14 Mart 2023

Erdoğan'ın şapkasından Hizbullah çıktı

6'lı Masa'nın altında PKK var, HDP var, vb. zırvalarını yayanların bağırlarında Konca Kuriş'in, Gaffar Okkan'ın ve binlerce masum insanın katili gerçek terör örgütü Hizbullah varmış meğer. Şapkadan çıkarılması, ortaklığın resmiyet kazanması iyi oldu. O korkunç dönemi hafızasından asla çıkarmamış olan bölge halkı, iktidarın gerçek yüzünü bir kez daha gördü

İşler iyi gitmiyor, Cumhur İttifakı'nın kuyruğu sıkışmış durumda. Özellikle siyasî beka mücadelesi veren Tayyip Erdoğan ve bilumum AKP şebekesi, deprem felaketi sonrasında ülkeye hakim olan hava ve Millet İttifakı'nın ortak adayı Kılıçdaroğlu'nun anketlerin de doğruladığı yükselişi karşısında, seçimlerin kendileri açısından çantada keklik olmadığını anladılar.

Demokratik bir ülkede özgür seçimlerin siyasî-ideolojik taraflar arasında bir yarış olduğundan bihaber olan, kaybetmeyi hayat memat meselesi sayan, bir oy uğruna her şeyi satmaya hazır Erdoğan'ın, seçimlere gidilirken can havliyle şapkasından yeni tavşanlar çıkarması bekleniyordu, çıkardı da...

Konuyla ilgili bir yazımda, bundan sonra tavşan değil olsa olsa yılanlar çıkar o sihirbaz şapkasından demiştim, Hüda Par'ın İttifak'a dahil edilmesi şapkanın içinde bu türden epeyce mahlûkat bulunduğunu gösteriyor.

Saflığın, siyasette budalalık olduğunu geç öğrenmiş kötümser biri olarak bir yılan daha bekliyorum şimdi: Anayasa Mahkemesi'nin HDP'yi 11 Nisan'da milletvekili listelerinin YSK'ya tesliminden hemen sonra, yani seçimlere 5 kala kapatmasını, HDP'nin önde gelen yöneticilerine ve milletvekili adaylarına siyasî yasak koymasını… Hazine yardımına blokajın kaldırılması, HDP'nin talep ettiği son savunmanın 3 ay ertelenmesinin reddedilip AYM'deki duruşmanın 11 Nisan'a bırakılması kimilerince olumluya yoruluyorsa da, bunun bir tuzak olması ihtimali daha güçlü geliyor bana. Ama bu başka bir yazı konusu. Umarım HDP, siyasetin ve yargının seçimlerin meşruiyetini sorgulatacak böyle bir oyun kurabileceğini hesaba katıp önlemini almıştır.

HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu ve Recep Tayyip Erdoğan

Kürt Hizbullahı'ndan Hüda Par'a evrimleşen bir yapı

Gençler hatırlamaz; 1990'lardan 2000'lere kadar, özellikle Güneydoğu'da yaşanan korku dolu karanlık günlerde bölgedeki vahşet ve terörün baş aktörü, kısaca Hizbullah diye bilinen Hizbullah-i Kürdî adlı terör örgütüydü. Örgütün, ilk yıllarda PKK'lilere yönelen devlet güdümlü kanlı şiddet eylemleri, giderek kendi içlerindeki ve çevredeki  muhalifleri hedef almaya başladı.

Diyarbakır'ın halk tarafından sevilen, sayılan Emniyet Müdürü Gaffar Okkan'a suikast, Müslüman feminist Konca Kuriş'i 35 gün süren işkencelerle öldürmek Hizbullah örgütünün kamuoyuna yansıyan, büyük tepki ve korku yaratan cinayetleriydi. Bu kadarla sınırlı değildi kuşkusuz; dönemin binlerce faili meçhulünün faili olduğu herkes tarafından bilinen örgütün alameti fârikası (ayırd edici işareti) enseye tek kurşun sıkma, domuz bağı gibi cinayet yöntemleriydi. 2000 yılında, örgüte yönelik operasyonlarda İstanbul'dan Konya'ya, oradan Batman'a, Nusaybin'e, Mardin'e,  Diyarbakır'a, Hizbullah evlerinin bodrumlarında, kimilerinin üzerleri çimentolanmış kurbanların cesetleri bulunduğunda toplum sarsılmış, terörize olmuştu.  

