Tabii ki, 1930'ların İstanbul'u çok daha "kozmopolit", ekalliyetler hâlen şehirdeki "gayri resmî" kültürün esaslı bir parçası, Romanları da unutmayalım bu resmi tamamlamak için. Argonun arkaplanında toplumsal hareketlilik (göçler gibi), suç ve eğlence kültürü var ama, dilini her daim popüler kültürde buluyor ki hâlen de öyle. Bu nedenle, bir argo sözlüğünü okumak, hele bir de güncelse, o dönemin resmini çekmeye benziyor, daha doğrusu, yine Ece Ayhan'dan mülhem, fotoğrafın "Arabına" bakmaya. Mütareke İstanbul'u bitmiş belki ama, kurtuluş henüz çok taze, örneğin Beyaz Ruslar da eklemlenmiş bu söz haznesine. Bir de bol bol Karagöz'den alıntılar var örneğin Hulki Aktunç'ta, bu da çok doğru bir yaklaşım. Artık unutulmuş da olsa, sokak eğlencesinin, çadır tiyatrolarının, halk panayırların bu değişmez eğlencesi gündelik teklifsiz dille ve argoyla kol kola gider. Yine de hiç unutmayalım, argonun kökeni şehirdir, metropoldür, Türkiye gerçeğinde, bizatihi İstanbul'dur. Birçok sözcük taşradan, çevre kültürlerden, dış dünyalardan gelir, hepsi şehrin ortamında kavrulur, füzyona uğrar ve varolanla melezleşir. Tekrar 1930'lara dönelim ve dergiden bir sütuna bakalım:
Bazıları kullanımdan düşmüş (örneğin, "Sultan Bohor "ya da "Hiyizılanmak", bu sözcük Kaygılı'nın kitabında bitişik yazılmış, bence de doğru olan birleşik imlâ) ama bazılarının izini sonraki sözlüklerde bulmak mümkün, en azından karşılaşılınca hatırlanıyor. Ama şu anda kullanımdalar mı, pek sanmıyorum. Habazan hariç. "Abazan" olarak kullanımda tabii ki. Ama şunu da öğreniyoruz, o zamanki kullanım daha geniş, herhangi bir şeye duyulan "açlık" anlamında, hatta verilen örnek cümle çok manidar. Aman öyle kullanmayın, hemen "sapık" olarak adlandırılırsınız! Dar, sadece cinsellikle ilişkili anlamını zaman içinde aldığını anlıyoruz. Çünkü, Devellioğlu (sağdaki sütun) ikinci anlam olarak belirtilmiş, çok daha sonra yayımlanan Aktunç'ta ise (soldaki sütun) ilk anlam olarak kaydedilmiş.
Geçen haftaki yazıdaki alıntılardan birinde "habe" vardı, onda da yıllar içinde ilginç bir anlam kayması olmuşa benziyor. Çünkü, Kaygılı'da basitçe sadece "yemek yeme" anlamında olan bu sözcük ve kullanım, Devellioğlu'nda "aptal, sersem"e, Aktunç'ta ise önce ilk anlamına, daha sonra ise "işi gücü karnını doyurmak" gibi, yine de pek parlak olmayan ama "sersemlik" de olmayan bir eyleme dönüşüyor. Tabii ki bu noktada, kişisel okumalar, algılamalar da gündeme gelmiş olabilir. Neticede Kaygılı, Devellioğlu ve Aktunç kendi kişisel yorumlarıyla sözlüklerinin gerisindeler. "Habe"ye dönersek: En sağda Kaygılı, ortada Devellioğlu, solda ise Aktunç'un maddeleri var.
Şimdi ise, gayrimüslim İstanbul'un argodaki önemini hatırlatan eğlenceli bir başka sözcüğe bakalım: "Eftamintokofti". Yine sağ sütunda Devellioğlu, solda ise Aktunç:
Sondaki "kofti" kısmı hâlen kullanımda, ama başındaki sözcük, kendi melodisiyle çok daha eğlenceliymiş. Bir argo sözlüğünde dolanmak, deyim yerindeyse, bir "sözcükler sirkini" ya da bir lunaparkı ziyarete benziyor, tanıdık tanımadık her şey bizi fazlasıyla ya ürkütüyor ya da güldürüyor. Argoyu kullananların dünyası maddî anlamda pek harikulade olmasa da ağızlarındaki dil hakikaten zengin, kulakları kamaştırıyor, çalkalıyor. Şimdi kitabın ortasından, sıradan bir sayfaya bakalım.
