlayın) bir yandan Kürt ve bölünme fobisi, öte yandan bölge hâkimiyeti ihtirasında saklı. Türkçülük vurgulu tekçi siyasal İslam’ın hayalleri bölge ve dünya gerçeklerine çarpıp yıkıldıkça iplere, hatta zincirlere biraz daha dolanıyor, nefes alamaz hale geliyoruz.

Türkiye’nin şu anda yedi düvelle çatışmalı, kavgalı olmasının; Ortadoğu’da yapayalnız kalmasının, özür dileyip yanaşılan Rusya’dan da, ruh ikizi olmasına güvenilip bir ara umut bağlanan Trump’tan da yüz bulamamasının, Avrupa Birliği ve Avrupa ülkeleriyle papaz olunmasının düğümü Suriye politikasıdır. Aklı başında, gerçekçi, dünyayı ve bölgeyi biraz okuyabilen herkesin yanlışlığını baştan beri ifade ettiği Suriye’ye müdahale siyasetinin vardığı noktada, çözümsüzlükle karşı karşıyayız. Bu noktaya “kırmızı çizgilerimiz”le geldik. Kırmızı çizgilerimizi kimsenin takmadığını, her an her şekilde aşıldığını görünce de iktidarın önünde yabancı bir ülkenin topraklarında savaşmaktan, bölgeyi büsbütün karıştırıp savaşı körüklemekten başka çare kalmadı.

Yanlış yere çizilen kırmızı çizgiler

Suriye’nin içişlerine karışmak yanlıştı, “Esad’ın gitmesi kırmızı çizgimizdir” demek o yanlışa tüy dikti. Kuzey Suriye (Rojava) siyaseti, ülke içine kaçınılmaz yansımalarıyla vahim bir yanlıştı, Fırat Kalkanı ile çizilen kırmızı çizgi o yanlışı perçinledi. Sınırlarımızda Kürt koridoru istemiyoruz demek öngörüsüzlüktü, PYD/YPG’yi terörist sayıp kırmızı çizgi ilan etmek bir anlamda kendi bacağına sıkmaktı. Bölgedeki cihatçıları temizlemek için bu unsurlarla işbirliği yapan ABD’ye, Rusya’ya alçak sesle çemkirip içerde “Bu kırmızı çizgimizdir, tek başımıza kalsak da savaşacağız” diye yüksek perdeden yağıp gürlemek sonu belirsiz maceralara ve çözümsüzlüğe mahkûm olmaktı. Ve de olundu…

Bir zamanlar Irak Kürdistanı kırmızı çizgimizdi, şimdilerde neredeyse bağımsızlığını destekler olduk ve de hâlâ birazcık iyi geçindiğimiz tek komşumuz orası. Yarın- öbür gün Suriye Kürdistanı için de aynı şey gerçekleşecek. Ama o zamana kadar Türkler, Kürtler hepimiz acı çekeceğiz, maddî manevî yıkımın tamiri de bir o kadar güç olacak. Demek ki kırmızı çizgini yanlış yerden geçirmeyeceksin. Sonra silmesi güç oluyor, hele de o çizgi kanla çizilmişse…

Batı PYD/YPG ile neden işbirliği yapıyor?  

Türkiye, yumağa dolanıp çuvalladığımız Suriye siyasetini terör örgütlerine karşı özsavunma gerekçesiyle açıklıyor. Caydırıcı gücüne, halkının desteğine güvenen bir ülke, savunmasını kendi topraklarından, kendi sınırında yapar.

