04 Eylül 2023

Değişim diyenler işe ‘Altı Ok'la başlamalı

Tam 100 yıl önce kurulmuş olan bu parti, kuruluş günlerinin özel koşullarında benimsenen ilkelerini 21. yüzyıl dünyası ve Türkiye'sinin bugünkü koşul ve gereksinmelerine göre yeniden gözden geçirmeye, kimisini atıp kimisini yeniden tanımlamaya cesaret etmeden değişemez ve gelişemez

Televizyon kanallarında, haberleri ya da aynı kişilerin aynı sözleri tekrarladıkları tartışma programı adı altındaki laf kalabalığını bir süredir izlemiyorum. Hele de haber sunmak yerine, kendi yüksek fikirlerini ifade edip izleyicileri "bilinçlendirmeye" çalışan sunuculara rastlarsam hemen zaplayıp bir belgesele ya da filme geçiyorum. Bu zaplamalar zıplamalar sırasında, gözüme kulağıma ilişen en önemli sözcük ya da konu "değişim"; özellikle de darmadağın olmuş CHP'deki değişim tartışmaları.

Kötü kişi olmayı göze alarak hemen söyleyeyim: CHP değişemez. Ya da tam 100 yıl önce kurulmuş olan bu parti, kuruluş günlerinin özel koşullarında benimsenen ilkelerini 21. yüzyıl dünyası ve Türkiye'sinin bugünkü koşul ve gereksinmelerine göre yeniden gözden geçirmeye, kimisini atıp kimisini yeniden tanımlamaya cesaret etmeden değişemez ve gelişemez. 

Bunları düşünür ve bu satırları yazarken; partiyi ayağa kaldırmak, umudu yeniden yeşertmek, iktidara aday olmak için büyük özveriyle, sebatla, sabırla çalışan fedakâr insanlardan, partiyi desteklemiş olan, hâlâ da destekleyen seçmenlerden, son seçimlerde yaratılan sahte umuda (ya da hayale) kapılıp yenilginin ardından karamsarlığa ve umutsuzluğa yuvarlanan milyonlardan özür diliyorum. Maksadım CHP'yi yıpratmak, değişim isteyenlerin çabalarını hiçleştirmek değil; aksine yeni bir hareketin, gerçek değişimin önünü açabilecek birkaç düşünce kırıntısını paylaşmak. 

"Altı Ok"u gözden geçirmeden değişim olmaz

9 Eylül 1923'te kurulmuş olan CHP'nin 1927'de dört oku, yani dört temel ilkesi var: Cumhuriyetçilik, Laiklik, Halkçılık, Milliyetçilik. 1931'deki 3. Kurultay'da bunlara iki ok daha ekleniyor: Devletçilik ve İnkılapçılık.

Bırakın günümüzdeki anlam ve geçerliklerini, Cumhuriyetçilik ilkesi hariç, 90 yıl öncesinde bile bir hayli muğlak ve yoruma açık olan bu ilkelerin/kavramların, zamanla içi kof ezberlere dönüşüp fetişleştirildiğini söyleyecek olursam, alacağım cevabın "defalarca yenilenen programlarda, parti belge ve söylemlerinde kuruluş ilkelerinin güncellenip geliştirildiği" olacağını biliyorum. Ne var ki, partililerin ve kitlelerin hafızasında olduğu kadar ideolojik hat olarak da "Altı Ok" doksan yıl öncesindeki anlamını koruyor.

"Biz devletin kurucu partisiyiz" diyerek yüz yıllık geçmişiyle övünen CHP'nin ve CHP'lilerin "yüz yıllık devlet partisi" olmanın negatif yüküyle hesaplaşmalarının gerektiğini düşünüyorum. Bu, Altı Ok'la hesaplaşma olacaktır ister istemez. Bu hesaplaşma ve netleşme gerçekleşmeden partinin sözde değil özde değişmesini beklemek hayalcilik olur.

Nasıl bir cumhuriyet, nasıl bir laiklik?

İlk ok, Cumhuriyetçilik'tir: Yüz yıl öncesi gibi bugün de geçerli olan bir ilke… Ancak cumhuriyet bir rejim ya da yönetim biçimi olarak çeşitlilik taşır: İran İslam Cumhuriyeti, Çin Halk Cumhuriyeti, Mısır Arap Cumhuriyeti, Hindistan Federal Cumhuriyeti, vb… Nasıl bir cumhuriyet olduğunu diğer ilkeler ve uygulamalar belirleyecektir.  

