05 Temmuz 2020

Müziğin hâlini şairlere mi sorsak?

Sahiden, pandemiden şikayet eden bir şair duydunuz mu? Çoğunlukla cevaplar, konuşanda değil susandadır

Tahmin etmek hiç de zor değil, etkileri bakımından pandeminin en ağır yaşandığı sektörlerin başında eğlence sektörü ve onunla ilintili olarak müzik geliyor. Bugünlerde hangi müzisyen arkadaşımla, mekân sahibiyle konuşsam hep aynı şeyler söyleniyor. Eğer tuzunuz kuru değilse, eğer başka bir mesleğiniz yoksa, başka bir kaynaktan eve para gelmiyorsa lâmı cimi yok, iflas ettiniz, parasızsınız. Çünkü, bizim gibi ülkelerde binlerce insanın hayatına dokunsa da, "müzik" gibi faaliyetlerin herhangi bir kriz anında hiçbir önceliği yok. Özellikle çalgıcılar (bu işin esas emektarları) ve çaldıkları mekânlarda çalışanlar krize en çok maruz kalanlar. Mekânlar açılmaya başlasa da işlerin düzeleceğinin beklemek ham bir hayal; çünkü, hem mekânlar sosyal mesafe kuralları nedeniyle daha az dinleyici alabilecek, hem de, virüs kaybolmadığı sürece, daha az dinleyici gelecek. Buraya kadar yazdıklarımın bir haber değeri bile yok. Malûmun ilâmı. Soru şu: "Ama müzik bu kadar mı?" Pandemi döneminden zayıflayarak mı çıkacak yoksa yeni bir güçlenme mi yaşayacak? İnsanların kaçınılmaz oların kendilerine döndüğü, hatta "kapandığı" bu dönemden sonra birçok açıdan bambaşka bir müzik dünyası ile mi karşılacağız?

Sorular, sorular. İnsanın başı sıkışınca bakabileceği en önemli kaynak tabii ki tarih oluyor, daha doğrusu daha önceki hayat tecrübeleri. Örneğin Bach'ın hayatına baktığımızda, büyük bir olasılıkla ilk eşini (aniden ölen eşin ölüm nedeni hâlen tartışmalı) ve yirmi kadar olduğu söylenen çocuklarından en azından yarısını birçok salgın nedeniyle kaybetmişti. Salgınların besteleri üzerine etkisini doğrudan görebileceğimiz bir eseri 1723 Yılında yazdığı 25. Numaralı Kantatıdır. Eserin başlığı "Bedenimde herhangi sağlıklı bir şey yok" ve aslında yazıldığı yıl düşünüldüğünde Büyük Marsilya Veba Salgını (1720-22 arasında yüzbinden fazla insan ölmüştü) arasındaki bağlantı hemen fark ediliyor. Hikâye içinizi boğabilir ama Bach'ın müziği, kederden ırak olmasa da, neticede, emin olun, içinizi ısıtacaktır. Linkini vereyim:

Tabii ki zor günler yaşıyoruz, yakınlara, tanışlara dair kötü haber duyma ihtimali her zamankinden yüksek, ama en azından dinleyiciler açısından istatistikler (örneğin, "stream" diye ifade edilen, internet üzerinden dinlenen müziklere dair istatistikler) bize yeni bir durumu aktarıyor. Daha çok müzik dinleniyor. İşin o tarafında olmadığım için tam olarak bilemem ama sanırım daha da çok müzik besteleniyor, ev içlerinde de kalsa, daha çok müzik icra ediliyor, müzik kendi dünyasında daha da derinleşiyor, genişliyor. Biraz bu dünyalarda dolaşarak, "ses teknolojileri" denen bir alanın içine girmek durumunda kalıyoruz. Pandemi, ben de dahil birçok öğretim üyesini Zoom gibi internet üstünden çalışan, senkronik, yani "canlı" ders anlatmaya olanak sağlayan araçlarla tanıştırdı. Bu ve benzeri araçların, internet altyapısının şu anki durumuyla müzisyenlere sağlayabileceği hiç bir olanak yok. Sadece Türkiye'de değil, dünyanın hiçbir yerinde mevcut internet hızlarıyla "aynı anda" müzik icra etmek mümkün değil! Sebebi çok basit, sesler aynı hızlarda çalanlara ulaşamıyor ve sesteki en ufak bir gecikme çalan için "akordun" bozulması anlamına geliyor. Ama siz de rastlıyorsunuzdur, içinde birçok pencerenin göründüğü ve birçok çalgıcının icra ettiği bazı videolar olabiliyor. Doğru, ama onlar göründüğü gibi aynı anda değil, "üst üste" kaydediliyor. Yani bir müzisyen önce çalıyor, ses-video dosyası o anda çalması gereken müzisyenlere sırasıyla gönderiliyor, onlar üstlerine çalıyor ve neticede ekranda aynı anda çalıyormuş gibi görünüyor. Bu işin teknik olarak yapılması da ayrıca hiç kolay değil, hem maliyet hem de harcanan zaman açısından.

