Kim üstüne alınırsa alınsın, savunmaya yeltenenler ne derse desin, amaçları, referansları ne olursa olsun ölüm cezasını savunmak vicdan zaafıdır, çağımızda evrensel değerlerin geldiği noktada insanlık suçudur, uygar toplumlarda ilkelliktir. Üsttenci bir değerlendirme saydığım için gelişigüzel kullanmaktan çekindiğim “ilkellik” sözcüğünü buraya altını kalın çizerek yazıyorum.
Biliyorum: Sokağa çıkıp sorduğunuzda, her üç insandan ikisi idam cezası gereklidir, diyecektir. Hele de hepimizin tüylerini diken diken eden vahşi cinayetlerin yarattığı öfke, tepki, dehşet ortamında; “Sallandıracaksın ikisini üçünü, bak o zaman bir daha yaparlar mı!” zihniyetinin öteden beri asayiş düsturu olarak benimsendiği bir toplumda; tarihinde toplu kırımlar yanında nice darağacı olan bir coğrafyada insanlarımızın bu tavrı beklenmedik sayılmaz.
Biliyorum: Pek çok ülkede, Amerika’nın bazı eyaletlerinde bile ölüm cezası var, diyeceksiniz.
Biliyorum (daha doğrusu ekrandaki bir tartışma programında izlediğim kadın köşe yazarının “Bir Müslüman olarak kendimle çelişmemek için idama karşı olamam” sözlerini içim ürpererek, Müslümanlık, dindarlık bu mu, diyerek şaşkınlıkla izlerken öğrendim ki): “Dinimizde, inancımızda, töremizde ölüm cezası, kısasa kısas var” diyenler çıkacak.
Biliyorum: Kimileri de, T24 köşesinde okuyup T24 adına da utandığım bir yazıdaki gibi, ölüm cezasının hukuksal gerekliliğinden, caydırıcılığından bahsedecek. Üstelik bu konuda yapılmış çok sayıda araştırma caydırıcılığın olmadığını açıkça ortaya koyduğu halde.
Bu gerekçelerin, mazeretlerin, hukuğa, dine, kitle psikolojisine sığınmanın çağdaş toplumlarda, evrensel hukuğun günümüzde hedeflediği etik düzeyde, ahlak ve vicdan sahibi özgür insan kimliğinde hiçbir karşılığı olmadığını düşünüyorum.
Ölüm cezası katil devlete işaret eder
Ölüm cezası, devletin (muktedirin) yargı erki eliyle, düşüne taşına işlediği bir cinayettir. Şiddet tekelini elinde tutan devlet ferde karşı şiddetin en üst biçimi olan ölüme karar verdiğinde cinayete teşebbüs etmiş; ceza infaz edildiğinde de cinayet işlemiş olur. Hangi dereden su getirilirse getirilsin, bu gerçek değişmez. Üstelik ne kadar allanıp pullansa, ne kadar gerekçe uydurulsa da ölüm cezası özünde devlete egemen muktedirlerin öcalması ve intikamıdır, korku yaratarak toplumu sindirme aracıdır. Cezai yanı yoktur, çünkü ceza ıslah olma-ıslah etme kavramları dışında anlamsızdır. Ölüm ıslah etmez, yok eder. İbret yanı da yoktur, çünkü korku insanda ibret değil nefret ve şiddet yaratır.
Can sıkan, kurtulunmak istenen şeyi yok etmek, insanın ve iktidarın ilk dürtüsü ve ilkel çözüm yoludur. Evrensel hukuk ve siyasal etik, çağlar boyunca ilk dürtüleri, ilkel çözümleri adım adım aşarak günümüze kadar gelmiştir ve evrimini sürdürmektedir. Bu yüzden çağlar öncesinin kısasa kısas hukuku ister siyaset, ister hukuk, ister din ve töre adına savunulsun ilkel nitelemesinden kurtulamaz; yüzyıllar öncesinde o dönemlerin insanları nezdinde devletin-iktidarın adaletine delalet edebilecek bir suç ve ceza anlayışı, günümüzde devleti/iktidarı adil değil katil kılar.
Ölüm cezasının infazdan sonra düzeltilmesi, geriye alınması mümkün değildir, pardon diyeceğiniz, özür dileyeceğiniz kimse kalmamıştır geriye. Hele de siyasi nitelikli suçlar söz konusu olduğunda, idam edilen kişi gün gelir kahraman olur. Ne çok örneği yaşanmıştır yakın tarihimizde. Hepsi de toplumun derinliklerinde, insanların ruhlarında yara açmış, vicdanlarımızı, ahlakımızı karatmış¸ devletin suçuna, cinayetine katılmamış olsak da hepimizin ruhuna kötülük tohumları ekmiş, bilinç altımızı kirletmiştir.
Gönlüm idamda diyen bir başbakan ve ötekiler...
Minicik bir çocuğun işkenceyle öldürülmesi karşısında korku ve infiale kapılan toplumu yatıştırmanın, bu arada kitle psikolojisini gıdıklayarak oy devşirmenin peşinde olanlar yine idam ipine sarıldılar. Birkaç yıl önceki seçimlerde, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, miting meydanlarında darağacını simgeleyen ucu ilmekli urganı sallayarak seçmenleri provoke etmesi karşısında, bu güzelim halk şiddete, ölüme, cinayete prim veriyor ki oy almak için yağlı urgandan medet umuluyor diye düşünüp kedere ve umutsuzluğa kapılmıştım.
