28 Nisan 2023

14 Mayıs seçimleri son değil başlangıç olacak

Şu veya bu şekilde iktidara gelen muhalefet güçlerinin önünde cennet bahçeleri değil sırat köprüsü bulunacak; ülkeyi ve halkı o sırat köprüsünden sağ salim geçirmekle yükümlü olacaklar

Çoğunlukla espri sanılan ve kötümserlik göstergesi kabul edilen Murphy yasaları, aslında Edward A. Murphy tarafından olasılık ve hata kaynaklarının karmaşık sistemlerde incelenmesi sonucunda varılmış çıkarımlardır. Gerçek sonuçların olası sonuçlara oranının hesaplanmasına dayanırlar ve beklentileri gerçekçi temellere oturtmaya yardımcı olurlar.

En bilinenleri: "Bir şeyin ters gitme olasılığı varsa ters gider" ve "Bir şeyin olma olasılığı, arzu etme yoğunluğuyla ters orantılıdır" önermeleridir.

Murphy yasaları; umutsuzluk ve kötümserlik olarak değil, olaylara ve gelişmelere objektif bakış açısıyla yaklaşmak, hesaba dayalı gerçekçilik ve tedbirlilik olarak okunduğunda, işler kötüye gittiğinde hayal kırıklığına uğrayıp çökme, umutsuzluğa düşme riski azalır.

Bu satırları, 14 Mayıs seçimlerine doğru giderken muhalefetin bazı kesimlerinde gözlemlediğim coşkulu iyimser ruh halinden duyduğum kaygıyla yazıyorum. Maksadım umutsuzluk yaratmak değil tam tersine, sonuçlar ne olursa olsun umudu ve mücadeleyi bırakmamak gerektiğini vurgulamak.

Seçimleri çantada keklik görmeyelim

Kamuoyu yoklamaları ve kendi çevre gözlemlerimiz 14 Mayıs seçimlerinde iktidarın gerileyeceği, Tekadam'ın yenilgiye uğrayacağı, Millet İttifakı ve diğer muhalefet ittifakları ve partilerinin milletvekilliği seçimlerini önde götüreceği izlenimi veriyor. Hava değişti, yel faşizan cepheden yana değil demokratik muhalefetten yana esiyor, ana muhalefet baharı müjdeliyor, umut yükseliyor.

Toplum olarak, kişiler olarak bu rejim altında öylesine ezildik, bunaldık ki çökmemek, dik durmak, geleceğe güvenle bakmak için iktidarın ve havanın değişeceği umuduna ihtiyacımız var. Bu umut aynı zamanda seçimleri kazanma azmini de körüklüyor, bütün güçlüklere rağmen pes etmememizi sağlıyor, mücadele gücümüzü yükseltiyor. Bu yüzden seçimleri kazanma ve geleceği kurma umudunu aşındıracak, motivasyonu azaltacak her davranıştan, her söylemden kaçınmamız gerek.

Ancak, bu noktada Murphy'i de unutmamakta yarar var. Neden?

Seçim demokratik meşruiyetini yitirirken…

14 Mayıs seçimleri ne yazık ki eşitlikçi, demokratik bir ortamda yapılmayacak. Maddî manevi bütün devlet ve iktidar olanaklarını pervasızca kullanan, yargıyı ve seçim güvenliğini sağlayacak bütün kurumları aşındırmış olan iktidar seçimlerin meşruiyetini zedeliyor. Emniyet teşkilatı ve jandarma ile birlikte 500 bini aşkın devlet görevlisine, valilere, kaymakamlara, mülkî erkâna hükmeden İçişleri Bakanı'nın, bakanlıktan istifa etmeye bile gerek duymadan AKP'den milletvekili adayı yapılması, ardından gelen siyasî operasyonlar (Diyarbakır merkezli gözaltılar tek örnek değil), yasaklar, baskılar seçimlerin meşruiyetinin tartışılmasına yol açabilecek örneklerden sadece biri.

Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu'nun da değerlendirmesiyle; yapacakları hak hukuk ihlallerinin, seçim hilelerinin, siyaset etiğini yerle bir eden belden aşağı hamlelerin haddi hesabı yok. Önümüzdeki günlerde Erdoğan'ın şapkasındaki tavşanların tükendiği ve boş vaadlerin seçmeni kandıramadığı görüldüğünde, aklımıza hayalimize gelmeyen oyunlarla karşılaşabiliriz.

Böyle bir seçim ortamında muhalefetin alacağı her oyun 2 ile, 3 ile çarpılması gerekir. Başka bir ifadeyle, kazanıp da kazanmamış sayılmak, bütün olumlu sinyallere rağmen çoğunluğu elde edememek mümkündür. Hele de Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kalacak olursa -ki kalmaması için ne gerekiyorsa yapılmalıdır- tehlike daha da artacaktır.

Beklenti ve umutların çok yüksek tutulması böyle bir durumda çöküş psikolojisi ve mücadeleden çekilme eğilimi yaratır. Oysa aslında mücadele yeni/yeniden başlamakta, bir an bile geri durmadan yola daha büyük güçle devam etmek gerekmektedir. Meselâ, durumun vahametine dikkat çekmek için kullandığımız "Bu seçim son seçim olabilir" sözü otokratik rejimin faşizme evrilmesine işaret ediyor ama Türkiye demokrasi güçlerinin mücadelesini küçümsüyor. Mesela, "Erdoğan kazanırsa ülkeden çekip giderim" duygusu yılgınlığın ifadesi oluyor. Oysa şu günlerde yılgınlığa, umutsuzluğa mahal yok.

Sonuç ne olursa olsun mücadele yeni başlıyor

15 Mayıs sabahına zafer havasıyla da uyansak yenilgiyle de karşılaşsak bilmemiz gereken, mücadelenin yeni başladığıdır. Brezilya'da iktidara gelen Lula'nın dediği gibi, seçimleri muhalefetin kazanması önümüzde cennetin kapılarının açıldığı anlamına gelmeyecek, olsa olsa cehennemin kapıları zar zor kapanmış olacak. Ama kötülükler ve zebaniler hâlâ çevrede dolaşacaklar. Soyut ifadelerden kaçınacak olursam, şu veya bu şekilde iktidara gelen muhalefet güçlerinin önünde cennet bahçeleri değil sırat köprüsü bulunacak; ülkeyi ve halkı o sırat köprüsünden sağ salim geçirmekle yükümlü olacaklar. Hiçbir şey bir anda düzelmeyecek, hiçbir sorun o gün hallolmayacak, olsa olsa büyük bir ferahlama hissedilecek ve bu ferahlama sorunların çözümü için adımlar atılmasını kolaylaştıracak.

Seçimler ister zafer ister yenilgiyle sonuçlansın, 15 Mayıs sabahında demokratik muhalefet için güç ve kararlılık isteyen bir süreç başlayacak, buna hazır olmak için umut sarhoşluğu değil Murphy gerçekçiliği gerekiyor.

Benim tahminimi sorarsanız…

Bu yazdıklarımdan Tekadam rejiminin kazanacağını düşündüğüm çıkarılmasın. Aksine; Kemal Kılıçdaroğlu'nun birinci turda olmasa da, bütün engellere rağmen, ikinci turda kazanacağını düşünüyorum. Tabii hiç umulmadık olumsuz gelişmeler, çılgın müdahaleler olmazsa… Milletvekili seçimlerinde ise Millet İttifakı ve Emek ve Özgürlük İttifakı'nın, Anayasa değişikliği için gerekli 400 milletvekiline ulaşamasa bile çoğunluğu sağlayacağını hesaplıyorum. Yani hiç de kötümser değilim.

Bu sonuca varmamda seçmenin ferasetinin yaratacağı dip dalgaya güvenmemin, ilk turu zorlayacak baloncuklara rağmen seçmenin duygularından çok aklını kullanarak stratejik oy kullanacağını düşünmemin payı var.

