12 Nisan 2021

Küçük mucizeler, ölümsüz eserler, ekalliyet ve operet: "50 Yıllık Türk Musikisi" kitabından isimler (3)

Mustafa Rona'nın 1960 Yılında yayımlanan "50 Yıllık Türk Musikisi" isimli antolojisindeki isimlerle hemhâl oldukça çok katmanlı, çok değişkenli ama hiç de kaotik olmayan bir dünyayla karşılaşıyoruz. Bunun sırrı Osmanlı şehir kültürünün "kozmopolit" evreninde gizli

Mustafa Rona'nın "50 Yıllık Türk Musikisi" isimli antolojisindeki bazı isimleri tanımaya ve devrin ruhunu anlamaya çalıştığımız yazıların üçüncüsünde, kitabın başlığındaki "homojenleştirici" (Türk musikisi) çabaya rağmen, aslında heterojen (ya da "kozmopolit") bir musiki kültürünün içinde olduğumuza tekrar işaret etmek isterim. Kitapta ismi zikredilen müzisyenlerin nasıl "fark edildiklerine" dair hikâyelerin birçoğunda hem kozmopolit bir dünya öne çıkıyor, hem de "romantize" edilmiş bir yaratıcılık yeteneği, sanatçının "biricikliği" anlatıyı özellikle renklendiriyor. Rona, bazen detaylara öyle bir dalıyor ki hikâyeler mitolojik öykülere dönüşüyor. İlk olarak, anlatılarının gelişimi bakımından birbirine benzer iki hayat hikâyesine odaklanalım. Genç, hatta "toy" denebilecek bir yaşta olgunlaştıkları anlaşılan ve takdir edilen iki bestekârımız var. Farklı dünyalardan gelen ama aynı müzik evreninde buluşan iki insan: Rakım Elkutlu ve Osman Nihat Akın.

Musevi hocasıyla bir Mevlevî bestekâr

İlk olarak detayıyla anlatılan hikâyesi ile Rakım Elkutlu'dan söz edebiliriz. Mevlevî cemaatine mensup, İzmir Hisarönü Camiinin imamı olarak yıllarca görev yapan Erkutlu (1872-1948), Rona'nın anlatımıyla mitik bir masal kahramanına dönüşüyor. Bu kez maddenin tamamını koymayı daha doğru buldum, çünkü hayatı bir "film gibi" tüm detaylarıyla yazılmış. Okuyalım:

Metnin ortalarında, "zamanının Dede Efendisi" unvanı ile anlatılan Rakım Elkutlu'nun hocasının bir Musevi müzisyen (Santo Efendi) olduğunu hoş bir sürpriz olarak fark ediyoruz. Hatta öyle ki, hocası tarafından beğenilmesinden cesaret ederek bu ilk eserini, bir Mevlevî şeyhi olan dayısına okumuş ve hiç beklenmedik bir şekilde, küçük bir" mucize" misali takdirlerini kazanmıştır. Müzik ile bu denli içli dışlı bir tarikat olan Mevlevilerin, belli ki çok genç yaşından itibaren mensubu olan Elkutlu'nun, Musevi bir hocadan ders alması ancak Osmanlı sanat kültürünün ne denli kozmopolit olabileceği hakikatiyle anlaşılabilir. Ne yazık ki, antolojide Santo Efendi'ye dair bir madde yok ama, sayıları çok olmasa da bazı Musevi müzisyenlerden övgüyle söz ediliyor. Buna bir örnek olarak kitapta ismi zikredilen, müzik hayatı aktarılan İsak Varon'dan söz edebiliriz. Rona'nın anlatımıyla İsak Varon (1884-1962) Trakya'daki Yahudi varlığına iyi bir örnek teşkil etmektedir. Gelibolu'da doğmuş, bir süre Selanik'te müzik sektöründe iş adamı olarak faaliyetlerine devam etmiş, daha sonra İstanbul'a yerleşerek orada hem sigortacı olarak çalışmış, hem de birçok müzisyen adayına hocalık yapmıştır. Bu arada, Varon'un hocası bir Türk olan Refik Bey'dir, yani bir bu müziğin bir etnik aidiyeti yoktur.