Diyarbakır Çevik Kuvvetler Merkezi'nde PKK'ye (Kürt hareketine) karşı paramiliter güç olarak siyasî-askerî açıdan eğitilip desteklendiği 1993 tarihli Meclis Araştırma Komisyonu Raporu'nda yer alıyor. Aydın Engin'in 1993'te Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan Batman Hizbullah Dosyası yazılarında, Hizbullah tahkikatını yürüten Gaffar Okkan'ın 2001'de katlinden sonra Mehmet Ali Birand'ın yayımlarında, dönemin kimi basın organlarında ve 2000 yılında örgüte yapılan operasyonlarda tutuklananların itiraflarında bu (derin) devlet- örgüt ilişkisi anlatılır.

2000 yılına varıldığında, vahşi cinayetleri gözlerden saklanamayacak hale gelmiş, görevini de tamamlamış olan Hizbullah'a karşı düzenlenen operasyonlarda örgütün lideri Hüseyin Velioğlu'nun öldürülmesinden sonra açılan  davada, örgüt elebaşlarından çoğu tutuklanmış, mahkûm olmuş, Hizbullah, "terör örgütü" kabul edilmiştir. 10 yıl sonra 2011'de çıkarılan bir infaz yasasıyla tutuklulardan 23'ünün şartlı tahliye edildiğini ve tahliye olanların tümünün sırra kadem bastığını da ekleyelim.

2012 sonunda kurulan Hüda Par, Hizbullah'ın rahminden çıkmıştır. Bugünkü genel başkanı Zekeriya Yapıcı bu gerçeği reddetmemekte, çıktığı televizyon programlarında "Hizbullah terör örgütü değildir" demekte beis görmemektedir.

"PKK=HDP=Terör" ise Hüda Par'ın denklemi nedir?

Hemen söyleyeyim; ben "Hüda Par terör örgütüdür" demiyorum. Programına bakıldığında, laik Cumhuriyet'e karşı İslamî Kürt ayrılıkçılığını savunan bir Kürt partisidir. İdelojik açıdan bakıldığında, Ümit Özdağ'ın devletçi Türk faşizmini savunan Zafer Partisi vatana millete ne kadar zararlıysa -ve bana ne kadar uzaksa- Hüda Par da o kadar zararlı ve uzak. Ancak, demokrasilerde yasalara ve Anayasaya açıkça karşı olmamak şartıyla her iki partinin de yeri vardır. Benim midem her ikisini de kaldırmasa da…

Ben sadece, seçimleri kazanmak için şeytanla bile oy pazarlığına hazır Cumhur İttifakı'na, hele de Bahçeli'ye "Hizbullah=Hüda Par=Terör" denklemine ne diyeceklerini sormak istiyorum. Yıllardır çiğneye çiğneye çürüttükleri "PKK=HDP=Terör" sakızını toplumun ağzına tıkmaya çalışan, Kürt düşmanlığıyla toplumu bölen, ülkeyi kin ve nefret girdabına sürükleyenlerin ilkesizliklerini, tutarsızlıklarını, siyasî etik yoksunluklarını bir kez daha sergilemek istiyorum.

Mafya babalarını, derin çeteleri, katil infazcıları "dava arkadaşı" diyerek onurlandıran, kendi içlerindeki Ülkücü cinayetlerinde tetikçilere sahip çıkan, beyaz Toros'ları, Yeşil'leri, 90'ların faili meçhullerinin faillerini benimseyenlere "MHP terörle arasına mesafe koymalıdır" diye seslenmiştim bir yazıda. Şimdi de, Cumhur İttifakı terörle arasına mesafe koymalıdır, diyorum.

Yıllardır, 6'lı Masa'nın altında PKK var, HDP var, vb. zırvalarını yayanların bağırlarında Konca Kuriş'in, Gaffar Okkan'ın ve binlerce masum insanın katili gerçek terör örgütü Hizbullah varmış meğer. Şapkadan çıkarılması, ortaklığın resmiyet kazanması iyi oldu. O korkunç dönemi hafızasından asla çıkarmamış olan bölge halkı, iktidarın gerçek yüzünü bir kez daha gördü.