Bahçeli’nin yağlı urgan çıkışına karşı Tayyip Erdoğan’ın “Ben olsam (Öcalan’ı) asardım” sözü, ardından bir vesileyle “Ben idam cezasından yanayım” diyerek konuyu gündeme getirişi, Bülent Arınç’ın hemen destek çıkması, Kuzu’nun “Ben zaten her zaman idamı savundum” demesi ve kimi sahibinin sesi yazarların, televizyoncuların aynı ipe sarılmaları sadece seçimle, oyla açıklanamayacak, kökü derinlerde olan kötücül duyguların, aşınmış ya da hiç gelişmemiş vicdanların, ilkel suç-ceza anlayışının yansımasıydı.
Son günlerde bazı ürkütücü cinayetlerin körüklediği öfke ve isyan ortamında konu yeniden, ufak ufak gündeme sürülmeye başlandı. Son olarak ekranlarda Başbakan Erdoğan’ın, kendisine ısrarla “Bunları asın, idamı getirin” diyen genç bir kadına verdiği cevabı izledik. “Benim de gönlüm idamda ama...” dedi Başbakan. Öncesinde, sonrasında milliyetçi-Müslüman-muhafazakâr cenahtan benzer sözler, benzer tavırlar izledik. Gönüllerinin idamda, yani devletin cinayet işlemesinde olduğunu ama ne yazık ki Avrupa Birliği engeline takıldıklarından yakınıyorlardı. Hayret ettiğim bunu utanmadan, sıkılmadan söylemeleriydi.
İçlerini dışlarına dökmekten hicap duymuyorlardı, çünkü böylelikle bir taşla iki kuş vurup, kitlelerin o andaki psikolojilerinden yararlanarak cinayeti oya tahvil etme imkânı doğduğuna inanıyorlardı.
İdam isteyen kadın neyin kurbanı?
Şiddet, kan, idam, intikam...Bunlar binlerce yıllık eril iktidarın simgeleridir. Dinî ya da dünyevî iktidarlar aynı hamurdan yoğurulmuşlardır. Siyasal kişilikler, yapılar, partiler bu hamurun yoğurulduğu tekneye ne kadar yakınlarsa, eril iktidar özünü içlerinde ne oranda taşıyorlarsa, siyasal etik evriminde ne kadar geri kalmışlarsa kana, intikama, idama o oranda yakın dururlar. Mesela; gönülleri idamdadır ama ele güne, “gâvura” karşı ayıp olmasın diye, dış dünyaya (AB’ye) ters düşmemek için bağırlarına taş basıp ölüm cezasının kalkmasına razı olurlar. Ya da, mesela MHP lideri ve aynı çizgide olan siyasî hareketler gibi, AB umurlarında değildir, açıkça kana kan-intikam peşinde koşarlar.
Sadece Türkiye’de değil dünyada da ölüm cezasını hararetle savunanların faşist, milliyetçi, dinci, muhafazakâr kesimler ve siyasetler olduğunu unutmayalım. Böyledir çünkü eril iktidarın değerleri bu kesimlerin genetik kodlarına daha derin ve sağlam işlenmiştir.
Peki ya kadınlar? İnançlı olduğu için idam cezasına hayır diyemeyeceğini söyleyen akıllı fikirli, eğitimli kadın yazarımız gibiler; ya da “oğlumu idam edin!” diyen anne; ya da Başbakan’ın önünü kesip “Bunları asın, idam cezasını geri getirin” diye bağıran genç kadın?
Kadın olmak, eril iktidarın içimize işlemiş binlerce yıllık kodlarından, zihniyetinden muaf olmak anlamına gelmiyor. Kadın, o zihniyetin içinde gelişirken, üstelik toplumun mağdur kesimi olarak ezikliğini erkek değerlerine sarılarak giderirken, o değerleri korunma mekanizması olarak kuşanırken çaresizlik içinde eril iktidarın parçası oluyor. “Sallandıracaksın birkaçını” zihniyeti de kadın- erkek herkesin, bütün halkın ortak çaresizliğinden, bu çaresizliğin öfkeye dönüşmesinden kaynaklanıyor.
Kimilerinin sandığı gibi eğitim düzeyi değil burada belirleyici olan; okumuş okumamış olmak, şehirli, köylü olmak, zengin veya yoksul olmak da değil. Bu bir vicdan eğitimi meselesi, kitlelerin vicdanî-insanî değerlerinin yükseltilmesi, korkularının, çaresizliklerinin giderilmesi meselesi, empati kurabilme yetisinin (ki empati vicdan inşasının dayanağıdır) güçlenmesi/güçlendirilmesi meselesi. Empati yeteneği ve vicdan sanıldığının aksine, belli koşullarda geliştirilebilen insanî bir yetenektir.
Bu nasıl olacak? “Bunları asın!” diye feryad eden kadına “gönlüm idamda” cevabı yerine “En büyük suçu işlemiş de olsa, biz insanı öldürmeyiz; dinimiz de vicdanımız da, insanlığımız da buna izin vermez” diyebilen, bunu yüreğinde duyan liderlerle, kamuoyu önderleriyle, din adamlarıyla olacak. Gönlüm idamda diyenlerle, insan öldürmeyi dinle, imanla, hukukla bağdaştırmaya çalışanlarla değil...
“Öldürmeyeceksin” On Emir’in, bütün dinlerin, evrensel insanlık değerlerinin başlangıç ilkesidir: Tarih boyunca muktedirlerin dilinde ama’larla gölgelenmiş, riyakârca yok sayılmış, unutulmuş, unutturulmaya çalışılmış da olsa ölüm cezasını savunanlara bir kez daha hatırlatmakta yarar var.