06 Temmuz 2010

İki Tarz-ı Siyaset

Yani iki siyaset yapma biçimi, iki farklı dil, iki farklı üslup, iki farklı tarz. Biz hep birini, aynı tarzı gördük...


Yani iki siyaset yapma biçimi, iki farklı dil, iki farklı üslup, iki farklı tarz. Biz hep birini, aynı tarzı gördük. Zaman zaman rahatsız olsak, eleştirsek de, siyaset diyince hep o tarzı anladık. Kendimiz siyaset yapmaya soyunduğumuzda, ister sağda ister solda olsun hep aynı tarzı, aynı dili kullandık: Çatışmanın, rakibi ezmenin hatta rezil etmenin, aka kara doğruya yanlış demenin, laf yetiştirmeyi üstünlük saymanın, boş ve kof sözlerle kitleleri tahrik edip tarafımıza çekmenin eril iktidar dilini...
Geçenlerde, tam da Kılıçdaroğlu’nun  CHP’ye başkan “oldurulduğu” günlerde, kendisini sosyal demokrat çizgide tanımlayan, gerçekten de demokrat olduğunu düşündüğüm, aklından fikrinden, siyaset deneyiminden, etik değerlerinden kuşku duymadığım CHP’li bir tanıdığımla konuşurken, “Benim bir hayalim, hatta ürkek bir umudum var; bir başka siyaset tarzı mümkün, muhalefetin iktidarı ne bahasına olursa olsun köşeye sıkıştırması, karalaması, öküz altından buzağı arayıp buzağı yok diye fellenmesi yerine, mesela “Açılım mı diyorsunuz, gelin birlikte yapalım; anayasa değişikliği mi, gelin birlikte hazırlayalım; Ermenistan’la ilişkiler mi, Kıbrıs sorunu mu, vesayet mi, darbe mi; gelin birlikte çözüm bulalım” diyeceği bir siyaset tarzı, dedim. CHP’li arkadaşımız biraz küçümseyerek, dudağının ucuna alaycı bir gülücük oturtarak baktı bana. “Ama Oya Hanım, siyaset öyle sizin dediğiniz gibi, uzlaşmayla yapılmaz” dedi kendinden çok emin bir edayla. Taa içinden; şu vicdan diye tutturmuş saftorik kadının aklıyla olur mu bu işler; eskiden iyi kötü devrimciydi, sınıf mücadelesine falan inanırdı, şimdi ne biçim teslimiyetçi olmuş, diye geçirdiğinden de eminim. Terbiyeli adam; açık açık söylemedi bunları, ama beni, bulutların üzerinde dolaşan bir hayalperest olarak gördüğüne, ne de olsa kadın aklı işte! diye düşündüğüne kalıbımı basarım.
Oysa ben, bizi ülkece içinde debelendiğimiz bataktan çıkarabilecek, savaşı, kanı, ölümleri, birbirimizin boğazına sarılma noktasına gelmiş cepheleşmeyi, sevgisizliği, çözüm bekleyen dağ gibi sorunları aşabilecek tek siyaset tarzından söz ediyorum. Başbakan çömeldi, ana muhalefet dimdik ayakta durdu türünden hepimizi eşek yerine koyan, aklımıza vicdanımıza hakaret eden dalaşın ötesinde; Genelkurmay Başkanı'nın muhalefet liderini desteklemek, yani ayakta fotoğrafının çekilmesini sağlamak için, sınır karakolunda önünde mevzilenilen duvarın ve adı neyse o torbaların Kılıçdaroğlu’nun boyuna göre yükseltildiği akla ziyan ve bence tarafların saygınlığını azaltan yarıştan değil, bu ülkeyi, bu halkı, sizi, beni, hepimizi ilgilendiren halk için siyasetten söz ediyorum.