Söz edilen müzisyenler oldukça profesyonel ve ürettikleri müzikleri (metaları) web ortamından sürdürmeye devam etmeye çalışanlar. Peki, varolan teknolojilerle başka neler yapılabiliyor? Okuduğum birçok kaynak ve konuştuğum bazı müzisyenlerin "ev stüdyosu" kurmaya yöneldiklerini özellikle belirttiler. Çok daha mütevazı maliyetlerle, akıllı telefonlar ya da tabletlerde çalışan oldukça ucuz programlar kullanılarak, sessizliğin sağlanabileceği gecenin ileri saatlerinde kayıtlar yapılabiliyor, daha sonra yine aynı cihazlar fakat farklı programlar kullanılarak işlenip örneğin video gösterim sitelerine yüklenilebiliyor. Para kazanılabiliyor mu? Hiç sanmıyorum. Yaratıcı olunabiliyor mu? İşte buna kesinlikle inanıyorum.

İlk paragrafta sorduğum "ama müzik bu kadar mı" sorusuna dönmenin zamanı geldi. Bir şeyin gerçekte ne değerde olduğu ancak ona erişimin kısıtlandığı zamanlarda anlaşılabilir. Evet, dış dünya gerçeği ve onu çevreleyen, tanımlayan, açıkça yazmalıyız, kurallarını belirleyen "kapitalist metalar dünyasında" bir meta (ürün, mal) olarak pazarlanabildiğinde "para" eden müziğin varsa asıl değeri para "edemediğinde" ortaya çıkabilir. Özellikle de malı üretenler için. Aslında, çok benzer bir dünyada yıllardır faaliyet gösteren birileri daha var. Kimler mi? Bu modern dünyanın tuhaf bir "anomalisi" olarak görülen şuara, yani şairler! Tabii ki şarkı sözü yazanlar ya da, biraz daha provokatif olayım, reklam metni yazanlardan söz etmiyorum. Şairler ve okurları. Okurları da en az onlar kadar "tuhaf" ve de yapayalnız. Hâlen neden ve nasıl var olabiliyor bu insanlar? Bu noktayı açmayı deneyerek tekrar "müzik" denen kültürel pratiğe dönelim.

Tekrar ediyorum çünkü önemli. Müziğinin müzisyenler için şu anki hâli, kalburüstü müzisyenleri ayırarak söylüyorum, bana biraz şairlerin içinde bulunduğu durumu hatırlatıyor. Modern dünyadaki en anlaşılmaz yaratıcı faaliyetlerden başında şiir yazmak geliyor. Para kazanmanın, bir meslek olarak söylemenin hiçbir anlam ifade etmediği bu pratiğin her şeye rağmen sürmesinin olsa olsa antropolojik (insanın kültürel varoluşuna dair) nedenleri vardır. Arkaik, çağdışı görünse de şiir yazamadan duramayan insanların dünyaları şu an müzik yapmadan, bestelemeden duramayan insanların dünyasıyla tam anlamıyla kesiştiğini söyleyebiliriz. Soralım. Şair okura küsebilir mi? Belki ama küsse bile şiir yazmadan duramaz. Şiir okuru için de benzer şeyler söylenebilir. Şiir okuyarak ne elde edilir? Aynı soruyu dinleyici için de sorabiliriz. Müzisyenleri unuttuğumdan değil, işin diğer ucuna da işaret edebilmek için soruyorum: Müzik neden dinlenir? Evet, aramızda "muzak" (kabaca asansör müzikleri diyeyim ama AVM'lerde, hava alanlarında çalanları da kolayca anımsarsınız) dinleyenler de var, yani müzik görünümlü, arkaplan müziklerinden zevk alanları da işe katıyorum. Çoğu kimsenin hiçbir itirazı yok müzik ve muzaklara. Olmadı, kulağını tıkaçla kapatıyorsun, ortamdan kaçıyorsun, kayıtsız kalıyorsun. Ama hiç dinlememek? Antropolojinin yardımıyla söylüyorum, imkansız! 