Dikkat çekmek istediğim; çok yüksekten uçmanın yere çakılma riskini artırma ihtimali ve her ne olursa olsun ülkenin ve hepimizin aydınlık geleceği için rehavete kapılmadan mücadeleye devam etme gücünü yitirmemek.

Oya Baydar kimdir?

Oya Baydar, subay bir baba (Ahmet Cevat Baydar) ve Cumhuriyet'in ilk öğretmenlerinden Behice Hanım'ın kızı olarak 3 Temmuz 1940'ta İstanbul / Kadıköy'de doğdu. Politik mücadele yıllarında içinde bulunduğu yapılara karşı da eleştirel bakışını esirgemeyen açık sözlü tavrıyla özgül bir etki yaratan; görüş, eleştiri ve önerileri her kesimde takip edilen yazar, Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi'ni bitirdi.

Edebiyat hayatına esas itibarıyla 17 yaşında lise öğrencisiyken yazdığı ve Hürriyet gazetesinde tefrika edilen Umut Yolu adlı romanla atıldı. Françoise Sagan'ın Bonjour Tristesse romanından etkilenerek kaleme alınan bu roman, gazete tarafından ismi değiştirilerek Kalbimin Aradığı Erkek adıyla basıldı ve Baydar çok genç bir yazar olarak gazetedeki ilanlarda "Türkiye'nin Sagan'ı" olarak tanıtıldı. Baydar, gazete sayfalarında kalan bu romanını daha sonra kitap halinde yayınlamadı.

1960'ta lise son sınıftayken -kendisine okuldan atılma sıkıntısı da yaşatan- Allah Çocukları Unuttu romanını yayımladı. Baydar'ın ikinci romanı Savaş Çağı Umut Çağı (1963), ilk basımından yaklaşık 40 yıl sonra, 2010'da Savaş Çağı Umut Çağı: Bir Yirmi Yaş Güncesi adıyla yeniden yayımlandı.

Biri tefrika olarak Hürriyet gazetesi sayfalarında kalan, diğer ikisi ise kitap halinde basılan bu üç romanın ardından Oya Baydar, gazetecilik ve politik mücadele içinde geçen yaklaşık 30 yıl edebî eser kaleme almadı.

Hürriyet gazetesinde tefrika edilen romanından aldığı telif ücretiyle Paris'e gitti, orada sosyalist çevrelerle iletişime geçti. Paris'te kurduğu iletişimin etkisiyle sosyoloji okumaya kadar verdi.

1960'ta girdiği İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü 1964 yılında bitirdi. Aynı yıl sosyoloji bölümüne asistan olarak girdi ve "Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu" konulu doktora tezine başladı. Doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine, öğrenciler bu olayı protesto etmek için üniversiteyi işgal ettiler. Bu olay Türkiye'de ilk üniversite işgali eylemi oldu.

1966'da Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye oldu. Bir süre, ABD'de Columbia Üniversitesi'nde, sosyal bilimlerde istatistik yöntemleri konusunda çalıştı. 1969-70 arası Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde asistanlık yaptı.

Toplumsal hareketliliğin yükseldiği, Türkiye'nin sosyalist düşünce ve örgütlenmeyle tanıştığı 1960'larda, edebiyatı tümüyle bırakıp toplumsal-siyasal yapı araştırmalarına yöneldi ve sosyalist hareket içinde aktif oldu. Sosyalist Parti İçin Teori ve Pratik (1970-71) dergisinin kurucuları arasında yer aldı.

12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile Türkiye İsçi Partisi (TİP) üyesi olduğu için tutuklandı ve üniversiteden çıkarıldı.

Bu dönemde Yeni Ortam ve Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı (1972-79). Eşi Aydın Engin ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile birlikte İlke dergisini kurdu ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin (TSİP) kuruluşuna katıldı.

Yazılarıyla ilgili olarak hakkında eski Türk Ceza Kanunu'nun 312, 142 ve 159. maddelerinden 30 dolayında dava açıldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında bulunduğu Almanya'dan Türkiye'ye dönemedi ve 12 yıl boyunca Almanya / Frankfurt'ta siyasi göçmen olarak yaşadı. Bu yıllarda Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, Sovyetler Birliği'nde, Moskova'da bulundu.

