Ne yolsuzluklar, hırsızlıklar, yalanlar, ne tek adam sultası, ne yaşamımıza, özgürlüklerimize müdahale, ne keyfî yönetim, ne siyasî basiretsizlik; bunların hesabı bir gün mahkemelerde belki sorulur, belki sorulmaz. Ama... tarihin, halkların, vicdanların mahkemesinde yargılandığınızda -ki bundan kurtuluş yoktur- bu ülkenin umudunu öldürmekten, halkların özgür ve mutlu bir gelecek hayalini karartmaktan hüküm giyeceksiniz.
Seçmen kitlenizin ve yandaşlarınızın size bağladıkları umutlardan söz etmiyorum. Bu çok önemli değil; seçmen umudu kestiğinde bunu oylarıyla ifade eder, size maddi manevi çıkarlarla bağlı olanlar da yüzlerini başka kapılara çevirirler. Ben farklı bir şeyden; insanın gelecek umudundan, yarının bugünden daha iyi olacağı duygusundan, insanları, halkları, toplumları en zor günlerde bile dik tutan o iç dirençten, “bir gün mutlaka” inancından söz ediyorum. İşte siz bu duyguyu, bu umudu aşındırdınız. Ve umut tükendiğinde, insanlar ülkenin geleceğine, çocuklarının yarınlarına inanmaz olduklarında; hiçbir kuruma, hiçbir yapıya güvenmemeye başladıklarında; değerlerini, inançlarını yitirdiklerinde nihilizme varılır. Her şeyi reddeden, hiçleştiren, anlamsızlaştıran, değersizleştiren nihilist ruh hali, insanı da toplumu da çürütür.
Fark edemediğiniz, kavrayamadığınız bu işte. Azgın iktidar hırsınız, “haşhaşî” iktidar sarhoşluğunuz gerçekleri görmenize engel oluyor. İktidarınızdan maddî manevî rant sağlayan; cüzdanlarını, kalemlerini, vicdanlarını, akıllarını ve kaderlerini sizlere endekslemiş yandaş çevreniz, uyuşturucu dozunuzu arttırarak sizi gerçeklerden büsbütün uzaklaştırıyor. Bu toplumu, bütün kesimleriyle ruh çöküntüsüne, psikolojik maraza, travmalara sürüklediğinizi anlayamıyorsunuz; ve tabii ki kendi ruh halinizin vahametini de fark edemiyorsunuz.
Kriz anlarında panikleyen basiretsiz yönetiminizle; insanı, doğayı, yaşamı örseleme pahasına sürdürdüğünüz tahripkâr ekonomik “büyüme” saplantınızla; kadrolarınızın ahlâkî zaafları yanında bu saplantının da sonucu olan yolsuzluklarınızla, kendiniz gibi olmayan herkese, her düşünceye, her inanca, her yaşam biçimine yönelen hırsınız ve ayrımcılığınızla, başkalarının onurunu, haysiyetini hiçe sayan nâdan, saldırgan üslubunuzla, bugünkü kaosu siz/sizler yarattınız. Bu ülke halklarının özgürlük, demokrasi, hak, adalet, daha iyi bir yaşam özlemini kullanarak elde ettiğiniz sandık çoğunluğunu şantaj silahı haline getirdiniz. Şimdi vardığınız noktayı lobilere, kumpaslara, darbelere, dış mihraklara, vatan hainlerine yükleyip, her gün bir yenisi eklenen paranoyak komplo teorilerine sığınıp yine mağduru oynuyorsunuz.
'Biz senin demokrat olma ihtimalini sevmiştik!'
Gezi parkının; gençlik, umut, özgürlük, dünyalılık, barış ve kardeşlik havasının teneffüs edildiği “gerçek Gezi ruhu” köşesindeki pankartlardan birinin üstünde “Biz senin demokrat olma ihtimalini sevmiştik” yazılıydı. Miş’li geçmiş kipindeki bu hayıflanma cümlesi, geldiğimiz noktadaki toplumsal ruh halinin de bir özetidir.
Bu ülke insanları darbelerden, darbecilerden, eski rejimin asker-sivil seçkinlerinin vesayetinden, halkın güdülecek sürü, elitler dışındaki geniş halk kesimlerinin ikinci sınıf vatandaş sayılmasından, ceberrut devletin hotzotculuğundan, ayrımcılığından çok çekti. 21. yüzyıla girerken, kabaran dip dalgaları, topluma dar gelen kabuğu zorladı, çatlattı, kaçınılmaz değişim sürecini hızlandırdı. O zamana kadar Merkez’in dışında bırakılmış, devlete ve iktidara yaklaşmalarına izin verilmemiş iki toplumsal-siyasal güç: İslamcılar ve Kürtler, siyaset sahnesinde “biz de varız”, dediler. Adımlarının sesi uzun süredir duyuluyordu ve o sesler her duyulduğunda darbeyle, baskıyla, ideolojik saldırıyla, silahla, ölümle susturuluyordu. Ama 2000’lerin başındaki dünya, bölge, ülke koşullarında Merkez dışında bırakılmış güçlerden birinin sizlerin sözcülüğünde iktidara yürümesi; diğerinin, yani Kürtlerin de Merkez’i ve iktidarı zorlayarak ülke siyasetinde temel aktörlerden biri olması kaçınılmazdı.
