Hiç kuşku yok, düğün cenazeden iyidir, hem de kıyas kabul etmez oranda iyi. Çocuklarımızın ay yıldızlı bayrağa ya da PKK bayrağına sarılı tabutlarının acısı hatırlandığında Diyarbakır düğünündeki telli duvaklı gelinlerin, lacilerini çekmiş damatların neşesi paha biçilmez oranda iyidir. Savaş sözcüğü yerine barış sözcüğü iyidir, hele de Türkçe Kürtçe, hep birlikte söylendiğinde. Seçim yatırımı bile olsa, yatırımın “ben olsam asardım”larla, “dini Zerdüşt olanlar” aşağılamasıyla, halklar arasına kama sokan nefret söylemleriyle değil barış düetleriyle yapılması iyidir. Barış, özgürlük, kardeşlik hayalleri kurmak iyidir; hatta kandırmaca bile olsa, hemen ertesi gün yalanlansa bile parmaklıklar ardında ya da dağda kimsenin kalmayacağından söz etmek, herkesi içeri tıkmaktan iyidir. Hiç kuşku yok, Kürdistan’a Kürdistan demek, şimdilik sadece Kuzey Irak Kürdistanı’yla sınırlı da olsa bölgeyi adıyla çağırmak, hele de Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ise söyleyen, iyinin de ötesinde Kürt meselesine ve bölgeye bakışta önemli bir ileri adımdır. Geçtiğimiz Cumartesi Diyarbakır’da verilen barış ve uzlaşma mesajları, sadece şu sırada güven ve cila tazelemeye çok ihtiyacı olan Erdoğan ve partisinin değil barışa susamış ülkenin ve bölgenin de kâr hanesine yazılmıştır.
Barışın mîladı Nevruzdu
Herkes kendi tarihini kendine göre yazar, herkesin mîladı kendinedir. Olaya nereden, kimin yanından bakarsanız öyle algılar, öyle dillendirirsiniz. Ama “16 Kasım’da Diyarbakır’da tarih yazıldı, Diyarbakır buluşması bir mîlattı” yorumlarından geçilmeyen şu günlerde, pişmiş aşa su katmayı göze alarak hatırlamamız gereken bir gerçek var: Kürt sorununun barışçı çözümüne giden yolda ille de bir mîlad arıyorsak, o mîlad Diyarbakır’da, Öcalan’ın silahlı mücadele döneminin kapandığını ilan eden barış ve helalleşme metninin, meydanı dolduran milyonlara, televizyonlarının başındaki on milyonlara okunduğu 2013 Newrozudur. O gün, orada iktidar partisinin hazırladığı görkemli bir şov değil, bir halkın -Kürt halkın- kaderinin değişeceğinin umudu, otuz yıldır süren savaşın sonunun ilanı vardı. İlle de tarih yazmaktan söz edecekseniz, ille de mîlad arıyorsanız o günü hatırlayın. Diyarbakır barışa en içten duygularla, sevinç gözyaşlarıyla o gün evet demişti aslında. 16 Kasım’da “Diyarbakır barışa evet dedi” manşetleri atanların unuttukları, ya da görmek istemedikleri budur.
Kürt halkının ezici çoğunluğunun manevi lider kabul ettiği Öcalan’ın Newroz konuşmasındaki barışa, kardeşliğe, çözüme, helalleşmeye daveti iktidarın sorunu kendince çözüm iradesiyle birleşmeseydi, ne Diyarbakır düğünü, ne Barzani’nin devletçe tanınıp eşit muhataplık ve saygınlığa kavuşturulması, ne Şivan Perwer’in on yıllar sonra memleketine dönüşü gerçekleşebilirdi. Daha açık söyleyeyim: Çözüme kesin adım atılmasının mîladı Newroz’dur, baş mimarı da beğenin beğenmeyin, kabullenin kabullenmeyin, örgütüne hâkimiyetini bir kez daha ispatlayan Öcalan’dır. Öcalan bu adımı Başbakan Erdoğan’la birlikte atarak risk almıştır, tıpkı Başbakan’ın da siyasî risk aldığı gibi.