Baydar, sürgün yıllarının ardından 1992'de Türkiye'ye döndü. Tarih Vakfı ile Kültür Bakanlığı'nın ortak yayınları olan "İstanbul Ansiklopedisi"nde redaktör, "Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi"nde yayın yönetmeni olarak çalıştı.

Yeniden döndüğü edebiyatta ardı ardına yayımladığı öykü ve romanları ile çok sayıda ödül kazandı. Elveda Alyoşa ile 1991 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı, Kedi Mektupları adlı kitabıyla 1993 Yunus Nadi Roman Ödülü'nü, Sıcak Külleri Kaldı romanıyla 2001 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı, Erguvan Kapısı'yla 2004 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü, Çöplüğün Generali romanıyla TÜYAP Kitap Fuarı'nda 2009 yılı Dünya gazetesi yılın telif kitabı ödülünü aldı.

İtalyan Carical Vakfı tarafından verilen "Akdeniz Kültürü Ödülü"ne 2011'de Hiçbir Yere Dönüş adlı romanıyla Oya Baydar layık görüldü.

Sıcak Külleri Kaldı romanı ile de 2016 yılının Fransa / Türkiye Edebiyat Ödülü'nün de sahibi oldu.

2001'de Türkiye Barış Girişimi'nin kurucusu ve sözcüsü olan yazar, aynı zamanda PEN Yazarlar Birliği üyesi.

Kitapları 23 dilde yayımlanan Oya Baydar, kuruluş günlerinden itibaren T24'te köşe yazıyor, İstanbul'da ve Marmara Adası'nda yazmayı sürdürüyor.

ESERLERİ

Roman

Allah Çocukları Unuttu (1960)
- Savaş Çağı Umut Çağı (1963)
- Kedi Mektupları (1997)
- Hiçbiryer'e Dönüş (1999)
- Sıcak Külleri Kaldı (2000)
- Erguvan Kapısı (2004)
- Kayıp Söz (2007)
- Çöplüğün Generali (2009)
- O Muhteşem Hayatınız (2012)
- Yolun Sonundaki Ev (2018)
- Köpekli Çocuklar Gecesi (2019)
- Yazarlarevi Cinayeti (2022)

Deneme

- Surönü Diyalogları (2016)

Öykü

- Elveda Alyoşa (1991)
- Madrid'te Ölmek
- Mırınalı Madride (2007)

Anlatı

- Bir Dönem İki Kadın: Birbirimizin Aynasında (Melek Ulagay ile, İstanbul 2011) Yetim Kalacak Küçük Şeyler (2014)
- Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk
- Oya Baydar ile Nehir Söyleşi (Ebru Çapa ile, 2018)
- 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri (2021)

 

Yazarın Diğer Yazıları

1 Mayıs'ta Taksim'e çıkamamanın sorumlusu kim?

45 bin polisin işe koşulduğu bir ortamda, eski gücünde olmayan sendikal hareketin, uzun yıllardır pasifize edilmiş, aş-iş-ekmek derdindeki emekçi sınıfları Taksim'e çıkarmaya niyeti vardı, ama gücü yoktu

Istakoz, Maldivler, pahalı saat muhalefeti AKP'nin AK'lanmasına yeter mi?

AKP kendi içinde bir muhasebeye yönelmek istiyorsa 2002 AKP'sinden 2024 AKP'sine adım adım nasıl gelindiğini; ıstakozu, Maldivler'i bir yana bırakıp Reis'in metaformozu ve Beştepe zihniyeti üzerinden düşünmek zorunda

"Kobane düştü düşecek"ten Kobane Davası provokasyonuna

Başta CHP, demokratik muhalefet bu davaya sahip çıkmak zorundadır. Yargının ne ölçüde siyasallaştığını, sadece Beştepe'nin değil tarikatların, cemaatlerin elinde olduğunu herkesin bildiği Türkiye'de "Yargı kararıdır, ne yapalım," demek ipe un sermektir, tezgâhlanan provokasyona su taşımaktır