25 Ocak 2022

İstanbul Sözleşmesi yürürlüktedir

İstanbul Sözleşmesi'nin halen yürürlükte olduğunu söylerken gerekçemiz, sadece çekilme kararının hukuksuzluğu değil; onun ötesinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hukukudur

Cumhurbaşkanı'nın tartışmalı biçimde İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararı sonrasında savcı ve yargıçlar, şiddet ve ayırımcılıkla ilgili başvurularda, İstanbul Sözleşmesi'nin Türkiye'de tamamıyla uygulamadan kalktığı yönünde kararlar veriyorlar. Bu eğilim, kararnameye karşı açılan davalarda yürütmenin durdurulması taleplerinin reddedilmesiyle daha da güçlendi. Oysa İstanbul Sözleşmesi halen iç hukukun bir parçası olarak yürürlüktedir.

Bunu söylerken dayanağımız, geçtiğimiz hafta Danıştay Başsavcılığı'nın verdiği olumlu görüş değildir. Hukuksal yorumunun doğruluğu yanı sıra cesareti nedeniyle de çok önemsediğimiz bu görüş, Cumhurbaşkanı'nın çekilme kararının Anayasa'ya aykırı olduğunu belirtiyor. Ancak İstanbul Sözleşmesi'nin halen yürürlükte olduğunu söylerken gerekçemiz, sadece çekilme kararının hukuksuzluğu değil; onun ötesinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hukukudur.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), bilindiği gibi Anayasanın 90. maddesi gereği, kanunlardan önce uygulanır. Özellikle Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yetkisi tanındıktan sonra, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin sadece lafzının değil, Sözleşme'nin anlamına dair yorumlarının da artık iç hukukumuzun bir parçası olarak uygulanması gerektiğini başta yargı, tüm devlet organları kabul etmek zorundadır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'yi bugünün şartları ışığında yorumlanması gereken yaşayan bir araç olarak nitelendirir. Sözleşme kapsamında korunan birçok hak ve özgürlüğün anlamı belirlenirken sıklıkla uluslararası sözleşmelere ve Avrupa Birliği belgelerine atıf yaparak amaçsal bir yorum tekniği kullanır.

İstanbul Sözleşmesi, Avrupa Konseyi'nin desteklediği, Avrupa Birliği'nin onayladığı ve Konsey üyesi ülkelerin büyük bir çoğunluğunca benimsenen bir uluslararası sözleşmedir. Bu nedenle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kararlarında sıkça İstanbul Sözleşmesi'nin ilgili maddelerine atıf yapmaktadır. Sadece yaşam hakkı, kötü muamele yasağı ve 8. maddede korunan özel hayat çerçevesinde değil, mülkiyet hakkı ve benzeri ayırımcılık iddiasının olduğu her başvuruda İstanbul Sözleşmesi'ne atıf yapılmaktadır. Sosyal güvenlik hakkından işten çıkarmaya, ücret farklılığına kadar her türlü ayırımcılık durumunda İstanbul Sözleşmesi'ne dayanabiliriz. Söz gelimi cinsel yönelim nedeniyle çalışma yaşamında maruz kalınan bir ayırımcılık halinde mahkemeler, Anayasa Mahkemesi mağduru İstanbul Sözleşmesi'nin korumasından yararlandırmalıdır. 

Türkiye artık İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmiştir; bu nedenle bu Sözleşme Türkiye'yi bağlamaz argümanı doğru değildir. İstanbul Sözleşmesi, Türkiye'nin taraf olup olmamasına bakılmaksızın uygulanma kabiliyetine sahiptir. Mahkeme (AİHM), Sözleşmenin asli hükümlerinin sözleşmeci devletlere yüklediği kesin yükümlülüklerin, ilgili uluslararası anlaşmalar ışığında yorumlanabileceği yönünde çok sayıda karara imza atmıştır. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, Çocukların Evlat Edinilmesine İlişkin Avrupa Sözleşmesi, ILO sözleşmeleri örnek olarak gösterilebilir. 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bu tutumunun en önemli örneklerden biri, memurlara toplu sözleşme hakkı tanınmamasına ilişkin Demir-Baykara/Türkiye kararıdır. Hükümet, Büyük Daire'ye yaptığı itirazda AİHS dışında ve özellikle Türkiye'nin onaylamadığı uluslararası anlaşmaların kendisine uygulanamayacağı hususunu ileri sürmüştü, ama bu itirazı kabul edilmedi. (Başvuru no: 34503/97, 2008).

Bu kararda, AİHM, Türkiye'nin onaylamadığı Avrupa Sosyal Şartı'nın 5 ve 6. maddeleri ile diğer uluslararası sözleşmelere atıf yaparak taraf devletin, ilgili davanın konusuna ilişkin olarak geçerli olan tüm belgeleri onaylamasının gerekli olmadığını belirtmiştir. Uluslararası hukukta veya Avrupa Konseyi'ne üye devletlerin çoğunluğunun iç hukukunda uygulanan norm ve ilkelerde sürekli bir evrimi ifade etmesi halinde, söz konusu sözleşmenin uygulanabileceğinin altını çizmiştir.

