“Arapları hiç sevmem, hem pistirler hem de arkadan hançerlerler” derdi annem. “Kürtler medeni değildir ama sadık olurlar”, “Babanın çok Ermeni arkadaşı var ama hepsi iyidir”, “Yahudiler bu memleketin kanını emiyorlar”, “Rumlardan korkarım, çocukken kopiller bana taş atmışlardı”, “Çingeneler hırsızdır.” ...Cumhuriyet’in ilk öğretmen kuşaklarından annemin ötekilere ilişkin duygu ve düşünceleri böyleydi. Bunları çok doğal biçimde, safiyane bir beyaz Türk pervasızlığıyla söyleyen annem, 1940’lar İstanbulu’nun en kozmopolit semtlerinden biri olan Bakırköy’de, karşımızdaki Yahudi, yan evdeki Ermeni ve alt dairedeki Rum komşularımızla çok iyi geçinir, gerektiğinde beni onlardan birine emanet eder, gözü hiç arkada kalmazdı. Mektep Sokak’ta Kürt komşular var mıydı bilmiyorum, varsa bile, o günlerde Kürt oldukları bilinmezdi zaten. Babamın Vartolu emireri Kürt Haso “Kürtlerin sadakatinin” canlı kanıtıydı annemin gözünde. Cumhuriyet kızı genç muallime Behice Hanım, kendisinin milleti hâkimenin (egemen ulus) parçası olduğu bilinci ve bu durumun doğurduğu üstünlük duygusuyla, ötekilerle kurduğu gündelik, bireysel ilişkilerde hoşgörülü ve rahattı. O noktada ideolojik önyargılar sona eriyor, insani ilişkiler devreye giriyordu.
Belki, annemle yaş farkları neredeyse 22 yıl olan, çocukluk ve gençliği Cumhuriyet öncesine, Osmanlı’nın son dönemlerine rastlayan, farklı bir zihniyet dünyasından gelen babamın Türk milliyetçiliğiyle uzaktan yakından ilişkisi olmaması yüzünden, belki de neredeyse Türklerin azınlıkta kaldığı bir okulda okuduğum için, hatta belki çok küçük yaştan dünya edebiyatıyla tanışmam ve kendimi başka insanların hikâyelerine kaptırmam nedeniyle milliyetçiliğe hep uzak kaldım. Ya da... Ya da kendimi öyle sandım. Taa ki dilimde, kafamda, yüreğimde ayrımcılığın, ötekileştirmenin, üsttenciliğin tortularını keşfedene kadar; taa ki kendimle yüzleşme cesaretini bulup önce dilimden, sonra kafamdan, yüreğimden bu tortuları kazımaya başlayana kadar.
Zihniyet kardeşliğimizi itiraf edelim
Bunları, CHP milletvekili Birgül Ayman Güler’in “Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit gördüremezsiniz....” ve BDP milletvekili Sırrı Sakık’ın “Kafkaslardan, Boşnaklardan gelenler bu ülkenin sahibi değilsiniz, haddinizi bilin...” sözleri üzerine hatırladım. Türkü Kürdüyle, solcusu sağcısıyla, ümmetçisi ulusalcısıyla derece derece hepimizin içine işlemiş, ya da hepimizin soluduğu zihniyet iklimi üzerine düşünmeye başladım.
CHP milletvekili akademisyen hanımı tanımam. Bir önceki Meclis’te kendisine hali tavrıyla, üslubuyla ve kafasıyla ikiz kardeş gibi benzeyen bir başka kadın milletvekili vardı: Canan Arıtman. İşi, “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün annesinin Ermeni olup olmadığına bakılsın”, demeye kadar vardırmıştı (Hatırlayın; Cumhurbaşkanı da, “Annem Ermeni değil ama öyle olsaydı bu kimliği onurla taşırdım”, demek yerine hakaret davası açmıştı. Bunu da sözünü ettiğim zihniyetin bir başka görünümü olarak kaydedin).