Şimdi, hepimizi etkileyen neşeli, umutlu, duygulu barış ve kardeşlik şovunun etkisinden kurtulup Diyarbakır buluşmasını doğru değerlendirmek gerek. Diyarbakır’daki barış şenliğine “mazereti (!)” yüzünden katılamayan asıl düğün sahibini yok sayarak komşu ülkeden gelen zengin amca ile iş bağlanması, kimilerince AKP’nin başarılı bir stratejik hamlesi olarak değerlendirilse de, barış sürecine olumsuz etkisini görmek gerek. O gün AKP’nin miting meydanındaki ve düğün salonundaki Diyarbakır’ın dışında en az oradakiler kadar onurlu bir barış isteyen başka Diyarbakırların varlığını unutmamak gerek.
Kürtleri böl ve yönet!
Çok yazıldı, çok konuşuldu. Diyarbakır’ın özeti: Başbakan Erdoğan’ın sözcülüğünde ve öncülüğünde AKP iktidarının Irak Kürdistanı’nın güçlü ulusal lideri Barzani ile hem ekonomik hem de bölge siyaseti alanında büyük çaplı iş bağlamasıdır. Diyarbakır buluşması Barzani açısından gerçekten de tarihidir, eşitliğinin ve hükümranlığının Türkiye nezdinde tescilidir. AKP iktidarı açısındansa çok önemli petrol nakil hattı anlaşmasının kesinleşmesi, yandaş sermayeye yeni ekonomik bağlantılar, bölgenin önümüzdeki dönemde yeniden dizaynında güç artırımı, yaklaşan yerel seçimler için yatırımdır. Bunlar kötü müdür? Hayır. Ama görmezden gelinen bir şey var: düğün meydanının ortasına atılmış bir hançer ve o hançerin üzerindeki parmak izleri...
Tayyip Erdoğan’ın Barzani ile can ciğer buluşmasının siyasî amacı İmralı’yı barış sürecinin güçlü aktörü olmaktan çıkarmaktır. Diyarbakır mutabakatı, bir yönüyle de Erdoğan’ın Öcalan’dan rövanşını alma hamlesidir. Dört ülkeye dağılmış Kürtlerin ulusal liderliği için yıllardır mücadele veren Barzani ile Kürt siyasal ve silahlı hareketinin en güçlü kesimi PKK-PYD arasındaki rekabet, konuyu az çok izleyenlerin malûmudur. PKK’nin sınır dışına çıkması, silah bırakması, barışın sağlanması için Öcalan’la kerhen görüşmekte olan ve stratejisini Öcalan’ı kullanmak üzerine kuran Türk devleti ve AKP iktidarı, şimdi Barzani ile davullu zurnalı ittifak kurarak elini güçlendirmekte, İmralı’ya “Bana o kadar da lazım değilsin” mesajı vermektedir. Rojava’daki Kürt oluşumuna ve PYD’ye karşı, El Kaide türevi cihatçılara her türlü desteği sağlamaktan geri durmayan AKP iktidarının bu konudaki en büyük destekçisi Barzani’dir. Bu noktada, Erdoğan’ın ülkede ve bölgede iktidar hesaplarıyla Barzani’nin Kuzey Irak’ta kendi liderliğinde Kürt ulus devleti planı örtüşmektedir. Planın önündeki önemli engel Suriye’de PYD, Türkiye’de Öcalan’lı PKK’dir. Kürtlerin arasına kama sokmakta, hem Erdoğan’ın hem de Barzani’nin çıkarı vardır.
Kürdü Kürdün kurdu yapma siyaseti süreçle bağdaşır mı?
Herkesin bildiği gibi Kürt ulusal konferansı iç denge hesapları yüzünden bir türlü toplanamıyor, son gelişmeler konferansın toplanmasını daha da zora sokmuş gibi görünüyor. Tarih, uluslaşma süreçlerinin çatışmalı ve çetin olduğunun örnekleriyle dolu; hele de söz konusu olan 21. yüzyılda, Ortadoğu gibi bir coğrafyada, dört ülkeye dağılmış bir ulus ise...
