09 Şubat 2024

DEM Parti'yi biraz rahat bıraksak!

Bana göre, bugün DEM Parti'de somutlaşan Kürt siyasî hareketi, Türkiye'de demokratik bir gelecek inşası konusunda hem en kararlı hem de en kitlesel güç

Son günlerde, özellikle medyada, Türkiye'nin neredeyse tek gündemi DEM Parti. DEM dedikodusu, Merkez Bankası eski başkanı Hafize Gaye Erkan dedikodularının da önüne geçti.

Dedikodu, diyorum; çünkü TV'lerde seyrettiğimiz, internet portallerinde, YouTube'larda izlediğimiz DEM haberleri, yorumları, tartışmaları gerçekten de dedikodu düzeyinde. Hani mahalleli bir evde toplanmış, mahalleye yeni taşınmış kalabalık bir aileyi çekiştiriyor gibi. "Ay biliyor musunuz, gelinle kaynana kanlı bıçaklıymış. Tabii şekerim, dışarıya renk vermiyorlar ama damatla kayınpeder arasında fena hır çıkmış. Torunu evden kovmuşlar. Bunların bir amcaları varmış, miras kavgası yüzünden darılmışlar. Ben, adı lazım değil, bir yakınlarıyla konuştum, meğer gelin başkalarıyla iş tutuyormuş. Oğulları da sağlam ayakkabı değil, bu işe çıkar uğruna göz yumuyormuş!"

DEM Parti'yi didiklemenin tatmini

Bir süredir, muhalif denilen kanallar dahil, TV izlemez oldum. Yabancı kanallar, dış haberler, bir de hayvan belgeselleri, arada da iyi bir film olursa seyrediyorum. Nedeni; vasat altına artık dayanamıyorum. Belki yaşım gereği, huysuz bir kocakarı olduğumdandır.

Yerel seçimlere doğru gidilirken biraz meraktan biraz da yazı malzemesi bulmak için, mecburiyetten bazı programlara bakmaya başladım. Genç gazeteciler, acar muhabirler, kanalların gedikli yorumcuları, kanal kanal gezinen reytingciler, siyaset erbabı, bir de adlarının altında "uzman" yazanlar var: Ekonomist, siyaset bilimci, kamuoyu yoklaması şirketi yöneticisi, vb. Eski askerleri, paşaları da unutmayalım. Şimdilerde onlar haliyle daha az görünüyor: Baş konumuz DEM Parti.

Bunu anlamak mümkün, önümüzde yerel seçimler var. Ve DEM Parti bölgede olduğu gibi Batı illerinde de seçimlerin kaderi açısından önem taşıyor. Tabii ki konuşulacak, oy hesabı yapılacak, taktik ve stratejik hamleleri izlenecek. Mesele konuşulması, gündem olması değil, nasıl konuşulduğu ve bilerek bilmeyerek nasıl yıpratılmaya çalışıldığı.

Bu yazıyı yazmamın nedeni; ekranlarda boy gösteren, bilen bilmeyen, dost düşman, parti içindeki ve Kürt dünyasındaki gelişmelerden haberli habersiz kişilerin DEM Parti'yi sorguya çekme ve "hizaya getirme" hakkını kendilerinde görmeleri, dışardan akıl vermeye soyunmaları.

Herkesin tahminleri, bölük pörçük bilgileri, duyumları olabilir. Benim de var, hatta çoğundan daha fazla. Ama, konuşmalar, tartışmalar sırasında "içerden bilgi" havasıyla bunlar öyle bir kesinlikle, sûret-i Hak'tan görünerek"Kürde vurma" şehvetiyle dile getiriliyor ve ardından öyle yorumlar yapılıyor ki, benim siyasî etik anlayışım ve vicdanım kabul etmiyor.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan

DEM Parti'nin böylesine gündemde tutulmasının ve adeta sorguya çekilmesinin nedeni, -açık konuşalım- yerel seçimlerde Batı illeri de dahil Türkiye'nin her yerinde aday çıkarma kararı alması. Muhalefetin korkusu; CHP adaylarının oylarının bölünmesi, daha doğrusu eksilmesi. Bu satırları yazan ben bile itiraf edeyim ki yüreğimin bir köşesinde bu kaygıyı taşıyorum. Ama hemen sonra, bunun haksızlık olduğunu düşünüyorum. DEM Parti'nin, kendi tabanına hiçbir şey sağlanmadan yerelde CHP'ye kazandırma gibi bir yükümlülüğü yok.