Zaten antropolojik gerçeklere dokunmadan müziğin sosyolojisini anlayamayız. Toplum olabilmenin olmazsa olmaz koşulu kendini yaşadığın toplumun içinde bir üye olarak görmekten geçer. Kültürel aidiyetten bahsediyorum. İlk çağlardaki mağara resimlere baktığımızda ilk farkettiğimiz danseden insanlar oluyorsa müziğin ve tabii ki şiirin de ortak paydasına inmiş oluyoruz. Bu üç insanî faaliyet (şiir, müzik, dans) toplumsal kodları yeniden üreten, sürdüren ruhanî kişiliklerin (örneğin şamanlar) törenlerde kullandığı, üstelik kolayca birbirlerine dönüşen araçlardır. Yani aslında her şiirin bir iç sesi, Yahya Kemal'den aktararak, "derunî" bir ahengi vardır ve gelekesel müziklerdeki güfte beste dönüşümü kolayca anlaşılabilir. Dans ise bizzat müziğin taşıyıcı öğesidir, dans edilmeyen müziklerde bile müziğin temposunu bedenimizle takip ederiz. Bir şiir gözle okunabilir de olsa, çoğu kez yüksek sesle, şairâne bir edayla (bir tür müzikle) okunur. Pandemi başlangıcından itibaren birçok şiir ünlü sanatçılar tarafından böyle seslendirildi. Demem o ki, ilk insan toplumlarından başlayarak bu üç temel faaliyet asla yok olmamıştır, beşeri varoluş sürdüğü sürece devam de edecektir.

Modern dünyanın bana sorarsanız en zayıf yanı, kendisini elindeki teknolojilerle tarif etmesi, sunduğu teknolojik çözümlerle tarihsel varoluşunu olumlamaya çalışmasıdır. Hâlbuki müzisyenlerin yaşadığı sorunlar, başından sonuna kadar, günümüz kapitalist toplumundaki iktisadî ilişkilere içkindir. Kapitalist üretim ilişkilerinin "yaratıcı" bir insanî faaliyeti temellük etmesinden, ticarileştirmesinden, bir meta olarak pazarlamasından öte bir açıklaması da yoktur. "Mal" tüketicisine bildik yollarla (konserler, festivaller, mekânlarda icra edilen müzikler) ulaşamadığından şu anda değersizdir. Pandemi bitene kadar da değersiz kalacağa benziyor. Onların şu anki durumlarına en ufak bir çözüm olmayacağını bilerek yine de belirtmek istiyorum. Sevgili müzisyen arkadaşlarım, müziklerin susması, tükenmesi, belleklerden silinmesi zaten mümkün değil. Biz dinleyicilerin de bir yere gittiği yok, sadece evlerimize çekildik. Siz ise, evlerinize çekilmek zorunda bırakıldınız. Kızmayın ama, "şuara taifesi" yıllardır bu durumda. Okuru da, kendisi de evlerde, arka odalarda, az satan dergilerde, ama her daim kalplerde. Bu "mahrumiyet çağında" biraz daha "şair" gibi olun. Bu arada hatırlatayım, okuyoruz, birçok kitapçı, yayıncılar da çok zor durumda. Şairleri ise kimse merak etmiyor! Sahiden, pandemiden şikayet eden bir şair duydunuz mu? Çoğunlukla cevaplar, konuşanda değil susandadır.

Yazarın Diğer Yazıları

Abdallar kaldı mı?

Düğün “çaldıklarında”, onlara verilen ve “Abdal yemeği” diye bilinen yemeğin aslında ya beğenilmediği için konuklara servis edilmeyen ya da yemekten artanlar olduğunu da biliyoruz. Kimsenin kız vermek istemediği, aç kaldıkları zamanlarda, komşu köylerden yardım alamayacaklarını bilen, ezilen, sıkça aşağılanan bir aşiretin mensuplarıdır Abdallar

Kadıköyü'n sokakları, edebî şahsiyetleri

Aslında, Edebiyatın Kadıköyü’nü okurken, bir daha asla yaşanmayacağını bilerek içimizde uyanan, o buruk “nostalji” hissinin nedeni tam da bu. Bu şehrin baş döndüren dinamiğinde insanlar sadece birer “iz”

Bir Hipster’ın izinde: Mehmet Ali Sanlıkol’dan Erkin Koray’a

Yerel müziklerimiz, ezgilerimiz, çalgılarımız, seslerimiz çok zengin ve bin bir çeşit, buna şüphe yok. Ama “zenginlik”, günümüz dünyasında bir “lezzet” meselesi olmaktan öte, bir “sunum” meselesi artık.

"
"