Erdoğan'la Bahçeli benden duymuş olmasınlar ama, Hüda Par'ın ittifak ortaklığı getirdiğinden fazlasını götürecektir. Tabii, seçim hileleri ve siyasî ahlaksızlığın boyutları beklediğimizin çok ötesine uzanmazsa…

Oya Baydar kimdir?

Oya Baydar, subay bir baba (Ahmet Cevat Baydar) ve Cumhuriyet'in ilk öğretmenlerinden Behice Hanım'ın kızı olarak 3 Temmuz 1940'ta İstanbul / Kadıköy'de doğdu. Politik mücadele yıllarında içinde bulunduğu yapılara karşı da eleştirel bakışını esirgemeyen açık sözlü tavrıyla özgül bir etki yaratan; görüş, eleştiri ve önerileri her kesimde takip edilen yazar, Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi'ni bitirdi.

Edebiyat hayatına esas itibarıyla 17 yaşında lise öğrencisiyken yazdığı ve Hürriyet gazetesinde tefrika edilen Umut Yolu adlı romanla atıldı. Françoise Sagan'ın Bonjour Tristesse romanından etkilenerek kaleme alınan bu roman, gazete tarafından ismi değiştirilerek Kalbimin Aradığı Erkek adıyla basıldı ve Baydar çok genç bir yazar olarak gazetedeki ilanlarda "Türkiye'nin Sagan'ı" olarak tanıtıldı. Baydar, gazete sayfalarında kalan bu romanını daha sonra kitap halinde yayınlamadı.

1960'ta lise son sınıftayken -kendisine okuldan atılma sıkıntısı da yaşatan- Allah Çocukları Unuttu romanını yayımladı. Baydar'ın ikinci romanı Savaş Çağı Umut Çağı (1963), ilk basımından yaklaşık 40 yıl sonra, 2010'da Savaş Çağı Umut Çağı: Bir Yirmi Yaş Güncesi adıyla yeniden yayımlandı.

Biri tefrika olarak Hürriyet gazetesi sayfalarında kalan, diğer ikisi ise kitap halinde basılan bu üç romanın ardından Oya Baydar, gazetecilik ve politik mücadele içinde geçen yaklaşık 30 yıl edebî eser kaleme almadı.

Hürriyet gazetesinde tefrika edilen romanından aldığı telif ücretiyle Paris'e gitti, orada sosyalist çevrelerle iletişime geçti. Paris'te kurduğu iletişimin etkisiyle sosyoloji okumaya kadar verdi.

1960'ta girdiği İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü 1964 yılında bitirdi. Aynı yıl sosyoloji bölümüne asistan olarak girdi ve "Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu" konulu doktora tezine başladı. Doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine, öğrenciler bu olayı protesto etmek için üniversiteyi işgal ettiler. Bu olay Türkiye'de ilk üniversite işgali eylemi oldu.

1966'da Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye oldu. Bir süre, ABD'de Columbia Üniversitesi'nde, sosyal bilimlerde istatistik yöntemleri konusunda çalıştı. 1969-70 arası Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde asistanlık yaptı.

Toplumsal hareketliliğin yükseldiği, Türkiye'nin sosyalist düşünce ve örgütlenmeyle tanıştığı 1960'larda, edebiyatı tümüyle bırakıp toplumsal-siyasal yapı araştırmalarına yöneldi ve sosyalist hareket içinde aktif oldu. Sosyalist Parti İçin Teori ve Pratik (1970-71) dergisinin kurucuları arasında yer aldı.

12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile Türkiye İsçi Partisi (TİP) üyesi olduğu için tutuklandı ve üniversiteden çıkarıldı.

Bu dönemde Yeni Ortam ve Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı (1972-79). Eşi Aydın Engin ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile birlikte İlke dergisini kurdu ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin (TSİP) kuruluşuna katıldı.

