CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, "demokrasinin yolu Diyarbakır'dan geçer" sözünü duyduğumda dönemin başbakanı Mesut Yılmaz'ın "Avrupa Birliği'nin yolu Diyarbakır'dan geçer" sözünü hatırladım. O gün bugün ne demokrasi ne AB geldi bizim bu taraflara. Yolu mu bulamadılar yoksa yolların başını tutan eşkıyalar mı komadı bilmem.
Şoven milliyetçi/ulusalcı cenahtan ilk ses kimden çıkacak diye beklerken cevap gecikmedi, İYİP'li Ağıralioğlu "…ne hayır gelecekse yolu TBMM'den geçer. Demokrasi ve hukukun yegâne adresi Ankara"dır derken çözüm sürecini suçlamayı da ihmal etmiyordu. (Önemle üzerinde düşünüp değerlendirmemiz gereken bir konu bu, satır aralarına sıkıştırmamak gerek, ama yeri geldiği için değinmekten kendimi alıkoyamıyorum. Bana göre, AKP'nin girişip de beceremediği tek hayırlı iş bütün yol yöntem hatalarına rağmen barış sürecini başlatmak olmuştur. O günlerde halkın çoğunluğunun onayını almış olan bu süreç zamanın muhalefeti tarafından da desteklenip doğru yola sokulsaydı, Kürtlere taviz gibi değerlendirilmeseydi, bugün Türkiye farklı noktalarda olurdu.)
Demokrasinin yolu zihniyetten geçer
"Demokrasinin yolu Diyarbakır'dan geçer" sözü; Kürt sorunu eşit yurttaşlık temelinde çözümlenmedikçe, ikinci sınıf vatandaşlıktan bir türlü çıkarılmayan Kürt insanı, ve varlığı bir türlü hazmedilemeyen Kürt siyasî hareketi üzerinde haksızlık, hukuksuzluk, baskı, zulüm sürdükçe gerçek anlamda demokrasiye ulaşılamaz, sandık demokrasisinden öteye gidilemez, demektir. Ağıralioğlu, "81 ile, 84 milyonun tamamına ne hayır gelecekse yolu TBMM'den geçer" derken "Diyarbakır"ın, 84 milyonun en az 20 milyonuna atıf yapan bir deyiş olduğunun da farkındadır herhalde. Diyarbakır'a uğramayan "hayır" ya da demokrasi, en az 20 milyon yurttaşın yararlanamayacağı bir "hayır"dır, bölücü, ayrımcıdır.
Kalıplaşmış mecazi sözleri bir yana bırakacak olursak demokrasinin yolu öncelikle zihniyetlerden geçer. Milliyetçi ya da ulusalcı ideolojilerin inanç ve düşünce dünyası, sağ ve sol bağnazlık, etnik ayrımcılık, herkes için tam demokrasiye yol vermez. Demokratik anayasa, yasalar, demokratik öncülük önemlidir, uyarıcıdır, yönlendiricidir kuşkusuz; ama kafalar, insanlar, zihniyet demokratlaşmadıkça maya tutmaz, yol kolay kolay açılmaz.
Demokrasi bilincinin bireylerde kök salması, toplumun demokratikleşmesi, sandık demokrasisinin gerçek demokrasiye evrilmesi, zihniyet değişimi; bütün bunlar öncelikle despotik devlet geleneğinin, asker-sivil her türlü vesayetçi yönetimin, otokratik-diktatoryal rejimlerin, dinin siyasallaştırılmasının, faşizan zihniyetin geriletilmesine, aşılmasına bağlıdır. Özgürlükçü, demokratik rejimler/iktidarlar, çıkardıkları yasalar ve uygulamalarla bu yolu açarlar.
Yazının başına dönecek olursak Cumhur İttifakı'nın ve Erdoğan'ın iktidarında demokrasinin yolu ne yazık ki İYİP'li Ağıralioğlu'nun sandığı gibi TBMM'den geçmiyor, aksine TBMM'den çıkan yasalar ve başta Cumhurbaşkanı ve emrindeki idare ve yargı o yolu tıkıyor.
Her demokratik söylemi ve adımı cesaretlendirmeliyiz
Demokrasiye iğne ile kaza kaza, iğneyi kendimize de batıra batıra varacağız. Kimden gelirse gelsin her demokratik adımı cesaretlendirmemiz, arkasında durmamız gerektiğini düşünüyorum. Sayın Kılıçdaroğlu'nun, ittifak ortağının ideolojisini, meşrebini bilerek ve sonuçlarını mutlaka hesaplayarak söylediği söz değerliydi. CHP'nin şoven milliyetçi ortağına teslim olmuş görüntüsünü bir ölçüde dengeleyen bir tutumdu. Daha da önemlisi, -eğer geriletilmeyip tamama ererse ve de sözde kalmazsa-kendi partisi içindeki İYİP zihniyetine yakın ulusalcı kanada rağmen CHP'yi de ileriye taşıyacak cesur bir adımdı.
Kendisine demokrat diyen herkes, her siyasî yapı, hele de Millet İttifakı'nın mevcut ve müstakbel (gelecekteki) ortakları eğer gerçekten demokrasi istiyorlarsa Kılıçdaroğlu'nun arkasında durmalı, onun söylemini benimsemeliler, çünkü Diyarbakır'a uğramadan bu ülkeye demokrasi de, barış da gelmez. Zihniyet değişiminin bam teli ötekileştirmemektir, eşik nak ve hukuktur; iyiyi, hayırlıyı din, mezhep, etnik köken, milliyet, sınıf gözetmeden herkes için istemektir.
Demokrasi nutukları atmak, eşitlikten özgürlükten dem vurmak, iktidarı demokrat olmamakla suçlamak kolay; Diyarbakır'ıyla İzmir'iyle ama'sız demokrat olmak son yaşadığımız Sezen Aksu olayında da gördüğümüz gibi hepimiz için zordur. Sezen'e yönelen saldırıların sadece lumpen saldırgan güruhlardan ve dillerimizi koparıp bizleri susturmak isteyenlerden değil, O ama'sız demokrat, ama'sız barışçı olduğu için, "yetmez ama evet demişti, barış sürecini desteklemişti" diyenlerden de geldiğini unutmayalım.