İkinci ok olan laiklik de tanımlanmaya ve güncellenmeye muhtaçtır. Fransız devriminden gelen Jakoben, zorlayıcı laiklik mi; devletin din hayatını düzenlemesini reddeden, bütün inançlara eşit mesafede özgürlükçü laiklik mi? Özgürlükçü laiklik, devlet dini yaratmaya veya din işlerinin devlet tarafından yönlendirilmesine cevaz vermez, Diyanet gibi bir kurumu işlevsiz kılar. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, dinin devletin denetiminde olması, makbul din ve mezhep yaratılması için gerek görülen Diyanet kurumu, devlet ve iktidar başkalarının (mesela AKP'nin) eline geçtiğinde, gerçek özgürlükçü laikliğe karşı kale ve silah haline gelebilir ve gelmiştir.

Halkçılık ilkesi/oku, 1920'lerde bir yandan padişahların, sultanların, beylerin, ağaların iktidarına karşı halkın iktidarı özlemini dile getirirken, öte yandan "imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz" sloganında ifadesini bulan, sınıf gerçeğinin reddi anlamındadır. "Halktan yanayız ama hangi halk?" sorusunun cevabı havada kaldıkça, günümüzün karmaşık ve çok katmanlı toplumsal yapısı, (sınıfsal, etnik, kültürel farklılıklar) düşünülürse halkçılık kavramı bir ilke değil hoş bir sözden ibaret kalır.

Sorunlu bir kavram: Milliyetçilik 

Bugünün dünyasında ve Türkiye'sinde pek çok sorunun, çatışmanın, savaşın, düşmanlıkların temelinde CHP'nin Altı Ok'u arasında özel bir yere sahip olan milliyetçilik vardır. Yurtseverlik anlamını çoktan yitirmiş, kendi ırkını, milletini diğerlerine üstün ve hep haklı gören, muktedirlerin kendi bekalarını koruma aracına dönüşen milliyetçilik; günümüzde faşizmin, ırkçı faşizmin, her türlü ötekileştirmenin temelindedir. Bu ilke ve Türk ulus devletinin kuruluş ideolojisindeki yeri, aradan geçen yüzyılda yaşananlar bağlamında tartışılıp irdelenmeden CHP'de gerçek bir değişim ummanın hayal olduğunu düşünüyorum.

Sonradan eklenen iki ok: Devletçilik ve İnkılapçılık

CHP'nin devletçilik oku 1931'de ilkeler arasına günün ihtiyaçlarına bir cevap olarak girmişti. Savaştan yeni çıkmış, ekonomisi perişan, en temel ihtiyaçlara cevap verecek sanayiden yoksun bir ülkenin ayağa kaldırılması için zorunlu olduğu kadar, başta S.S.C.B gibi dönemin örnekleri de ilham vericidir. Günümüzde bu ilkenin ekonomik açıdan anlamı olmadığını söylemeye bile gerek yok. Olsa olsa, devleti bireye önceleyen devletçi zihniyet anlamına gelebilir ki, en kötüsü de bu olur.

İnkılapçılık, yani devrimcilik ilkesi bu yazıya sığmayacak düşünce ve tartışmaları beraberinde getirecektir. Sadece şuna işaret etmekle yetineceğim: Son yüz yılda devrimin, devrimciliğin anlamı 1917'den, 1923'ten epeyce farklı. 1931'de bu ilke altıncı ok olarak "ok demeti"nde yerini alırken, Atatürk inkılapları ya da Cumhuriyet inkılapları adı verilen; hilafetin kaldırılmasından, tekke ve zaviyelerin kapatılmasından Şapka ve Kıyafet Kanunu'na, Harf İnkıabı'na kadar bir dizi siyasal-toplumsal-kültürel değişimi ifade eden ve güvence altına alan bir 'ok'tu. Bu inkılapların çoktan aşıldığı ve aşındığı 21.yüzyıl Türkiye'sinde devrimciliğin anlamını sadece CHP'nin değil hepimizin, özellikle solun yeniden düşünmesi gerekmiyor mu?

