26 Mart 2014

Her koyun kendi bacağından, her seçmen kendi oyundan asılır

Sandığa gitme günü yaklaştıkça gerilim ve heyecan artıyor. Tayyip Erdoğan’ın, yerel seçim mücadelesi olmaktan çıkarıp can havliyle kıyasıya bir ölüm kalım savaşına, kendisini onaylatacağı bir referanduma dönüştürdüğü seçim atmosferi, demokrasi tarihimizde eşi benzeri görülmedik bir cepheleşme yarattı. Siyasî-ideolojik kamplaşmaya hiç yabancı olmayan “yurdum insanları” siyasî mücadelenin bu kadar kirlisini, hayâsızını, belden aşağı vuranını hiç yaşamamışlardı.

Sandığa gitme günü yaklaştıkça gerilim ve heyecan artıyor. Tayyip Erdoğan’ın, yerel seçim mücadelesi olmaktan çıkarıp can havliyle kıyasıya bir ölüm kalım savaşına, kendisini onaylatacağı bir referanduma dönüştürdüğü seçim atmosferi, demokrasi tarihimizde eşi benzeri görülmedik bir cepheleşme yarattı.  Siyasî-ideolojik kamplaşmaya hiç yabancı olmayan “yurdum insanları” siyasî mücadelenin bu kadar kirlisini, hayâsızını, belden aşağı vuranını hiç yaşamamışlardı.

Toplumun ruhunu zehirleyen bu cepheleştirme taktiğini Erdoğan’ın kendi seçmen kitlesini pekiştirmek, oy tabanını sabitlemek için bilerek uyguladığı yorumları yapılıyor. Eğer böyleyse, 72 milyon insanının kaderini, ülkenin geleceğini oy hesabı ve kendi iktidarı uğruna bozuk para gibi harcamayı göze almış bir liderle karşı karşıyayız demektir. Yok eğer bilinçli, hesaplı bir taktik değil de Başbakan’ın kendi kişilik özelliklerinin, ruhsal durumunun yansımasıysa, bütün Türkiye bir kişinin psikopatolojisine kurban ediliyor demektir ki bu daha da vahim.

Bu aşamada, biz sade yurttaşların elindeki tek savunma aracı, tek meşru silahımız: oyumuz. Kuşkusuz demokratik haklarımız oy atmakla sınırlı değil; protesto gösterileri, düşünce açıklaması, kamuoyu yaratmak için yapılacak her türlü eylem işin bir parçası ama dört gün sonra sandık başına gideceğimiz şu günlerde “oy” öncelik taşıyor.

 

Kerhen oy vermek zorunda kalmak...

 

Böylesine sert bir kutuplaşmanın körüklendiği ve insanların ruhlarına yerleştirildiği bir dönemde, seçmenlerin oy davranışları onların gerçek siyasal tercihlerini değil, (yerel yönetim tercihlerini hiç değil) iki cepheden hangisinde yer aldıklarını gösterecek. Önümüzdeki seçimler, siyasal partiler arasında yerel yönetimleri belirleme amaçlı demokratik bir yarış olmaktan çıkıp iki düşman cephe arasında kıran kırana bir savaşa dönüşünce, oyumuz ‘kimden yanayım’dan çok, ‘kime karşıyım’ın cevabı olacak.

Bir süredir yaşadığımız toplumsal-siyasal karabasandan AKP iktidarını sorumlu tutan; Erdoğan’ın buyrukçu, üstenci, kötücül muktedir üslubundan kurtulmak isteyen, gidişatı ülkenin geleceği açısından tehlikeli bulan geniş kesimler, “bunlardan” kurtulmanın yolunun Tayyip Erdoğan’ın şahsında cisimleşen iktidarın gücünü kırmaktan, en azından törpülemekten geçtiğini düşünüyor. Bu durumda yukardaki sorunun cevabı: AKP’ye karşı oy kullanmak oluyor. CHP’ye mi HDP’ye mi oy vermek gerektiği konusundaki tartışmalar veya AKP karşısında güçlü aday kimse onun desteklenmesi gibi öneriler bu noktada devreye giriyor. Kafalarımızı karıştıran, tercihimizi, ilkelerimizi, siyasal etiğimizi zorlayan, kimilerine hiç yakın bulmadıkları bir partiye kerhen oy verdirten işte bu durum.

Soru şu: İktidar ve yandaşlarınca komplo, darbe, ihanet, vb. diye görülen ve gösterilen meşru demokratik muhalefet hakkımızı en etkin biçimde nasıl kullanabiliriz? Daha açık söyleyecek olursak; oylarımızı kime, hangi yerel yönetici adaylarına, hangi siyasal partiye yönlendireceğiz?

Seçimler, iktidar tarafından referanduma dönüştürülünce, yukardaki soruya verilecek cevap hem çok açık hem de çok güç. Yarış (daha doğrusu savaş) adaylar ve partiler arasında değil, iki cephe arasında olunca, normal koşullarda siyaset sahnesinde asla biraraya gelemeyecek çok çeşitli partiler, siyasetler, yapılar, kesimler aynı cephede yer almak zorunda kalıyorlar. Bu durum, haliyle kafalarımızda soru işaretleri, oy davranışlarımızda ikircimler yaratıyor.