Teröre karşı etkili savunma öncelikle saldırının/tehlikenin nereden geldiğinin ve kimlerle ittifak yapılacağının doğru belirlenmesiyle mümkündür. Türkiye, bölgedeki yanlış hesapları nedeniyle uzun süre cihatçı terörü, IŞİD’i, El Nusra’yı yönlendirip ehlileştirebileceğini sandı. Hesabını Esad’ı ve Rojava’da kantonlar kuran Suriye Kürtlerini yok etmek üzerine kurdu. Nasıl ki Emevi Camii’nde namaz kılınamadıysa, “düştü düşecek Rojava” da, düşmek bir yana kalıcılaştı. Buna karşılık terör örgütü IŞİD, sadece Türkiye’yi değil dünyayı tehdit edecek güce ulaştı. Sonunda IŞİD’le savaşmaya mecbur kalan Türkiye, fırsattan istifade bir taşla iki kuş vurma, Rojava Kürtlerinden kurtulup böylece kendi Kürtlerini hizaya getirme hesabıyla PYD/YPG’yi terör örgütü ilan etti. Sağlam bir tutamağı da vardı, çünkü PYD, PKK ile iltisaklıydı ve PKK çeşitli ülkeler tarafından da göstermelik bile olsa terör örgütü ilan edilmişti. Formül şöyle kuruldu: PYD/YPG=PKK= terör örgütü.

Ne var ki IŞİD’in bölgeden temizlenmesinde zaman zaman çıkar ortaklığı içinde olan ABD, Rusya ve diğer Batı ülkeleri PYD’yi terör örgütü olarak görmüyordu. Onlara göre -ve bana göre- Rojava Kürtleri kendi haklarını ve topraklarını korumak, bölgelerinde kendi düzenlerini kurabilmek için savaşıyorlardı. Bu arada, ilk başlarda Salih Müslim’in Türkiye’ye birkaç kez geldiğini, “Bize el uzatın, ağabey ülke olun” dediğini; ve de en önemlisi, yaratılmaya çalışılan ve başarıyla yaratılmış olan algının aksine YPG’nin Türkiye’ye yönelik tek bir terör eylemi tesbit edilemediğini de unutmayalım.

Bölgede IŞİD ve diğer cihatçı gruplara karşı etkili ve kararlı savaşan tek gücün YPG olduğu gerçeği hesaba katılırsa Batı’nın onlarla birlikte hareket etmesinde şaşılacak, alınıp bozulacak bir şey yok. YPG=PKK= terör örgütü kof denklemi yerine bölgedeki gerçek durumdan hareket edilebilseydi, cihatçı yapılar Kürtlere yeğlenmeseydi, bugün IŞİD’e karşı savaşta daha ileri adımlar atılmış olur, sınırlar Kürtlerle güvenceye alınır, doğru bir politikayla PKK’nin terör eylemleri durdurulabilir, Türkiye bölgede bu denli çaresiz, pusulasız kalmaz; tehlikeli maceralara, çatışmalara girmekten korunurdu.

Biliyorum; bu kadar yağıp gürledikten sonra siyaset değiştirmek, kırmızı çizgi muhabbetinden vazgeçmek zordur. Ancak, öyle anlaşılıyor ki ilerde bölge yeniden şekillenirken Suriye’de de Irak’taki gibi özerk bir Kürt bölgesi kurulacaktır. Kitlelere zerkedilen yanlış propagandanın aksine bu, Suriye’nin dağılması değil, üniter yapısını mümkün olduğunca koruması anlamına gelir. Bu gerçeği hesaplayarak kırmızı çizgileri gecikmeden gözden geçirmekte, dış politika kadar ülkemizin iç huzuru açısından da hayatî yarar var.

Yazarın Diğer Yazıları

Romanını yazamadığım kahramanım Nazar

İnsan benim yaşıma gelip de birlikte yol yürüdüğü,  onlarla zenginleştiği dostlarını, arkadaşlarını yitirdiğinde sadece onların matemini tutmuyor, sadece onlara ağlamıyor. Her giden bizden bir parça koparıp gidiyor. Eksiliyoruz

Bir yazamama yazısı

Yazıyoruz, söylüyoruz, bağırıyoruz, feryat ediyoruz da ne oluyor, ne değişiyor! Anlamsızlık, yetersizlik, boşuna çaba duygusu

Çocukları kefene sokan ruh hastası ilkel zihniyet

ÇEDES'in amacı çocuklarda çevre duyarlılığını geliştirmek ise, ormanlarımızın, tarım topraklarının, doğal zenginliklerimizin nasıl yok edildiğini, açgözlü vahşi talan düzeninin doğal yaşamı nasıl katlettiğini öğretin

"
"