Benim 6 okum neler olurdu?

CHP'ye akıl vermek haddim değil, sadece değişim derken ne amaçladığımızı, neleri reddettiğimizi, nelerin geçersizleştiğini, yeni ilkelerin/kavramların ne olması gerektiğini kendimce düşünmek, açık yüreklilikle paylaşmak istedim.

Mesela ben, Cumhuriyet'in 100. yılında şöyle bir ilkeler bütünü ya da oklar hayal edebilirim: Cumhuriyetçilik, demokratlık, barışçılık, özgürlükçü laiklik, çevrecilik, eşit yurttaşlık, toplumsal adalet…

Belki hayalimi paylaşanlar vardır, neden olmasın?

Oya Baydar kimdir?

Oya Baydar, subay bir baba (Ahmet Cevat Baydar) ve Cumhuriyet'in ilk öğretmenlerinden Behice Hanım'ın kızı olarak 3 Temmuz 1940'ta İstanbul / Kadıköy'de doğdu. Politik mücadele yıllarında içinde bulunduğu yapılara karşı da eleştirel bakışını esirgemeyen açık sözlü tavrıyla özgül bir etki yaratan; görüş, eleştiri ve önerileri her kesimde takip edilen yazar, Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi'ni bitirdi.

Edebiyat hayatına esas itibarıyla 17 yaşında lise öğrencisiyken yazdığı ve Hürriyet gazetesinde tefrika edilen Umut Yolu adlı romanla atıldı. Françoise Sagan'ın Bonjour Tristesse romanından etkilenerek kaleme alınan bu roman, gazete tarafından ismi değiştirilerek Kalbimin Aradığı Erkek adıyla basıldı ve Baydar çok genç bir yazar olarak gazetedeki ilanlarda "Türkiye'nin Sagan'ı" olarak tanıtıldı. Baydar, gazete sayfalarında kalan bu romanını daha sonra kitap halinde yayınlamadı.

1960'ta lise son sınıftayken -kendisine okuldan atılma sıkıntısı da yaşatan- Allah Çocukları Unuttu romanını yayımladı. Baydar'ın ikinci romanı Savaş Çağı Umut Çağı (1963), ilk basımından yaklaşık 40 yıl sonra, 2010'da Savaş Çağı Umut Çağı: Bir Yirmi Yaş Güncesi adıyla yeniden yayımlandı.

Biri tefrika olarak Hürriyet gazetesi sayfalarında kalan, diğer ikisi ise kitap halinde basılan bu üç romanın ardından Oya Baydar, gazetecilik ve politik mücadele içinde geçen yaklaşık 30 yıl edebî eser kaleme almadı.

Hürriyet gazetesinde tefrika edilen romanından aldığı telif ücretiyle Paris'e gitti, orada sosyalist çevrelerle iletişime geçti. Paris'te kurduğu iletişimin etkisiyle sosyoloji okumaya kadar verdi.

1960'ta girdiği İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü 1964 yılında bitirdi. Aynı yıl sosyoloji bölümüne asistan olarak girdi ve "Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu" konulu doktora tezine başladı. Doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine, öğrenciler bu olayı protesto etmek için üniversiteyi işgal ettiler. Bu olay Türkiye'de ilk üniversite işgali eylemi oldu.

1966'da Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye oldu. Bir süre, ABD'de Columbia Üniversitesi'nde, sosyal bilimlerde istatistik yöntemleri konusunda çalıştı. 1969-70 arası Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde asistanlık yaptı.

Toplumsal hareketliliğin yükseldiği, Türkiye'nin sosyalist düşünce ve örgütlenmeyle tanıştığı 1960'larda, edebiyatı tümüyle bırakıp toplumsal-siyasal yapı araştırmalarına yöneldi ve sosyalist hareket içinde aktif oldu. Sosyalist Parti İçin Teori ve Pratik (1970-71) dergisinin kurucuları arasında yer aldı.

12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile Türkiye İsçi Partisi (TİP) üyesi olduğu için tutuklandı ve üniversiteden çıkarıldı.

Bu dönemde Yeni Ortam ve Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı (1972-79). Eşi Aydın Engin ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile birlikte İlke dergisini kurdu ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin (TSİP) kuruluşuna katıldı.