Ortada bir sorun ve bu sorunu çözmeye kendileri aday olmuş, bu yükümlülüğü üstlenmiş siyasi kadrolar varsa, bunlar bizim, yani halkın üzerinden siyasi veya ekonomik, bireysel veya grupsal - partisel çıkarlar peşinde değillerse, odaklanmaları gereken tek nokta çözümdür. Çözüm ise laf yarıştırmaktan, atışmaktan, şov yapmaktan değil diyalog, öneri ve sonunda uzlaşmadan geçer. Siz Türkiye’de böyle bir siyasal tabloya tanık oldunuz mu hiç? Böyle bir üsluba cesaret edenler çabucak tasviye oldular, “iyi adamdır, ama siyasetçi değildir” diye nitelendirildiler. Neden? Çünkü siyaset horoz dövüşüdür, miting meydanlarında urgan sallamaktır, sen asmadın ben asamadım tartışmasıdır, şerefsizsin hayır sen şerefsizsin dalaşıdır; gencecik Türk ve Kürt insanları ölürken, ülkeyi kan götürürken çömeldin çömelmedin kavgasıdır.
Benim kuşağım, çatışmalar çağı kuşağıdır. 19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyılın ilk üç çeyreği, sağı ile solu ile, iktidar mücadelesini uzlaşmaz çelişkilerin çatışmacı çözümü üzerine kurmuştur. Zafer ve devrim namlunun ucundadır, kurşun yiyen de kurşun sıkan da makbuldür, şereflidir bu anlayışa göre. Dünyanın geri kalmış, geri bıraktırılmış ülkelerinde ve dünya çapında 16. büyük ekonomi olmakla övünen Türkiye’de bu anlayış geçerlidir ve siyaset yapmak böyle bir kör dövüşü sanılır. Oysa 21. yüzyıl uzlaşma, yani çelişkilerin çatışmacı değil uzlaşmacı çözümlerinin yüzyılı olacak, ya da dünya korkunç bir kaos içinde yok olup gidecek. Kendimizi bir başka tarz-ı siyasete, başka bir dile, farklı bir üsluba, kazan kazkan çözümlerine alıştırmamız gerek.
Bunun yolu, iktidar kavramını ve olgusunu tekrar tekrar irdelememizden, bu olgunun üstünde derinlemesine düşünmemizden, iktidarın ve iktidar kavgasının ne kadar yıpratıcı, kirletici olduğunu kavramamızdan ve bu tarz iktidar siyasetlerini reddedip itibar etmememizden geçiyor.
Biliyorum, siz okurların bir bölümü de sosyal demokrat dostum gibi “Böyle siyaset olmaz, bu saf hayal ve önerilerle bir yere varılmaz” diyorsunuz. Bazı okurların/tıklayıcıların üslubuna bakıyorum da, o savaşçı eril iktidar dilinin, diyalog ve saygı ötesi o saldırgan dilin içimizde ne kadar kökleşmiş olduğunu üzülerek izliyorum. İnsandan ve vicdandan koparılıp kısır bir iktidar kavgasına dönüşmüş siyasetin hepimizi ne biçim kemirdiğini, nasıl insansız, sevgisiz, vicdansız kıldığını düşünüyorum. Bir düşünün diye rica ediyorum sadece: O çatışmacı, yok edici eril iktidar diline dayalı siyaset tarzı bugüne kadar ne kazandırdı, hangi sorunumuzu çözebildik bu dille? Hele de tarihin ve dünyanın şu akıl almaz değişim sürecine girdiği 21. yüzyılda, alıştığımız  tarz-ı siyasetin ister Kasımpaşalı ister Kılıçlı bürokrat versiyonu hangi çözüme götürür bizi?
Ben, kazanacak olanın ilkeli ama uzlaşmacı yeni siyaset tarzını ve dilini içselleştirip benimseyenler olacağını düşünüyorum.

Yazarın Diğer Yazıları

Romanını yazamadığım kahramanım Nazar

İnsan benim yaşıma gelip de birlikte yol yürüdüğü,  onlarla zenginleştiği dostlarını, arkadaşlarını yitirdiğinde sadece onların matemini tutmuyor, sadece onlara ağlamıyor. Her giden bizden bir parça koparıp gidiyor. Eksiliyoruz

Bir yazamama yazısı

Yazıyoruz, söylüyoruz, bağırıyoruz, feryat ediyoruz da ne oluyor, ne değişiyor! Anlamsızlık, yetersizlik, boşuna çaba duygusu

Çocukları kefene sokan ruh hastası ilkel zihniyet

ÇEDES'in amacı çocuklarda çevre duyarlılığını geliştirmek ise, ormanlarımızın, tarım topraklarının, doğal zenginliklerimizin nasıl yok edildiğini, açgözlü vahşi talan düzeninin doğal yaşamı nasıl katlettiğini öğretin

"
"