Genel seçimlerde bir iktidar değişikliği amacı vardı. HDP'nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP'ye verdiği desteğin nedeni, demokratik bir rejime dönüş umuduydu. O desteğe aldığı karşılık ise, ırkçı faşizmle yapılan gizli ittifak oldu. Öte yandan, CHP'de kongre sonrasında yaşanan yönetim değişikliği de -Özel'in iyi niyetli yaklaşımı ve birkaç jesti ötesinde- Kürt seçmenin genelde demokratikleşme ve yerelde söz sahibi olmaktan ibaret taleplerini karşılama sonucunu getirmedi.

Bu aşamada Kürt siyasetine akıl vermekten vazgeçsek diyorum.

14-28 Mayıs seçimlerinden sonraki bir yazıda (Bu daha bir başlangıç, enseyi karartmayın, 5 Haziran 2023) "zaferler birleştirir, yenilgi parçalar, dağıtır" dedikten sonra, önümüzdeki yıllarda bu düzenin siyasî yapılarının birer birer dağılacağını, ancak "Kitlelerin talep ve ihtiyaçlarını doğru okuyup halkı oy havuzu olarak değil siyasetin gerçek öznesi haline getirebilenlerin yeni dünyanın yeni sözlerini söyleyebileceklerini, siyasetin gerçek aktörleri olacaklarını ….. Kürt siyasî hareketinin de Türkiyelileşme ve/veya Kürtlerin kendi öz güçleriyle demokratik bir gelecek inşası" konusunda yeni bir yol arayışına gireceğini yazmışım. Kürt hareketinin bu arayışın başında ve en zor aşamasında olduğunu düşünüyorum.

Bana göre, bugün DEM Parti'de somutlaşan Kürt siyasî hareketi, Türkiye'de demokratik bir gelecek inşası konusunda hem en kararlı hem de en kitlesel güç. Geleceğin siyasetini ve örgütlenmesini oluşturmak öylesine ciddi ve büyük bir proje ki, bu süreçte parti içinde tartışmaların olması, kararların yeniden gözden geçirilmesi, şu veya bu ittifak arayışlarına girilmesi doğal sayılmaz mı?

DEM Parti'nin siyasî kararlarını şaibeli gösteren (mesela Demirtaş'ların AKP ile kendi çıkarları için iş tuttuklarını ima eden) ya da aksine Başak Demirtaş'ın adaylıktan çekilmesini partinin kararına değil de olmadık nedenlere bağlayan; Parti içinde şu veya bu kanadı desteklemek için gelişmeleri kendince yorumlayan "dışardakiler"in bu aşamada geri çekilip DEM Parti'yi biraz rahat bırakmalarından yanayım. Buna ben de dahilim.

Hiçbir zaman Kürt hareketi içinde olmamış, HEP'le başlayıp şimdilik DEM'e varan süreçte bu partilere bırakın üye olmayı oy bile vermemiş kişilerin doğru yorum yapamayacaklarını, dışardan verilecek akılların o bünyeye uymayacağını düşünüyorum.

DEM'in güçlüklerini, sorunlarını, çelişkilerini biliyorum. Kürt sorununun demokratik ve barışçı çözümünü gerçekleştirebilecek olgunluğa ve o ölçüde yetkin kadrolara sahip olup olmadığı da tartışma konusu. Ancak Kürt sorununun çözümünün demokrasinin ön şartlarından biri olduğunu düşünüyorsak Kürt siyasî hareketine en azından gölge etmeyelim. Bırakalım kendini bulsun.