Yazılarıyla ilgili olarak hakkında eski Türk Ceza Kanunu'nun 312, 142 ve 159. maddelerinden 30 dolayında dava açıldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında bulunduğu Almanya'dan Türkiye'ye dönemedi ve 12 yıl boyunca Almanya / Frankfurt'ta siyasi göçmen olarak yaşadı. Bu yıllarda Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, Sovyetler Birliği'nde, Moskova'da bulundu.

Baydar, sürgün yıllarının ardından 1992'de Türkiye'ye döndü. Tarih Vakfı ile Kültür Bakanlığı'nın ortak yayınları olan "İstanbul Ansiklopedisi"nde redaktör, "Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi"nde yayın yönetmeni olarak çalıştı.

Yeniden döndüğü edebiyatta ardı ardına yayımladığı öykü ve romanları ile çok sayıda ödül kazandı. Elveda Alyoşa ile 1991 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı, Kedi Mektupları adlı kitabıyla 1993 Yunus Nadi Roman Ödülü'nü, Sıcak Külleri Kaldı romanıyla 2001 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı, Erguvan Kapısı'yla 2004 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü, Çöplüğün Generali romanıyla TÜYAP Kitap Fuarı'nda 2009 yılı Dünya gazetesi yılın telif kitabı ödülünü aldı.

İtalyan Carical Vakfı tarafından verilen "Akdeniz Kültürü Ödülü"ne 2011'de Hiçbir Yere Dönüş adlı romanıyla Oya Baydar layık görüldü.

Sıcak Külleri Kaldı romanı ile de 2016 yılının Fransa / Türkiye Edebiyat Ödülü'nün de sahibi oldu.

2001'de Türkiye Barış Girişimi'nin kurucusu ve sözcüsü olan yazar, aynı zamanda PEN Yazarlar Birliği üyesi.

Kitapları 23 dilde yayımlanan Oya Baydar, kuruluş günlerinden itibaren T24'te köşe yazıyor, İstanbul'da ve Marmara Adası'nda yazmayı sürdürüyor.

ESERLERİ

Roman

Allah Çocukları Unuttu (1960)
- Savaş Çağı Umut Çağı (1963)
- Kedi Mektupları (1997)
- Hiçbiryer'e Dönüş (1999)
- Sıcak Külleri Kaldı (2000)
- Erguvan Kapısı (2004)
- Kayıp Söz (2007)
- Çöplüğün Generali (2009)
- O Muhteşem Hayatınız (2012)
- Yolun Sonundaki Ev (2018)
- Köpekli Çocuklar Gecesi (2019)
- Yazarlarevi Cinayeti (2022)

Deneme

- Surönü Diyalogları (2016)

Öykü

- Elveda Alyoşa (1991)
- Madrid'te Ölmek
- Mırınalı Madride (2007)

Anlatı

- Bir Dönem İki Kadın: Birbirimizin Aynasında (Melek Ulagay ile, İstanbul 2011) Yetim Kalacak Küçük Şeyler (2014)
- Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk
- Oya Baydar ile Nehir Söyleşi (Ebru Çapa ile, 2018)
- 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri (2021)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Çocukları kefene sokan ruh hastası ilkel zihniyet

ÇEDES'in amacı çocuklarda çevre duyarlılığını geliştirmek ise, ormanlarımızın, tarım topraklarının, doğal zenginliklerimizin nasıl yok edildiğini, açgözlü vahşi talan düzeninin doğal yaşamı nasıl katlettiğini öğretin

Devletin birliğini bütünlüğünü bozan hainler kimler?

Dikkatimi çeken, Demirtaş'a devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmaktan, Figen Yüksekdağ'a da devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmaya yardımdan ceza kesilmiş olması. Soruyorum: Devletin bütünlüğünü, milletin birliğini bozanlar Kobane davasında mahkûm edilenler mi, onları mahkûm ettirenler mi?

 "Alavere dalavere, Kürt Memet nöbete" mi, hukuka dönüş umudu mu?

Yazının başlığı; çocukluğumdan beri duyup bildiğim, gündelik yaşamda ve siyasette her an tanık olduğumuz haksızlığı, hukuksuzluğu, eşitsizliği ifade eden, yaşam pratiğinden süzülmüş bir deyim...