2001’de Barış Girişimi’ni kurduğumuz sıralarda Hrant Dink böyle demişti. 11 Eylül terörist saldırısının ardından Bush ve şürekâsının Afganistan’ı bombaladığı, Irak’ı işgale hazırlandığı günlerdi. Irak’ta savaşa ve Türkiye’nin bu savaşa katılmasına ama’sız karşı çıktığımız için, “bir koyup beş alma” heveslisi koro, Kürt sorununu toptan halletmenin fırsatını yakaladığını sanan TSK ile ahenk halinde “milli menfaatlerimiz gerektiriyor” teraneleriyle, barışçılara demediğini bırakmıyordu. En hafifi aymaz/ahmak barışçılar, Saddam yanlıları, geri kafalı solcular, gürültücü azınlık (oysa o günlerde yapılan araştırmalarda Türkiye halkının yüzde 90’ının savaşa karşı olduğu apaçık ortaya çıkmıştı) olan aşağılamalarla karşı karşıyaydık. İşte o günlerde Hrant, “Aldırmayın; bizler barış eşekleri olalım. Eşek dayanıklıdır, güçlüdür, inatçıdır da. Barışı yüklenelim, ne kadar sopa vururlarsa vursunlar ama’sız barışta inat edelim” demişti.
En ahlâki ama en zor konumun barış eşekliği olduğunu Hrant kendi deneyiminden biliyordu. Halklar arasında barışa sözde değil yüreğinin ve beyninin en ince kıvrımlarına kadar inandığı için Türkiye’de Ergenekoncu çetelerin, devlet içine yuvalanmış provokasyon odaklarının ve militarist devletin hedef tahtasındaydı. Daha da acısı, kendi cemaatinin önemli bölümü tarafından dışlanıyor, hele de diaspora Ermenilerince “Türk devletinin işbirlikçisi, Türk tohumu” diye, tam da bu sözcüklerle saldırıya uğruyordu. Fanatik çevreler katledilmesinden sonra sahip çıktılar ona.
Gerçek bir barış eşeğinin, çoğu zaman çatışmanın her iki tarafından da sopa yediğini, yine de inatla yoluna devam ettiğini ondan öğrendim. O gün bugün de iyi bir barış eşeği olmaya çalışıyorum.
Barış Eşeklerine Acil İhtiyaç Var
Türkiye’nin Kürt sorununda varılan nokta çözümsüzlüğe ve savaşa evriliyor. 1990’ların başına dönülmesinin, bugünün koşullarında o günden çok daha büyük bir felakete sürüklenmek olacağını Türk ve Kürt muktedirleri ya görmüyorlar ya da Türk, Kürt hepimizi, bütün ülkeyi felakete sürüklüyorlar.
Son bir hafta içinde iktidar Kürt sorununun barışçı çözümünden tümüyle vazgeçti yargısını pekiştirecek bir dizi gelişme oldu. Sonuncusu; Başbakan’ın “Bıçak kemiğe dayandı, fatura ağır olacak”sözleri. Bu sözler aslında iktidarın sorunu çözmekten aciz olduğunun, kendisinden öncekiler gibi şiddet uygulamaktan, sindirmekten, savaştan başka bir önerisinin bulunmadığının itirafıdır.
Bu aşamaya varılmasında, geçen haftaki “Hükümete Açık Mektup” yazısının muhatabı olan siyasal iktidar (AKP) birinci dereceden sorumludur. Çözüm ikliminin değerlendirilebileceği her aşamada uzlaşmayı değil kavgayı tercih ederek, bir adım atmak yerine iki adım gerileyerek, vicdan ve empati dili yerine ötekileştirme ve savaş dilini yeğleyerek, uzlaşma değil biat hedefleyerek işlerin buraya varmasında başat rol oynamıştır. Çiller döneminin güvenlik konseptine dönülmesinin gerekliliğini savunan AKP’ye yakın kişilerin veya bizzat AKP’lilerin talihsiz¸ basiretsiz, bir o kadar da son otuz yıldan ders çıkarmamış söylemleri, çözüm adına en küçük bir umut kırıntısı bırakmamaktadır. Kısacası, durum vahimdir ve bugün AKP’den barışçı çözüm adımı beklemek ölü gözünden yaş beklemekten daha umutsuzdur. Peki ne yapacağız?
Kürt Arkadaşlara Açık Mektup
Hükümete Açık Mektup yazısı, çok farklı kişi ve kesimlerden olumlu tepkiler aldı, özellikle de Kürt arkadaşlarımdan, Kürt hareketinin çeşitli kanatlarından... Oradaki satırları ve satırların taşıdığı duyguları ne denge olsun diye, ne de Kürt hareketine hoş görünmek için yazdım. Vicdanımı dinledim, bire bir içimi yansıttım. Şimdi de öyle yapacağım.