Oya Baydar kimdir?

Oya Baydar, subay bir baba (Ahmet Cevat Baydar) ve Cumhuriyet'in ilk öğretmenlerinden Behice Hanım'ın kızı olarak 3 Temmuz 1940'ta İstanbul / Kadıköy'de doğdu. Politik mücadele yıllarında içinde bulunduğu yapılara karşı da eleştirel bakışını esirgemeyen açık sözlü tavrıyla özgül bir etki yaratan; görüş, eleştiri ve önerileri her kesimde takip edilen yazar, Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi'ni bitirdi.

Edebiyat hayatına esas itibarıyla 17 yaşında lise öğrencisiyken yazdığı ve Hürriyet gazetesinde tefrika edilen Umut Yolu adlı romanla atıldı. Françoise Sagan'ın Bonjour Tristesse romanından etkilenerek kaleme alınan bu roman, gazete tarafından ismi değiştirilerek Kalbimin Aradığı Erkek adıyla basıldı ve Baydar çok genç bir yazar olarak gazetedeki ilanlarda "Türkiye'nin Sagan'ı" olarak tanıtıldı. Baydar, gazete sayfalarında kalan bu romanını daha sonra kitap halinde yayınlamadı.

1960'ta lise son sınıftayken -kendisine okuldan atılma sıkıntısı da yaşatan- Allah Çocukları Unuttu romanını yayımladı. Baydar'ın ikinci romanı Savaş Çağı Umut Çağı (1963), ilk basımından yaklaşık 40 yıl sonra, 2010'da Savaş Çağı Umut Çağı: Bir Yirmi Yaş Güncesi adıyla yeniden yayımlandı.

Biri tefrika olarak Hürriyet gazetesi sayfalarında kalan, diğer ikisi ise kitap halinde basılan bu üç romanın ardından Oya Baydar, gazetecilik ve politik mücadele içinde geçen yaklaşık 30 yıl edebî eser kaleme almadı.

Hürriyet gazetesinde tefrika edilen romanından aldığı telif ücretiyle Paris'e gitti, orada sosyalist çevrelerle iletişime geçti. Paris'te kurduğu iletişimin etkisiyle sosyoloji okumaya kadar verdi.

1960'ta girdiği İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü 1964 yılında bitirdi. Aynı yıl sosyoloji bölümüne asistan olarak girdi ve "Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu" konulu doktora tezine başladı. Doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine, öğrenciler bu olayı protesto etmek için üniversiteyi işgal ettiler. Bu olay Türkiye'de ilk üniversite işgali eylemi oldu.

1966'da Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye oldu. Bir süre, ABD'de Columbia Üniversitesi'nde, sosyal bilimlerde istatistik yöntemleri konusunda çalıştı. 1969-70 arası Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde asistanlık yaptı.

Toplumsal hareketliliğin yükseldiği, Türkiye'nin sosyalist düşünce ve örgütlenmeyle tanıştığı 1960'larda, edebiyatı tümüyle bırakıp toplumsal-siyasal yapı araştırmalarına yöneldi ve sosyalist hareket içinde aktif oldu. Sosyalist Parti İçin Teori ve Pratik (1970-71) dergisinin kurucuları arasında yer aldı.

12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile Türkiye İsçi Partisi (TİP) üyesi olduğu için tutuklandı ve üniversiteden çıkarıldı.

Bu dönemde Yeni Ortam ve Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı (1972-79). Eşi Aydın Engin ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile birlikte İlke dergisini kurdu ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin (TSİP) kuruluşuna katıldı.