 

Kime oy vereceğiz?

 

Başbakan Erdoğan’ın postu kurtarma referandumuna dönüştürdüğü 30 Mart seçimlerinde AKP’nin dışladığı, düşman ilan ettiği, savaş açtığı tüm muhalefet güçleri iktidarın oy kaybetmesi amacına yönelecekler. Anti AKP cephe içinde son günlerde yoğunlaşan: hangi aday veya partini desteklenmesi gerektiği tartışmalarının; oylar bölünmesin, AKP karşısındaki en güçlü aday desteklensin çıkışlarının nedeni bu.

Ben bu noktada, kimsenin başkasının oyuna hangi nedenle olursa olsun ipotek koymaya hakkı olmadığını düşünüyorum. Evet: Erdoğan AKP’sinin geriletilmesi, kendine getirilmesi, Erdoğan’a -mutlak olmasa da görece- bir seçim yenilgisi tattırılarak afra tafrasının ve daha tehlikeli adımlar atmasının önüne geçilmesi, liderleri karşısında yılana bakan tavşan gibi hipnotize olmuş AKP kadrolarının silkelenmesi, demokrasinin kurtarılması acilen gerekiyor. Bunu başarmaya çalışırken, anti AKP cephede yer alanların aynı oy davranış modeli içine zorla sokulmaları gerekmiyor. Hele de, bu konuda görüş ve eğilim bildiren kişilerin hedef alınması, yıpratılması, neden HDP’ye, veya neden CHP’ye, vb. oy vereceksin diye sorgulanması, hatta bölücü ilan edilmesi, bireyin özgür siyasal iradesine müdahale olduğu kadar, gelecekte kurulabilecek ittifakları da engelleyici günübirlik, sekter bir tutumdur.

Günün meselesi AKP’nin daha az büyük belediye kazanması ve toplamda (büyük şehirlerde belediye meclisleri, büyük şehir olmayan yerlerde il genel meclisleri ve belediye başkanlarının aldıkları oy toplamı) oylarının geriletilmesidir. Bunu her seçmen yurttaş kendi aklıyla, kendi siyasî bilinciyle özgürce belirleyecektir. Birisi, kendi gönlü pek yatmasa da, kerhen de olsa AKP karşısındaki en güçlü adayın desteklenmesini önerip o yolda oy kullanabilir, bir başkası seçilme şansı olmasa da gönlünün yattığı partinin adaylarına oy verebilir. Bunlar seçmen yurttaşların özgür kararlardır. Birinin ötekinden üstün, birinin doğru, ötekinin yanlış olduğunu söyleyemeyiz. Hele hele bu yüzden insanları yıpratmaya, iradelerine ipotek koymaya hiç hakkımız yok. Amaç AKP’yi geriletmekse, uzun bir maratonun 30 Mart adımında birbirimizi yeme, zaten var olan güvensizlikleri, kopuşları, iç düşmanlıkları derinleştirme lüksümüz hiç yok.

30 Mart seçimlerinin sonucu ne olursa olsun, önümüzdeki dönemde demokrasi mücadelesi belli ki güçleşecek, sertleşecek. Aramızdaki siyasî ideolojik farklılıkları koruyarak demokrasi ve özgürlük paydasında buluşmaya her zamankinden fazla ihtiyacımız olacak. AKP’yi geriletme amacıyla oy kullanacak olanların, kuşkusuz tümü değil ama önemli bölümü; gerçek demokratik hedeflere doğru birbirlerinden etkilenerek, birbirlerini olumlu anlamda değiştirip ilerleterek birlikte daha uzun bir yol yürüyebilecek değerlere ve birikime sahiptir. Oylar ona mı buna mı verilsin tartışmaları ve dayatmaları, bizi birleştirmez böler. Bugün AKP’ye karşı oy kullanma ortak paydasında buluşanlar arasında, uzun demokrasi yürüyüşü boyunca birbirlerine yakınlaşıp güçlü bir birliğe doğru yol alabilecek siyasetler, kişiler, düşünceler hiç de az değil. Bu ihtimali ve imkânı harcamayalım. Yolumuz daha uzun, unutmayalım.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bir yazamama yazısı

Yazıyoruz, söylüyoruz, bağırıyoruz, feryat ediyoruz da ne oluyor, ne değişiyor! Anlamsızlık, yetersizlik, boşuna çaba duygusu

Çocukları kefene sokan ruh hastası ilkel zihniyet

ÇEDES'in amacı çocuklarda çevre duyarlılığını geliştirmek ise, ormanlarımızın, tarım topraklarının, doğal zenginliklerimizin nasıl yok edildiğini, açgözlü vahşi talan düzeninin doğal yaşamı nasıl katlettiğini öğretin

Devletin birliğini bütünlüğünü bozan hainler kimler?

Dikkatimi çeken, Demirtaş'a devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmaktan, Figen Yüksekdağ'a da devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmaya yardımdan ceza kesilmiş olması. Soruyorum: Devletin bütünlüğünü, milletin birliğini bozanlar Kobane davasında mahkûm edilenler mi, onları mahkûm ettirenler mi?

"
"