Artık vakit daraldı, son umutlar tükenmek üzere. Suriye’ye müdahale konusunda her şey yazıldı, her şey söylendi. AKP güdümü ve etkisindeki “yandaş” tabir edilen medya, sahibinin sesi başdanışmanlar ve Parti kurmayları hariç, “Suriye’ye müdahale doğrudur” diyen pek kimse yok.
Türkiye halkı bu savaşa karşı; tıpkı ABD’nin Irak’a saldırısına ve Türkiye’nin Bush saldırganlığına ortak olmasına karşı olduğu gibi. Bilmeyen kalmadı, yine de tekrarlamaktan kendini alıkoyamıyor insan: Bakın Afganistan’a, bakın Irak’a, bakın Libya’ya; insanî amaçlar, halklara demokrasi, özgürlük getirme, hayat kurtarma yalanları ve riyakârlığıyla yapılan hangi müdahale, hangi savaş daha fazla ölüm, daha fazla yıkım, daha fazla acıdan başka bir sonuç getirdi?
Türkiye Başbakanı’nın; atacağı adımdan kuşkulu, kararsız Obama’yı “vur, vur, daha fazla vur, hemen vur, vurup da çekilme, Suriye’yi târumar edene kadar vur” çığlıklarıyla teşvik etmesini; danışmanlarının, goygoycularının ona alkış tutmasını izlerken bu ülkenin yurttaşı olarak bir yandan utanıyor, bir yandan geleceğimiz adına korkuyorum.
Siyasî Başdanışman Yalçın Akdoğan, Suriye’nin Türkiye’ye saldırması ihtimali sorulduğunda, “Esed’in saldırısı delilik olur, intihar olur” diyor. Esed’inki intihar olacaksa Erdoğan’ın, AKP iktidarının savaş kışkırtıcılığının adı nedir, hiç düşünmüyor.
TBMM Başkanı Çiçek, Suriye’ye müdahale konusundaki uyarılara, Meclis’in toplanması gereğine işaret edenlere cevap olarak, sanki başka bir gezegende yaşıyormuşçasına “Ortada bir şey yok, doğmamış çocuğa elbise arıyoruz” diyebiliyor. Beyefendi, haberiniz yok! Savaş şeytanı erken doğum yaptı, kan topu bir ucube çoktan doğdu. Ne kadar övünseniz azdır, ebeliğini sizler yaptınız...
Hükümet sözcüsü, Başbakan Yardımcısı Arınç, koronun diğer üyeleri gibi “İnsanı yaşatmak için, ölümleri sona erdirmek için, ahlakî ve insanî görev olarak” müdahale istediklerini tekrarlıyor. Savaşla ahlâk, savaşla yaşam, savaşla insanlık ne zaman birbiriyle uyum gösterir ki! Hele de kirli saldırı savaşları, kirli askerî müdahaleler söz konusu olduğunda.
İşlerin sarpa sardığını, politikalarının iflas ettiğini, Ortadoğu’da çuvalladıklarını içten içe pekâlâ bilen bu zevatın dillerinden düşürmedikleri “Suriye’de öldürülen 100 bin kişiye göz mü yumacaktık” sözleri ise insanda, silahı kendinize doğrulttuğunuzun bile farkında değilsiniz, bu kadar kısa görüşlü ya da iki yüzlü olamazsınız tepkisini doğuruyor. Çünkü herkes, işlerine geldiğinde binlerce insanın ölümüne göz yumdukların biliyor. Bir müdahalenin ve bölgeye yayılacak çatışmaların binlerce insanın ölümüne, ölümden beter acılara, milyonlarca insanın yerlerinden yurtlarından edilmesine yol açacağını biliyor. İnsan bir an düşünür: Biri çıkıp, Kürt savaşında ülkenizde 50 binden fazla insan öldü diyerek Türkiye’ye müdahaleye kalkışsa, kimyasal silah kullandınız diyip silahlandırdığı cihatçı çeteleri, El Kaide benzerlerini ülkeye sürse, diyelim ki İsrail ABD’yi veya İran Rusya’yı “insanların ölmesini engellemek için ahlakî nedenlerle” ülkenize müdahaleye zorlasa ne yapardınız?
Obama kendini bitirirken
Obama iktidara, Bush saldırganlığının dünya kamuoyunda pekiştirdiği Çirkin Amerikalı imajını onarma, ABD’ye saygınlık kazandırma, gaddar jandarma değil yumuşak güç olarak, görece daha âdil ve barışçı bir dünyanın süper gücü olma vaadleri ve umutlarıyla geldi. Bunun ne kadar zor olduğunu, bu yönde atmaya çalıştığı her adımda biraz daha iyi anladı. Bush’laşmamak için zaman zaman direndi ama dev emperyalist çark karşısında direnci giderek kırıldı.