AKP; laik-Kemalist devletin direncini aşıp darbe teşebbüslerine, müdahale niyetlerine rağmen iktidara gelirken, kendi varlığını korumak ve iktidarını pekiştirmek için darbeci, müdahaleci, vesayetçi güçlere karşı mücadele etmek, onları geriletmek zorundaydı. Bu da ancak demokratik açılımlarla, reformlarla, izolasyonizmden kurtulmakla, dışarda ise başta AB olmak üzere Batı dünyasında güven sağlamakla mümkündü. Gerçekten de, iktidarının ilk dönemlerinde, Avrupa Birliği’ne tam üyelik atağıyla, buna koşut reformcu gelişmelerle, Türkiye dış politikasını rehin almış Kıbrıs sorunu, Ermenistan’la ilişkiler, vb. gibi konularda attığı kaba milliyetçilikten uzak, çözüme yönelik adımlarla, mağduriyetlere son verme söylemiyle, askerî vesayete karşı çıkışıyla geniş toplum kesimlerinde (özellikle merkezin dışında kalmış olanlarda), kabuğun yırtılabileceği, değişimin gerçekleşebilir bir ihtimal olduğu duygusunu doğurdu. Sonra... “Biz senin demokrat olma ihtimalini sevmiştik” pankartı, benim bu anlatmaya çalıştıklarımın Gezi çocuklarının muhteşem mizahıyla dile getirilişi ve bu ihtimalin artık kalmadığının ifadesiydi.
Umudu hiçbir sandık ölçemez
Abarttığımı düşünebilirsiniz, çünkü bulunduğunuz yerlerden gerçekler görülmez. Kefenlere bürünmüş, “öl de ölelim”ciler, “itaat’se itaat, biat’sa biat” diyen, önünüzde yerlere kapanıp özür dileyen kemiksizler, sizi/sizleri gerçeklere ve aklıselime davet etmek yerine yangına körükle giden “yedirtmeyiz”ci danışmanlar da anlayamaz halkın şu günlerdeki ruh halini. Bilip anlasalar da size/ sizlere yansıtmazlar; çünkü aynı gemidesiniz.
Meydanlara toplanan kalabalıklar, kamuoyu yoklamaları, demokrasi için yeter sandığınız seçim sandıkları, hiçbiri, toplumun geleceğe güvenini güvensizliğini, umudunu umutsuzluğunu ölçemez. Güvensizlik, umutsuzluk, inançsızlık zaman ister meydanlara, sandıklara yansımak için. Ama bir ülkede her kesimden analar babalar evlatlarına, “Ne yapıp yapıp buradan gidin, daha insanca yaşayabileceğiniz biryerlerde başka bir hayat kurun” diyorlarsa, burada durup düşünmeniz gereken bir şey var demektir.
Sunduğunuz bal kovanlarına daldırdıkları parmaklarını yalayan ve ne ülke, ne dünya umurlarında olan bir avuç haramzâde dışında; hayatın anlamını para, vurgun, ihale peşinde koşmaktan, açtığınız AVM’lerde salınmaktan, rüknüne (özü, temeli) hiç varamadığı ibadetleri adet yerini bulsun, müminler camide görsün diye şeklen yapmaktan ibaret sananlar dışında; ahlaklarını, kafalarını, vicdanlarını sizlere ipotek etmiş olan yandaşlarınız dışında kimsenin ağzını bıçak açmıyorsa son günlerde; herkes sıkıntılı, kaygılı, yarını için tedirginse burada durup düşünmeniz gereken bir şey var demektir.
Türkiye’de insanlar, size oy vermiş olanlar bile artık hiçbir kuruma, ne yargıya, ne adalete, ne Meclis’e, ne siyasete inanmaz olmuşlarsa; gerçek nerede, yalan nerede, kim namuslu, kim namussuz, bu pislik ortamında seçilemiyorsa, laf salatası yapmak, yedi düvele saldırmak yerine durup düşünmeniz gereken bir şey var demektir.
Kendi inançlarınızı, Müslümanlığı, dinî değerleri, şahsiyetleri bile itibarsızlaştırmayı, çürütmeyi başardınız. Rüşvet pazarlıkları yapılırken, ihale yolsuzlukları bağlanırken ağızlarından düşürmedikleri, sizlerin de pespaye siyasetlerinize meze yaptığınız Allah adı, din, îman vaazları, artık gerçek müminlerin nezdinde sadece soru işaretleri yaratıyor. Hele de son AKP-Cemaat dalaşında, inançlı kesimler neye inanacaklarını, kime güveneceklerini bilemiyorlar. Kutsallar çöküyor, maskeler düşüyor ve sizler, hep birlikte devrilen kutsalların üstünde tepinirken yüzünüze birbirinizin maskesini takıyorsunuz.
Müslüman muhafazakârlığın hiçbir türü, hiçbir akımı ile en küçük alışverişi olmayan; kendi aklını, vicdanını, ahlakını hiçbir inanca bağlamamayı yaşam ve ahlak düsturu kılmış biriyim. Yine de sizlere inanmış, umut bağlamış, Allah peygamber adına peşinizden gitmiş inançlı insanların şu günlerdeki ruh hallerini, onların şaşkınlıklarını, kaygılarını, acılarını, ben içimde duyuyorum da, sizler vahşi iktidar savaşınızı sürdürürken hiç umursamıyorsunuz.,
Belki de hiç anlamıyorsunuz benim dilimi; belki “deli kadının teki”, belki “ihanet lobisi”nin sesi sanıyorsunuz. Aynı dilden konuşmadığımız gerçek. Yine de kendi dilimden tekrarlayacağım: Bu ülke insanlarının ülkelerinin geleceğine güven duygusunu ve umudunu her geçen gün biraz daha yok ediyorsunuz.
Bugünler geçer, sizler de gelip geçersiniz. Yeni kuşaklarla birlikte yeni umutlar yeşerir. Ve gün gelir, tarih sizleri umudu öldürmeye teşebbüsten mahkûm eder.