Lafı dolandırmadan söyleyecek olursam, Kürtlerin haklı taleplerini sonuna kadar destekleyen; ezilmişliğe, yoksunluğa, haklarının kimliklerinin inkârına başkaldırmalarını haklı ve meşru sayan, yıllardır yanlarında durmaya çalışan ben ve benim gibiler varılan çözümsüzlük noktasında, Kürtlerin öfkesini, tepkisini, başkaldırısını, “yeter” çığlığını anlıyoruz, içimizde duyuyoruz. Ama varılan noktada Kürt hareketinin siyasetini, vizyonunu, hedefini kavramakta zorlanıyoruz. Temcit pilavı gibi tekrarlanan barış istiyoruz sözleri yaşananlar karşısında anlamsız bir tekerlemeye dönüşüyor. Halk savaşını yeniden başlatıyoruz diyerek, gözdağıyla, tehditle, ölerek öldürerek barış sağlanmaz. Biliyorum; geçen haftaki yazımı alkışlayan Kürt arkadaşlarımın bir bölümü, bu satırları okuyunca “Bizi pasifize etmek istiyorsun” diyecekler, silahlı harekete en yakın duran ve dünyaya silahın namlusundan bakanlar ise daha da ileri gidip, “TC devleti”yle, iktidarla işbirliği suçlamasına kadar vardıracaklar işi. Ama dedim ya, barış eşeği olmayı öğrendim ve giderek daha da tahammüllü, kararlı bir eşek olmaya çabalıyorum. Bu yüzden de, onların kendi durdukları noktadan göremeyecekleri kimi gerçekleri sakınmadan dile getirmek istiyorum.
Ayrılıktan yana olmayan ( ki bu da bir haktır ve gereğinde tartışılır, konuşulur) Kürt siyasal hareketi, Kürt insanları, Kürt demokratları yeniden başlayan/başlatılan savaşın çözüm olmadığını, olamayacağını, sadece yeni ölümlere, kana, nefrete, intikam duygularına yol açacağını bilerek silahı, mayını, öldürmeyi, ölmeyi hâlâ geçerli yöntem sayanlara dur diyebilmelidir. Yirmi yıl önce işlevli ve anlaşılabilir olan, -ve itiraf etmemiz gerekir ki biz Türkleri aymazlığımızdan uyandıran- silahlı mücadele bugün ters tepmekte, hedef barışçı çözüm ise eğer (ki böyle değilse zaten söylediklerimizin, yazdıklarımızın bir hükmü yok), bu hedeften uzaklaştırmaktadır.
BDP’de ve DTK’da temsilcisini bulan Kürt siyasal hareketi , kendilerini de zor durumda bırakan, siyaset yapma alanlarını daraltan, haklılıklarına gölge düşüren bu türden eylemleri ama’lara sığınmadan eleştirmeye cesaret edebilirse; varılan aşamada çözümün anahtarının artık silahta olmadığını, atılan her kurşunun, patlayan her mayının çözümsüzlüğe bir düğüm attığını kendi kitlesine ve silahlı güce anlatmayı becerebilirse, Türk-Kürt büyük bir çoğunluğu arkasına alarak silahın başaramadığını siyasetle başarabilir.
Barış eşeği olabilmek kim ne derse desin, ne düşünürse düşünsün amaca vardıracak (burada barışçı çözüm) adımı atmaktan geri kalmamak, ezberlenmiş şablon düşünceler, içeriksiz sihirli sözcükler, kof ajitasyon yerine içeriği kadar zamanlaması da iyi düşünülmüş, planlanmış projelerle ortaya çıkmak, bunları barış diliyle anlatabilmek demektir. Ve asıl, kendi cemaatinin, kendi hareketinin yanlış adımlarını görebilmek¸ yanlışlara kılıf uydurmadan korkusuzca ve açıkça karşı çıkmak demektir.
Barış istiyoruz demek tek başına hiçbir şey demek değildir. Barış için neleri feda etmeye razıyız, ne almak için neleri vereceğiz? Taleplerimizi uzlaşma masasına mı getiriyoruz, şantaj malzemesi olarak mı kullanıyoruz? Bu ve benzer sorulara verdiğimiz cevaplardır barış sözcüğünün içini dolduran.
Hiçbir hareket ve siyaset noksansız, yanlışsız değildir. Kürt siyasal hareketi kendi muhasebesini cesaretle yaparsa, kendi yanlışları ve eksikleriyle özgürce yüzleşmeyi göze alırsa güçlenecektir. Bu eksiklere, yanlışlara, barışı sabote eden eylemlere söylemlere dikkat çeken dostlarını karalamak, iktidar yandaşlığıyla suçlamak; buna karşılık yanlışları, eksikleri hasır altı edenleri, silahı ve savaşı alkışlayanları dinleyip baş tacı etmek çözümsüzlüğü süregenleştireceği gibi, hareketi de zaafa uğratacaktır.
Bugün Kürt hareketi ve bağlaşığı olan Türkiyeli demokratlar, Hrant’ın deyimiyle “barış eşeği” olmak zorunda. Bu, belinize sopayı yiyip oturun anlamına asla gelmiyor. Barış eşeği olmanın anlamı, kim hangi provokasyonu yaparsa yapsın ısrarla barışçı konumda kalmak ve sürekli çözüm üretmek demek.
Demek ki iş başa düşüyor. Kürt siyasal hareketi ve Türkiye barış güçleri hiçbir zaman barıştan bu kadar sorumlu olmadılar. Bu sorumluluğu -hem de tek başımıza- yüklenmek zorundayız. Savaş diline aynı dilden cevap yetiştirmeye çalışmak yerine barış dilini öğretmek zorundayız. Çözümü güvenlikçi militarist politikalarda gören aymazlara karşı, boşluğa kılıç sallamak ve kof ajitasyon yerine en geniş kitleleri de inandıracak ve kazanacak gerçekçi çözüm önerileri üretmek zorundayız. Barış sorumluluğunu yüklenebilirsek, barış eşeği olmayı başarabilirsek siyasal iktidarın da, devletin de, Türk milliyetçiliğinin de kozları ellerinden alınır, ama’ları geçersiz kalır, aynada kendilerine kükreyen kağıttan kaplanlara dönerler. Oyunda piyon olmak yerine oyuncu olabiliriz ve savaş oyunu bozulur. İş ki cesaret edelim!