Bir başka "mucize"

Edebiyat meraklıları tabii ki Ahmet Rasim'in ismini iyi bilirler. Birçok farklı kimliği (yazar, gazeteci, popüler tarihçi, siyasetçi) olan Ahmet Rasim (1864-1932) aynı zamanda iyi bir müzisyen de olduğu pek bilinmez. Rona'nın antolojisinde Ahmet Rasim'le ilgili bir madde var ki oradan Rasim'in ilk hocasının müzik" dünyasında "efsanevî" bir ismi olan Zekai Dede olduğunu öğreniyoruz. İşin bir başka ilginç tarafı, Ahmet Rasim'in içkiyle olan ilişkisi "edepli" olması gerektiği varsayılabilecek bir metinde saklanmadan, açıkça anlatılmasıdır. Rasim, mütareke döneminin o karanlık günlerinde, Kadıköy'deki Papazın Bağı Bahçesinde hem demlenir, hem de besteler yaparmış!

Evet, bu hikâyede henüz bir "mucize" yoktur tabii ki, ama bir diğer ilişkili maddede, Rakım Elkutlu örneğinde karşılaştığımız türden bir anlatıyla karşılaşırız. Ünlü bestecilerimizden Osman Nihat Akın (1905-1959) Ahmet Rasim'in torunudur. İlgili maddede, Akın'ın dedesiyle olan ilişkisine dair ilginç bir bölüm var ki gerçekten okunmaya değer. Detaylarını anlamak için tüm maddeyi okuyalım.

Burada anlatılan "beyaz yalan" ile dedenin durumu asla kabul etmemesi (Rona, buna esprili bir dille "macera" diyor) belki psikologları ilgilendiren bir mesele olabilir ama, anlatının küçük bir "mucize" içerdiği de yadsınamaz. Aslında, bu tip anlatılarla birçok sanat (müzik, edebiyat, resim vs.) kitabında karşılaşıyoruz, belli ki ulusal kanonik sanat anlayışının söylemsel yapısı böylesi "romantize" edilmiş kişiliklere (daha doğrusu, "kahramanlara") ihtiyaç duyuyor. Bu arada, yine Osman Nihat'ı yetiştiren hocanın da bir başka gayrimüslim olduğunu fark ediyoruz. Gerçekten de çok önemli bir müzisyen olan Leon Hancıyan (doğum tarihi konusunda tam bir mutabakat yok -1841,1857,1860 gibi-, ölümü 1947) şu anda bildiğimiz, hatırladığımız birçok ismin de hocası olarak "Türk musikisi" olarak bilinen alaturka müziğe önemli katkılarda bulunmuştur. Rona'nın ilgili maddesinden hayatının çok dalgalı geçtiğini, dördüncü sınıfa kadar tıp okuyup sonra terk ettiğini, sarayda şehzadelere, daha sonra da onlarca öğrenciye hocalık yaptığını, birçok ülkeyi gezdiğini, birçok farklı ülkenin müziğine dair kapsamlı bilgilere sahip olduğunu ve ne yazık ki, hayatının son dönemini bir akıl hastanesinde geçirip orada öldüğünü öğreniyoruz.

Türk musikisi ve operet

Biraz da, bu "musiki"ye mensup olarak antolojide yer alan ve o devirde çok popüler olan batı kökenli bir müzik türünde (Türkçe operetler) eserler besteleyen bir müzisyene bakalım. Bu konuda ilk akla gelecek olan isim kuşkusuz Muhlis Sabahattin'dir. Muhlis Sabahattin Ezgi (1889-1947), Ahmet Rasim'de yazdığımıza benzer, birçok kimliği olan bir kişiliktir. Uslanmaz bir siyasi muhalif (gazeteci, fikir insanı) olarak hayatının gençlik dönemini yurtdışında geçirmek zorunda kalmıştır. 1908'deki ilk "sivil rejim" teşebbüsüne tam anlamıyla destek vermiş ve bu yüzden de İstanbul'dan ayrılmak, açıkça yazalım, kaçmak zorunda kalmıştır. En sonunda, ancak "siyasetle uğraşmamak" şartıyla İstanbul'da ikametine tekrar izin verilecek ve bundan sonra da Muhlis Sabahattin, sadece müzikle uğraşacak, bir besteci olarak sadece sahnelenecek eserlere yoğunlaşacaktır. Böylece, onlarca operet, revü ve orkestra eseri yazar. Rona'nın Muhlis Sabahattin maddesi oldukça kapsamlıdır. Okuyalım:

Devrin siyasetle uğraşmaya kalkışan insanlarının ne yaşamış olabileceklerine anlama açısından çok yararlı bir madde olduğu ortada. Bu bağlamda, döneminin  önemli bir müzisyenin hayat anlatısı çerçevesinde bir ülkenin "batışını" ve bir diğerinin "doğuşunu", o sırada yaşanan iyi kötü tecrübeleri, hızla gerçekleştirilmeye çalışılan "batılılaşma" çabalarını, şehir mekânını hızla ele geçiren popüler kültürü, "ticarileşen" müzik üretiminin sağladığı olanakları ve güçlükleri, velhasıl türbülans içinde geçen bir hayatı bir nebze olsun tanıyoruz. Bu arada, Muhlis Sabahattin'in kızkardeşinin bir başka önemli bestekâr olan Neveser Kökdeş (1904-1962) ve kızının da Melek Kobra (1915-1939) olduğunu hatırlatmak isterim. Bu yazı serisinde, kadın müzisyenlerimize çok az yer vermemin temel nedeni, Rona'nın kitabındaki temsiliyetleriyle ilgili. Ne yazık ki, antolojide kadın müzisyenlere dair çok fazla isim yok, olanlarsa oldukça kısa ve detaydan uzak, aynen aşağıdaki Neveser Kökdeş maddesinde olduğu gibi.

Bu yazıdan da anlaşılacağı üzere, "Türk musikisi" gibi bir üst-kavramın onu oluşturan elementleri açıklama ve kavrayabilme gücü pek de yok. Eğer var deniyorsa (tabii ki, böyle bir iddia da bulunulabilir), böyle bir tutumun siyasal arenada da görülmesi beklenirdi. Bunun asla böyle olmadığını, örneğin müzikte gösterilen "esnekliğin" siyasette hiç gösterilmediğini Aydınlar Ocağı hareketinden beri çok iyi biliyoruz. Neticede, "Türk Musikisi" anlayışının siyasetteki karşılığı Milliyetçi-Muhafazakâr çevreler ve oradaki temel eğilim, Osmanlı olarak elde olan neyse, ne kaldıysa, onların sadece kısıtlayıcı bir Türklük anlayışı çerçevesinden okunmaya ve anlaşılmaya çalışılması. Ama ilginçtir, altmış yıl kadar önce yayımlanan bir antoloji, başlığına rağmen, içerik olarak çok daha "hakkaniyetli", çok daha "kadirbilir" bir üslûpla yazılabilmiş. Bir sonraki yazıda, antolojiden bazı diğer maddeleri okumaya, bazı müzisyenleri hatırlamaya devam edeceğiz.



"50 Yıllık Türk Musikisi" kitabından isimler (1)

Popüler olanları ne yapacağız? | "50 Yıllık Türk Musikisi" kitabından isimler (2)

Yazarın Diğer Yazıları

Abdallar kaldı mı?

Düğün “çaldıklarında”, onlara verilen ve “Abdal yemeği” diye bilinen yemeğin aslında ya beğenilmediği için konuklara servis edilmeyen ya da yemekten artanlar olduğunu da biliyoruz. Kimsenin kız vermek istemediği, aç kaldıkları zamanlarda, komşu köylerden yardım alamayacaklarını bilen, ezilen, sıkça aşağılanan bir aşiretin mensuplarıdır Abdallar

Kadıköyü'n sokakları, edebî şahsiyetleri

Aslında, Edebiyatın Kadıköyü’nü okurken, bir daha asla yaşanmayacağını bilerek içimizde uyanan, o buruk “nostalji” hissinin nedeni tam da bu. Bu şehrin baş döndüren dinamiğinde insanlar sadece birer “iz”

Bir Hipster’ın izinde: Mehmet Ali Sanlıkol’dan Erkin Koray’a

Yerel müziklerimiz, ezgilerimiz, çalgılarımız, seslerimiz çok zengin ve bin bir çeşit, buna şüphe yok. Ama “zenginlik”, günümüz dünyasında bir “lezzet” meselesi olmaktan öte, bir “sunum” meselesi artık.

"
"