Yazılarıyla ilgili olarak hakkında eski Türk Ceza Kanunu'nun 312, 142 ve 159. maddelerinden 30 dolayında dava açıldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında bulunduğu Almanya'dan Türkiye'ye dönemedi ve 12 yıl boyunca Almanya / Frankfurt'ta siyasi göçmen olarak yaşadı. Bu yıllarda Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, Sovyetler Birliği'nde, Moskova'da bulundu.

Baydar, sürgün yıllarının ardından 1992'de Türkiye'ye döndü. Tarih Vakfı ile Kültür Bakanlığı'nın ortak yayınları olan "İstanbul Ansiklopedisi"nde redaktör, "Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi"nde yayın yönetmeni olarak çalıştı.

Yeniden döndüğü edebiyatta ardı ardına yayımladığı öykü ve romanları ile çok sayıda ödül kazandı. Elveda Alyoşa ile 1991 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı, Kedi Mektupları adlı kitabıyla 1993 Yunus Nadi Roman Ödülü'nü, Sıcak Külleri Kaldı romanıyla 2001 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı, Erguvan Kapısı'yla 2004 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü, Çöplüğün Generali romanıyla TÜYAP Kitap Fuarı'nda 2009 yılı Dünya gazetesi yılın telif kitabı ödülünü aldı.

İtalyan Carical Vakfı tarafından verilen "Akdeniz Kültürü Ödülü"ne 2011'de Hiçbir Yere Dönüş adlı romanıyla Oya Baydar layık görüldü.

Sıcak Külleri Kaldı romanı ile de 2016 yılının Fransa / Türkiye Edebiyat Ödülü'nün de sahibi oldu.

2001'de Türkiye Barış Girişimi'nin kurucusu ve sözcüsü olan yazar, aynı zamanda PEN Yazarlar Birliği üyesi.

Kitapları 23 dilde yayımlanan Oya Baydar, kuruluş günlerinden itibaren T24'te köşe yazıyor, İstanbul'da ve Marmara Adası'nda yazmayı sürdürüyor.

ESERLERİ

Roman

Allah Çocukları Unuttu (1960)
- Savaş Çağı Umut Çağı (1963)
- Kedi Mektupları (1997)
- Hiçbiryer'e Dönüş (1999)
- Sıcak Külleri Kaldı (2000)
- Erguvan Kapısı (2004)
- Kayıp Söz (2007)
- Çöplüğün Generali (2009)
- O Muhteşem Hayatınız (2012)
- Yolun Sonundaki Ev (2018)
- Köpekli Çocuklar Gecesi (2019)
- Yazarlarevi Cinayeti (2022)

Deneme

- Surönü Diyalogları (2016)

Öykü

- Elveda Alyoşa (1991)
- Madrid'te Ölmek
- Mırınalı Madride (2007)

Anlatı

- Bir Dönem İki Kadın: Birbirimizin Aynasında (Melek Ulagay ile, İstanbul 2011) Yetim Kalacak Küçük Şeyler (2014)
- Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk
- Oya Baydar ile Nehir Söyleşi (Ebru Çapa ile, 2018)
- 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri (2021)

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Romanını yazamadığım kahramanım Nazar

İnsan benim yaşıma gelip de birlikte yol yürüdüğü,  onlarla zenginleştiği dostlarını, arkadaşlarını yitirdiğinde sadece onların matemini tutmuyor, sadece onlara ağlamıyor. Her giden bizden bir parça koparıp gidiyor. Eksiliyoruz

Bir yazamama yazısı

Yazıyoruz, söylüyoruz, bağırıyoruz, feryat ediyoruz da ne oluyor, ne değişiyor! Anlamsızlık, yetersizlik, boşuna çaba duygusu

Çocukları kefene sokan ruh hastası ilkel zihniyet

ÇEDES'in amacı çocuklarda çevre duyarlılığını geliştirmek ise, ormanlarımızın, tarım topraklarının, doğal zenginliklerimizin nasıl yok edildiğini, açgözlü vahşi talan düzeninin doğal yaşamı nasıl katlettiğini öğretin

"
"