Obama’ya acıyorum, çünkü bu siyahî çocuk ezilmiş, mağdur edilmiş zencilerin başkaldırısının da sembolüydü. Yeni bir gelecek vaad ediyordu, hayalciydi de biraz, Amerikan halkı onu bu yüzden sevdi belki; bir de savaş istemediğine, Amerikan emperyalizminin kirli, çirkin yüzünü biraz da olsa temizleyebileceğine inandıkları için. Gel gör ki, ikinci başkanlık döneminde iyice tökezledi. Sistemin çarklarını çevirmek yerine çarklara kapıldı. Bir bakıma Tayyip Erdoğan gibi rejimi, devleti değiştirmek ister görünürken kendisi devlet oldu. Erdoğan nasıl devletleşip Ankaralılaştıysa, Obama da CİA’nin, Pentagon’un dehlizlerine sıkıştı. Suriye bu sıkışmanın belirginleştiği nokta olarak çıkıyor karşımıza. Evet, Obama bölgede İran’ın ve Rusya’nın nüfuzunun artmasına engel olacak, ABD çıkarlarını garanti altına alacak bir güç dengesinden yanaydı kuşkusuz. Ayrıca bölgede BAAS’cı diktatörlükler yerine “ılımlı İslam”ın, hatta (ne hayal!) ABD yanlısı demokratik yönetimlerin kurulmasını da istiyordu tabii. Ancak, hele de Irak’ın durumunu gördükten sonra Suriye’ye müdahalenin arı kovanına çomak sokmak olacağının da farkındaydı. Onu arı kovanına yaklaştıran Türkiye oldu. AKP, inanılmaz basiretsiz, inanılmaz sorumsuz, inanılmaz hayalci Suriye politikasıyla, Esed’i devirmek için muhalifleri örgütlemeye, kışkırtmaya, silahlandırmaya, savaşa sürmeye kalkıştı. Eğer bugün Suriye’de 100 bin insanın öldüğü, 2 milyon kişinin ülkelerini terk edip çeşitli ülkelere sığındığı, kentlerin tahrip olduğu bir insanlık dramından söz ediliyorsa, Türkiye’nin ateşle oynayan yanlış politikasının bu faciadaki payı Esed’inkinden aşağı kalmaz.
İngiltere’nin, Suriye’ye müdahaleyi Meclis’in reddetmesiyle kendini kurtardığı kapandan Obama şimdilik kurtulamamış görünüyor. Suriye’ye müdahaleye sürükleniyor. “Kırmızı çizgimiz kimyasal silah kullanımı” diyerek, gösterilen kanıtları ikna edici bulmadığını söyleyerek bir süre oyalandıysa da, birilerinin “Kimyasal silah mı istemiştin, al sana kimyasal silah! Hadi bakalım kırmızı çizgi aşıldı, sözünün eriysen müdahale et!” baskılarına daha fazla direnemeyeceği anlaşılıyor.
Bu kadar yalanın, pis oyunun ortasında, kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmadığı şu ortamda ben de bir komplo teorisi atayım ortaya. Asıl hedef Obama olmasın sakın! Her kim kullandıysa kimyasal silahları, ABD’de ve dünyada Obama siyasetine karşı olan, soğuk savaş dönemi koşullarına dönülmesini tezgâhlayan karanlık güçlerin planları doğrultusunda hareket etmiş olmasın! Belki Obama da bunları düşündüğü, bildiği içindir ki, topu senatoya falan atarak hâlâ zaman kazanmaya çalışıyor.
Çıkış yolu var: Ateşkes ilanı
Erdoğan ve Obama intihara koşuyor, diye başlık atarken, fiili bir ölümden değil vicdanlardaki ölümden söz etmek istemiştim. Her ikisi de umutlarla gelen, halklarının önemli bölümünün desteğini almış iki lider. Obama’nın atmaya hazırlandığı adım kendi halkından, kendi seçmeninden destek görmüyor. Kamuoyu yoklamaları sonuçları Suriye’ye müdahaleye Amerikan halkının yüzde 70 ile yüzde 80 arasında karşı olduğunu gösteriyor. Türkiye’de karşı olma oranı çok daha yüksek, çünkü halk kabağın başımıza patlayacağını çok iyi biliyor. Ceylanpınarlılar, Rojava sınır bölgesindekiler savaşın provasını iki yıldır yaşıyorlar zaten.
Müdahale sonrasında, zamana yayılarak bölgede yaşanacak kaos, çatışma, yıkım Türkiye’ye bire bir, Amerika’ya dolaylı yansıyacak. Büyük depremin ardcı sarsıntıları Obama’yı da Erdoğan’ı da götürecek türden olabilir. Bu yüzden “Durun, intihara sürükleniyorsunuz! Vicdanlarda ve tarih önünde intihar etmeden önce, hiç gecikmeden yapabileceğiniz bir şey var” diyorum. Gücünüzü, etkinizi kullanarak sorunun şu aşamadaki tek çözümünü zorlamak: Birleşmiş Milletler’den, ya na nereden lazımsa oradan bir ateşkes kararı çıkartmak. Kim hangi taraf üzerinde etkiliyse ateşkese ikna etmek. Sonra masaya oturmak, diplomatik bir çözüm aramak. Bu süreçte çarpışan taraflara, özellikle de radikal İslamcı cihatçılara desteği hemen kesmek, savaş suçlusu olmaktan, halkınızı da suça ortak etmekten kurtulmak...
Barışa bir şans tanımak yerine savaşı zorluyorsanız, vicdan ölümünüz, insanî, ahlakî, siyasî ölümünüz zaten gerçekleşmiş demektir. Ortada dolaşır, nutuk atar, konuşur, hatta yeniden seçilip iktidar bile olabilirsiniz. Ama artık zombisinizdir. Şu sıralarda zombi hikâyeleri pek revaçta. Korku filmlerine meraklı olanlar için bir televizyon dizisi olabilir hikâyeniz.
Ben, hükümeti bu savaşı körükleyen, destekleyen bir ülkenin vatandaşı olarak, savaşa engel olamadığım için kendimi suçlu hissediyorum, kahroluyorum, utanıyorum, sizler korkmuyor, utanmıyor musunuz hiç?