AİHM, evlilik dışı doğan çocukların yasal statüsüyle ilgili olarak Marckx – Belçika başvurusunda, Belçika hakkındaki kararını, AİHS'in yanı sıra, o tarihte diğer taraf devletler gibi Belçika'nın henüz onaylamadığı 1962 ve 1975 tarihli iki uluslararası sözleşmeye dayandırmıştır. (Başvuru No: 6833/74, 1979).

İstanbul Sözleşmesi açısından en çarpıcı örnek AİHM'in Birleşik Krallık aleyhine, mülkiyet hakkı ve ayırımcılık yasağı bağlamında verdiği J.D. And A V. The United Kingdom (Başvuru no: 32949/17 and 34614/17, 2020) kararıdır. Burada önemle altını çizmek isteriz ki Birleşik Krallık, İstanbul Sözleşmesi'ni imzalamakla birlikte, onaylayıp yürürlüğe koymamıştır. Yani henüz Sözleşme'nin tarafı değildir. Buna karşın AİHM, söz konusu kararında hem İstanbul Sözleşmesi'ne hem de İstanbul Sözleşmesi'nin dayanak alındığı önceki kararlarına atıf yaparak dosyaya uygulanacak AİHS maddesinin içeriğini İstanbul Sözleşmesi'ne göre tanımlamıştır.

Şiddet gördüğü eski partnerinden ayrıldıktan sonra çocuğuyla üç odalı bir sosyal konutta kalan kadın başvurucunun, oda sayısı nedeniyle kira yardımı yüzde 14 oranında kesildiği için yaptığı söz konusu başvuruya ilişkin kararın 50 ve 51. paragraflarında, doğrudan İstanbul Sözleşmesi'nin 18. maddesine dikkat çekilmektedir. Sözleşme'nin, kadınları her türlü şiddete karşı korumayı, kadına yönelik şiddeti ve aile içi şiddeti önlemeyi, kovuşturmayı ve ortadan kaldırmayı amaçladığını; aynı zamanda, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmayı ve kadınları güçlendirmek ve ekonomik bağımsızlığını sağlamak da dahil olmak üzere kadın ve erkek arasında temel eşitliği teşvik etmeyi amaçladığını vurgulamıştır.

Bahsettiğimiz kararda AİHM'in atıf yaptığı önceki kararlardan biri de, İstanbul Sözleşmesi'nin detaylı bir biçimde ele alınarak Romanya aleyhine ihlal kararı verilen Bălșan v. Romania (Application no. 49645/09, 2017) kararıdır. Bu karara atfen, Mahkeme'nin kadınlara karşı ayrımcılığın tanımını ve kapsamını değerlendirirken, içtihatlarında belirlenen daha genel ayrımcılığın anlamının yanı sıra, daha uzmanlaşmış yasal araçların ve uluslararası hukuk organlarının kadına yönelik şiddet sorununa ilişkin kararlarına bakacağını açıklamıştır. Başvuru tarihinde henüz İstanbul Sözleşmesi'nin yürürlükte dahi olmadığı, Romanya'nın Sözleşme'ye 2016 yılında taraf olduğu bilgisini de ekleyelim.

Konstantin Markin v. Russia, (Application no: 30078/06, 2012) kararına yapılan göndermede, toplumsal cinsiyet eşitliğinin geliştirilmesinin bugün Avrupa Konseyi üye devletlerinde temel bir hedef olduğunu, dolayısıyla, bu tür bir muamele farklılığının Sözleşme ile uyumlu olarak kabul edilebilmesi için çok önemli nedenlerin ortaya konması gerektiğini değerlendirmiştir.

Üstelik bu dosyaya, sivil toplum temsilcisi örgütlerin yanı sıra, Birleşik Krallık Ulusal Eşitlik ve İnsan Hakları Kurumu (EHRC) da Üçüncü taraf olarak başvurmuş ve başvurusunda, ülkenin onaylamasına bakmaksızın, BM Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi (CEDAW Komitesi) raporu da dahil, diğer uluslararası düzenlemeler ve İstanbul Sözleşmesi'ne referans vermiştir. Bu vesileyle Türkiye Eşitlik Kurumu'nun kulağını çınlatmış olalım!

Kadın Koalisyonu'nda başlatıp yaygınlaştırdığımız bu tartışmanın somut sonuçlarını almak için her türlü çabayı harcayacağız. İç hukukta her düzeyde dilekçelerimizde, Anayasa Mahkemesi'nde, AİHM başvurularımızda, kadına yönelik herhangi bir ayırımcılık, şiddet ve benzeri hak ihlalini ileri sürerken temel dayanağımız İstanbul Sözleşmesi olmaya devam edecek. İstanbul Sözleşmesi'nden vazgeçmeyeceğiz.


Oya Aydın, avukat, Kadın Koalisyonu.