Sırrı Sakık ise, BDP’de ve Kürt siyasi hareketinde efendiliğiyle, içtenliğiyle, yumuşak üslubuyla, çözüme ve birlikte yaşama iradesine samimiyetle inanmasıyla kendimi en yakın hissettiğim kişilerden biri. İtiraf edeyim ki, bu yazıyı yazmadan önce, söz konusu Sırrı Sakık olduğu için bir an tereddüt ettim. Sonra, asıl anlatmak istediğimi çok iyi somutladığından ve çifte standart kullanmamak için yazmaya karar verdim.
Osmanlı toprakları üzerinde, batıda ve Ortadoğu’da 19. yüzyılın son çeyreğinde filizlenmeye başlayan uluslaşma sürecinin bir dizi ulus devletten sonra Anadolu’da Türk ulus devletinin kuruluşuna varan macerasının, bugünkü sorunlarımızın ve kavgamızın temelindeki zihniyet ortaklığını oluşturduğunu düşünüyorum. Türk ulus devletinin Türk milliyeti ve Türklük bilinci üzerine inşa edilmeye çalışıldığı, Türklerin egemen ulus (milleti hakime) olarak, aynı toprakları paylaşan diğer halklar üzerinde asimilasyoncu baskı kurduğu İttihat ve Terakki döneminden Cumhuriyet’in ilanı ve inşası dönemine uzanan süreçte çok dilli, çok dinli, çok halklı Anadolu’nun “Türkleştirilmesi” sadece baskıyla, sadece siyasal araçlarla değil, “bu memleketin tek ve gerçek sahibi Türklerdir” zihniyetinin topluma her yol ve yöntemle yaygınlaştırılması, Cumhuriyet kuşakları boyunca insanlarımızın bilincine yerleştirilmesiyle oldu. Başbakan Erdoğan’dan kendini solda tanımlayan bazı akademisyenlere varana kadar, bu topraklar üzerinde 2 bin yıllık Türk geçmişinden söz etmek gibi “Bu kadar cehalet ancak tahsil ile mümkündür” dedirten sözler söyleyebiliyorlarsa; Antakya’da bir zamanlar Yahudi kuyumcu- tefecilerin evlerinin bulunduğu Zengin Konakları sokağının adı “On bin yıldır Türk Sokağı”na dönüştürülmüşse, Birgül Ayman Güler “Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit göremezsiniz” diyebiliyorsa, hepsi bilinç altına işlemiş aynı zihniyetin yansımasıdır.
Sırrı Sakık’ın Kürt kimliği, ideolojisi, duruşu, mücadelesi, ilk bakışta bambaşka ve zıt bir zihniyeti yansıtmalı değil mi? Ama hayır; dört Cumhuriyet kuşağı boyunca hepimizin içinden geçtiği ve biçimlendirildiğimiz torna, diyalektik bir karşıtlıkla, ulusalcı Türk siyasetçisiyle Türk milliyetçiliğinin mağduru Kürt siyasetçiyi buluşturuyor. Buluşma, ötekileştirme ve ayrımcılık noktasında gerçekleşiyor. Ayman Güler bu toprakların sahibi ve efendisi, yani egemen ulus biz Türkleriz ve siz Kürtlerle eşit değiliz derken, Sırrı Sakık biz herkesten önce geldik, bu toprakların otokton sahibi biz Kürtleriz, siz Rumeli veya Kafkaslardan gelenler hele bir durun, hizaya girin, demiş oluyor. (Küçük bir hatırlatma: Tartışma ve ötekileştirme kadim halk olmak (otoktonluk) üzerinden yürütülürse bölgede en fazla hak sahibi olanlar tarihte koca bir Ermeni İmparatorluğu kurmuş olan Ermenilerdir.)