Bu yüzden gelişmeleri yadırgamamak, öfkeye tepkiye yenilmemek, uzun vadeli, geniş ufuklu düşünmek ama vicdanı, hakkaniyeti de elden bırakmamak gerekiyor diye düşünüyorum. Son gelişmelerin çeşitli örgütleri, partileri, kuruluşları, kanaat önderleriyle Türkiye Kürtlerini derinden etkilememiş olması mümkün değil. Ağırlıklı olarak BDP’de temsil edilen Kürt siyasal hareketinin içinde de farklı görüşler, farklı tutumlar, farklı değerlendirmeler olması çok doğal. Örnekse, Barzani’nin bazı BDP’li siyasal figürler tarafından karşılanması, bazı BDP’lilerin Diyarbakır buluşmasını eleştirmeleri, bölge STK’larının farklı vurguları... Bu farklılıklar ve iç tartışmalar önümüzdeki günlerde daha açık ortaya çıkacaktır ve hareketin demokratik olgunluğa ulaşması açısından yararlı da olacaktır.
Birkaç gündür İmralı- Kandil hattına, dolaylı olarak da BDP’ye, HDK’ye karşı AKP ve Erdoğan’a yakın kaynaklardan yoğun şekilde sürdürülen organize saldırıya dikkat çekmek istiyorum. PKK’nin, BDP’nin “demokratik olmayan, totaliter, otoriter yapısı” yerden yere vuruluyor, Barzani’nin demokratlığına övgüden geçilmiyor. BDP’liler arasında uyumlu, uslu, demokrat olanlar ile gelenekçi, solcu, radikal, totaliter olanlar ayrımı yapılıyor. Bugüne kadar PKK’nin ezici üstünlüğü, baskısı (ve silah gücü) karşısında varlık gösterememiş Barzanici ya da diğer Kürt siyasi mihrakları da aynı koroya katılıyor. PKK çizgisinin Rojava’daki yansıması sayılan, şu sırada bölgesini korumak için cihatçılarla savaşan PYD’ye karşı da aynı ağız kullanılıyor. (Bu değerlendirmelerde, özellikle geçmişte doğruluk payı olduğuna katılıyorum. Kürt silahlı hareketi ve ondan türeyen siyasi partilerin içinde özgürlükçü demokratik işleyişin imkânı, sınırları; diğer hareketlere ve kendi içlerindeki muhalefete karşı baskıcı tutumları tartışılabilir. Ancak hayatın hepimiz gibi siyasi hareketleri de eğittiği, değiştirdiği, demokrasinin de düşe kalka öğrenildiği gözden kaçırılmamalı. Ve Kürt hareketi tam da bu sürece girmişken dışardan hareketi bölücü ve yıkıcı müdahalenin demokratikleşmeye yardımcı olamayacağı anlaşılmalı. Tabii kötü niyetli değilsek...)
Yazıyı uzatmamak için bir paragrafla özetlersem: Barzani ve türevleriyle anlaşıp barış sürecinin Türkiye’deki asıl aktörlerini yok saymaya; İmralı’yı, Kandil’i yeni ittifakınızdan aldığınız güçle terbiye etmeye; Kürt haraketinin içine kama sokmaya, Kürtlerin bağımsızlığına ve özgürlüğüne karşı fobiniz yüzünden Rojova’yı ezmeye kalkışırsanız süreci bitirmiş olursunuz. Sağladığınızı sandığınız barış yeni savaşlara yol açar. Diyarbakır’daki umutlu ruh hali, bir daha onarılamayacak bir güvensizliğe ve umutsuzluğa dönüşür. Barış sürecini satmak ne siyasî ahlakla ne de vicdanla bağdaşır. Barış süreci, ancak gerçek muhataplarıyla sürdürülürse hedefine ulaşır.