Ne kadar eğlenceli değil mi? Bazılarını tabii ki biliyorum, "pembenin kolu", "pestenkerâni", "pır", "pırna" gibi, ama ilk kez karşılaştıklarım da var, "peniz etmek" gibi, hele bir de onun tersi "akoz"muş ki hiç duymadım. Neyse ki, hem Devellioğlu'nda, hem de Aktunç'ta da var bu sözcükler, demek ki bir süre kullanılmış, belki de artık kullanımdan düşmüşler. Ara sıra argo sözcüklere bakmanın toplumun "muhalif" dilini yakalamada, kültürel belleğini aramada, hatta belki de "deşmede" ne kadar önemli olabileceğini Kaygılı'nın sözlüğündeki bir kelime bana neredeyse "sundu". Acaba Kaygılı'nın lügatçesinden hangi sözcükler, daha sonra basılan ve çok kapsamlı olan iki sözlükte de bulunmuyor diye araştırırken "ebulpapel" ile karşılaştım. Tanımı şöyleydi:
Acaba artık kullanımdan tamamen düşmüş mü diye arama motoru ile aradığımda bir Rapçinin sözlerinde karşıma çıkınca hem şaşırdım hem de sevindim. Benim gibilere "boomer" dediklerini iyi bildiğim (alınmıyorum, çünkü bu ruh hâlimle "boomer" olmam pek mümkün değil) bu gençler şiirin yeni ve sağlam kaynaklarından birinin rap olduğunu ya da olacağını bana çok iyi hatırlattılar. Ethnique Punch ismini kullanan bu Rapçinin ismi Ahmet Eksan ve bence iyi bir şair olma yoluna çoktan girmiş. Japoncada "şerefe" anlamına gelen "kampai" isimli parçasını önce bir dinleyelim:
Sonra da sözlerine (uzun olduğu için metnin iki ayrı parçasını alıp yan yana koydum, birbirini izlemiyor) bakalım:
Belki ilk bakışta bir söz yığıntısı gibi görünüyor ama ben hiç de öyle olduğunu düşünmüyorum. Hatta, sayıları hiç de az olmayan, birbirini takip eden söz öbeklerinin belli bir şekilde akan müziksel yapıya uydurulma zorunluluğu bu işin ne kadar zor olabileceğine dair ipuçlarını sağlıyor. Rap ritmik bir müzik ve neredeyse aruz kalıpları kadar belirgin bir düzeni var. Ethnique Punch'ın müziği ile de ilgilendiyseniz size bir başka parçalarını (Kızıl Çalkarası) önermek isterim.
Bayağı bir triphop esintisi olan bu parçayı bir "boomer" olarak sevdim, çok "cool" (yok, asla "serin" demeyeceğim, çünkü o anlama gelmediğini iyi biliyorum) buldum. Ethnique Punch artık dinleme listemde. Yine esas konumuza dönersek: lütfen "argo" ile "kaba sözü" birbirine karıştırmayın. Argo, dilin en incelikli iletişim hâllerinden biridir, yapısı gereği herkese açık olamaz, evet grup kimliklerine ve o gruplara mensup olanlara göre şekillenmiştir. Ama birçok örnekte gördüğümüz üzere, genel dile de kolayca nüfuz edebilir. Argo, dilin en canlı, en yaratıcı, en ham ve olgun hâlidir. Hamdır, çünkü sürekli fide verir; olgundur, çünkü bu fidelerden bir kısmı mutlaka tutar, asla yok olmaz. Kullanmak zorunda değilsiniz, ama takdir etmemek için de bir neden yok.
TIKLAYIN - Otuzlu yılların argosundan kalanların izinde (1)
Düzeltme: Geçen hafta tam da yazı gününde hiç alışık olmadığım ağır bir diş ağrısı ile yazıyı tamamlamak durumunda kaldım ve yayımlandıktan sonra, yazıda çok önemli bir konumda olan "grup" sözcüğünü defalarca "gurup" olarak yazdığımı üzülerek farkettim. Ayrıca, yazmayı unuttuğum bazı sözcükler nedeniyle oluşan bir iki düşük cümle de vardı. Ağrı nedeniyle, bir an önce bitsin kaygısıyla bu hatalara neden olduğum için özür dilerim. Umarım bir daha başıma gelmez.