Sakık’ın sözleri, onun dünyaya bakışıyla örtüşmeyen, maksadını aşan sözler kuşkusuz. Nitekim Türk milliyetçisi Ayman Güler sözlerinin arkasında durup kendisinden özür dilenmesini talep ederken Sırrı Sakık içten özür diledi ve üzüntülerini belirtti. Kürsü heyecanının ve duyduğu tepkinin şiddetiyle, bu sözler ağzından kaçmıştı besbelli. Ne var ki ağzımızdan kaçan sözlerden de sorumluyuzdur, çünkü onlar zihniyet derinliklerimizi yansıtır.
Değişim eğitiyor; öğreneceğiz
“Arap saçı”, “Acemi nalbant Kürt eşeğinde öğrenir”, “Yağmur yağıyor, seller akıyor, Arap kızı camdan bakıyor”, “Korkak Yahudi”, “Ermeni dölü”, “Rum kopili”, “Gâvurun piçi”, “(Kızılbaşlara atfedilen) mum söndü”, “Şâfi köpeği”, “Çingene pazarlığı”, daha yüzlerce benzer sözcük, deyiş, kavram... Hepimiz kendimize dönüp soralım. Benzer sözler söylemeyenimiz var mı? Çoğu zaman alışkanlıkla, hatta şaka yerine bilinçsizce; kimi zaman da “ötekini” küçümsemek için bilinçli bir milliyetçi, ayrımcı refleksle ağzımızdan çıkan sözler bunlar. Ayman Güler ve Sırrı Sakık’ın aynasında kendimize bakma cesaretini gösterirsek, ulusalcı ötekiliştirici zihniyetin, kendisini bundan arınmış görenlerin bilinç altında bile derinlerde bir yerde kıpırdandığını, bir an gelip ağzımızdan kaçıverdiğini görürüz.
Yine de umutluyum. Bu zihniyetten kurtulmamızın mümkün olduğunu düşünüyorum, iş ki kendimizi terbiye edebilelim. Eskiden pervasızca söylenip hiç tepki almayan benzer sözler, yorumlar, maksadını aşan beyanlar günümüzde artık kolay kolay geçiştirilemiyor. Hassasiyetler ne mutlu, ne güzel ki gelişiyor, yaygınlaşıyor. Dün, kendi ağzımızdan çıkmış sözleri düşündüğümüzde bugünün değerleriyle yargılayıp bazen kendimiz bile utanıyoruz. Maksadını aşan sözler için özür dilemenin tükürdüğünü yalamak değil erdem olduğu kavranmaya başlıyor. Yaşam, hepimizi eğitiyor; derece derece hepimizde: kimimizde derinliklerde zerre, kimimizde köpüren umman halinde var olan ötekileştirici egemen ulus zihniyetinin sorgulanmasını sağlıyor.
Türkiye’nin büyük bir değişim dönüşüm girdabına girdiği şu dönemde, bazen şoklar da yaşayarak büyük bir zihniyet sorgulaması sürecindeyiz. Dil sürçmelerinin aslında zihniyet sürçmelerimizden kaynaklandığını bilerek; ama dilin de zihniyete kendi damgasını vurduğunun bilincinde olarak, önce dilimizden başlayarak kendimizle hesaplaşmamız, kendimizi eğitmemiz gerektiğini düşünüyorum. Örneğin ben, bu yaşımda bunu gerçekleştirmeye çalışıyorum. Dilimden çatışmacı, savaşçı, ötekileştirici, ayrımcı, vb. sözcükleri kaldırdıkça zihniyet iklimimin de daha uzlaşmacı, barışçı, vicdanlı; ötekini hemen mahkûm etmek yerine önce anlamaya yönelik bir değişim geçirdiğini hissediyorum. Aslında zihin sürçmelerimizin sonucu olan dil sürçmelerim azalıyor.
Son hafta boyunca sözlerini çok konuşup tartıştığımız CHP milletvekiliyle BDP milletvekili yurttaşlarımız, kuşaklar boyunca hepimizi bir ölçüde etkilemiş, karşıtlarını bile aynı potada şekillendirmiş ötekileştirici zihniyetin aynasını tuttular bize. O aynada suretimize bakıp dilimizi ve asıl kafamızı, yüreğimizi arındırıp düzeltebiliriz.