Yazılarıyla ilgili olarak hakkında eski Türk Ceza Kanunu'nun 312, 142 ve 159. maddelerinden 30 dolayında dava açıldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında bulunduğu Almanya'dan Türkiye'ye dönemedi ve 12 yıl boyunca Almanya / Frankfurt'ta siyasi göçmen olarak yaşadı. Bu yıllarda Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, Sovyetler Birliği'nde, Moskova'da bulundu.

Baydar, sürgün yıllarının ardından 1992'de Türkiye'ye döndü. Tarih Vakfı ile Kültür Bakanlığı'nın ortak yayınları olan "İstanbul Ansiklopedisi"nde redaktör, "Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi"nde yayın yönetmeni olarak çalıştı.

Yeniden döndüğü edebiyatta ardı ardına yayımladığı öykü ve romanları ile çok sayıda ödül kazandı. Elveda Alyoşa ile 1991 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı, Kedi Mektupları adlı kitabıyla 1993 Yunus Nadi Roman Ödülü'nü, Sıcak Külleri Kaldı romanıyla 2001 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı, Erguvan Kapısı'yla 2004 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü, Çöplüğün Generali romanıyla TÜYAP Kitap Fuarı'nda 2009 yılı Dünya gazetesi yılın telif kitabı ödülünü aldı.

İtalyan Carical Vakfı tarafından verilen "Akdeniz Kültürü Ödülü"ne 2011'de Hiçbir Yere Dönüş adlı romanıyla Oya Baydar layık görüldü.

Sıcak Külleri Kaldı romanı ile de 2016 yılının Fransa / Türkiye Edebiyat Ödülü'nün de sahibi oldu.

2001'de Türkiye Barış Girişimi'nin kurucusu ve sözcüsü olan yazar, aynı zamanda PEN Yazarlar Birliği üyesi.

Kitapları 23 dilde yayımlanan Oya Baydar, kuruluş günlerinden itibaren T24'te köşe yazıyor, İstanbul'da ve Marmara Adası'nda yazmayı sürdürüyor.

ESERLERİ

Roman

Allah Çocukları Unuttu (1960)
- Savaş Çağı Umut Çağı (1963)
- Kedi Mektupları (1997)
- Hiçbiryer'e Dönüş (1999)
- Sıcak Külleri Kaldı (2000)
- Erguvan Kapısı (2004)
- Kayıp Söz (2007)
- Çöplüğün Generali (2009)
- O Muhteşem Hayatınız (2012)
- Yolun Sonundaki Ev (2018)
- Köpekli Çocuklar Gecesi (2019)
- Yazarlarevi Cinayeti (2022)

Deneme

- Surönü Diyalogları (2016)

Öykü

- Elveda Alyoşa (1991)
- Madrid'te Ölmek
- Mırınalı Madride (2007)

Anlatı

- Bir Dönem İki Kadın: Birbirimizin Aynasında (Melek Ulagay ile, İstanbul 2011) Yetim Kalacak Küçük Şeyler (2014)
- Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk
- Oya Baydar ile Nehir Söyleşi (Ebru Çapa ile, 2018)
- 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri (2021)

Yazarın Diğer Yazıları

Desteğim DEM Parti'ye, oyum İmamoğlu'na

İstanbul Büyük Şehir'de İmamoğlu'na verilmemiş her oy Cumhur İttifakı'na, özünde Erdoğan'a gidecek

Vicdanını yitirmiş dünyanın vicdanını, ahlakını yitirmiş siyasetin ahlakını savunmak 

Ahlakını yitirmiş siyaset ve onun kadroları aşılmadıkça toplumdaki çürümenin önüne geçmek mümkün değil...

CHP, kuş mu deve mi olacağına karar veremezse…

Tek adam rejiminin yol açtığı toplumsal-siyasal çürümeyi engelleyecek, ortak vatanda hak, hukuk, adalet içinde ortak yaşamı sağlayıp ülkeyi yaşanabilir kılacak güçlü ve -sözde değil özde- demokratik bir muhalefete ihtiyaç var. Ana muhalefet partisinin kendini toparlaması ve demokratik güçleri kendi etrafında toplaması (6'lı Masa gibi değil, turnusol kağıdı Kürt meselesi olan gerçek demokratik güçler) bu yüzden önemli