10 Ocak 2021

Otuzlu yılların argosundan kalanların izinde (1)

Resimli Şark'ın Eylül 1933 Sayısındaki Osman Cemal (Kaygılı) imzalı "Bizde Argo" isimli lügatçesine (küçük sözlük) bakarak, o deyim ve kullanılardan günümüze nelerin kaldığına bakmak hiç de boş bir uğraş olmayabilir

Sabiha ve Zekeriye Sertel'in çıkardıkları Resimli Ay'ın kapanmasından sonra devamı niteliğinde yayımlanan Resimli Şark'ın 1933-34 yıllarından bazı sayıları geçenlerde elime geçti. 1931-34 yılları arasında yayımlanan, baskı kalitesi, hurufatı ve resimleriyle hemen farkedilen bu derginin yazı işleri müdürü sonradan Müslümoğlu soyadını alacak olan Emin Refik'tir. Ne şanslıyız ki, bu dergi ve devamı niteliğinde olan Evrensel Ay'a dair oldukça kapsamlı bir kitap (Dönüşen bir dergi: Resimli Şark'tan Evrensel Ay'a) Mehmet Can Doğan ve Dinçer Apaydın tarafından 2014 Yılında yayımlanmış. Resimli Ay ve sonrasında olanlara dair basın tarihimiz açısından çok önemli bir anı kitabını (Roman Gibi) Sabiha Sertel de yazdığından kültür tarihimiz açısından bir yüzakı olan bu dergilere dair az biraz fikir sahibi olabiliyoruz. Elimdeki dergilere dönersek. İçeriğine biraz vakıf olabilmek için satın aldığım dergileri karıştırmaya başlayınca ilk olarak gözüme Osman Cemal tarafından hazırlanan kısacık bir argo sözlüğü çarptı.

Argo, duyunca anlaması, kullananlar için bilmesi kolay, fakat tarifi zor olan kavramların başında gelir. Bu konudaki kitapları bakınca, hakkında birçok madde peş peşe sıralanıp zaten karmaşık olan bu dilsel iletişimin anlaşılması bir o kadar anlaşılmaz hâle gelir. Biraz kaba ama daha yalın bir tarifi yapılacak olursa, sadece kullanıcılarının birbirlerini tam olarak anlayabildikleri, dil temelli bir toplumsal grup iletişimi denebilir. Bu gruplarda önemli olan grup mensubiyetidir ve dahil olmayanlar için bu sözcük ve kullanımlar kolayca manasız kelimelere ya da bir "aşağılama" ya da bir "hakarete" dönüşebilir. Argo, sürekli olarak değişen, dönüşen ve kullanımda olan bir dildir, yazılı dilde de bazen karşılaşılabilir ama o anda o metni "standart dışı" kılar. Argo, resmî ve standart dilin karşısına konumlandığından yapısal olarak "muhaliftir" ve bir dilin "ortalama" kullanıcıları bakımından kullananları ya bir grup kimliğine sıkıştırır ya da basitçe "kaba" bir kişiye dönüştürür. Kullananlar açısındansa belki biraz "dertli" ama oldukça "eğlenceli" hatta "iğneleyici", birbirlerini anlamada "rahatlatıcı" yanları olan bir iletişim biçimidir. Her şeyin ötesinde, toplumsal grupları, kimlikleri, katmanları ve sınıfları anlama açısından kesinlikle çok yararlı olabilecek "yaratıcı" bir dilsel bir faaliyet, bir zenginlik ve çeşitlilik, özellikli bir sözcük ve kullanım hazinesidir.

Osman Cemal Kaygılı (1890-1945), Ahmet Rasim geleneğinden gelen bir gazeteci olmasının yanısıra romanlar da yazmış, şehrin (İstanbul) köşe bucağında dolaşmayı seven, o mahallelerden birinde doğan, uzun yıllar maddî imkansızlıklar nedeniyle oralarda yaşamaya devam eden, hayatını idame ettirebilmek için pazarcılıktan vapurlarda biletçiliğe kadar birçok işi yapmak durumunda kalan, kısacası tüm hayatı mücadelelerle geçen çok ilginç ve önemli bir kültür insanıydı. Böyle bir insanî profilin neticesi olarak argoya, teklifsiz halk diline aşinâydı, hem gazete yazılarında hem de romanlarında bu dili tanıttı ve kullandı. Cumhuriyet döneminin hacim olarak çok kısa ve yetersiz ama dilbilim ve folklor açısından çok önemli bir ilk eserini, Argo Lügatını önce Haber gazetesinde tefrika etti ve sonra da 1932 Yılında yayımladı. Bu kitabın son baskısını İndie Yayınevi trafından 2019 Yılında yayımlandı, nedendir bilmiyorum yazarın soyismi kapakta bir harfi eksik olarak "Kaygıl" olarak, neyse ki kitabın içinde doğru yazım var. Osman Cemal, Resimli Şark Dergisinin 33. Sayısında bu sözlükten bazı parçalar sunmuş, ama önce sunuş kısmına bakalım.

Daha ilk satırda, eğlenceli ve konuya vâkıf bir yazarla karşı karşıya olduğumuz ortaya çıkıyor. "Apaş lehçesi" sözünü okurken tarih birden ileriye, 2010'lar gidiyor, şu anda ortadan kaybolmuşlar da olsalar, sanırım bir onyıl kadar önce kanal kanal dolaşıp dans eden tuhaf saçlı "apaçiler" geliyor akla. Radikal İki'de bir iki yazı yazmıştım onlara dair, ama o arşive artık erişiliyor mu bilemiyorum. Neyse, anlaşılacağı üzere, "apaş" lafının tarihi çok daha gerilere, Osmanlı'nın hamam, külhan kültürüne kadar gidiyor. Şimdi, Reşat Ekrem Koçu'nun İstanbul Ansiklopedisindeki "Destebaşı" maddesine bakalım:

Koçu'nun müthiş anlatımının ardında "apaş lehçesinin" ne olduğunun ipuçları da var. Dikkat ederseniz, bu dille "külhanbeyi" (kabadayılık) arasında da bir geçişkenlik var. Pandoranın kutusu gibi, dil açıldıkça (hamam oğlanları, kalenderiye vs.) açılıyor, kullananların sayısı daraldıkça daralıyor. Alın size bir grup mensubiyete ait bir argo ya da, Ece Ayhan'ın kullanımıyla, "Voyvo!" Voyvo da nereden çıktı derseniz, tabii ki Kaygılı'nın örneklerinden diyeceğim. Alıntı bu sefer kitaptan, okuyalım:

İşin Nazım Hikmet kısmını bilmiyorum, nerede, kim onun şiirini "tanzir" (benzerini yazma, söyleme) etmiş bir fikrim yok, ama Ece Ayhan kısmını Hulki Aktunç'un Türkçenin Büyük Argo Sözlüğü'nde bulabiliyoruz. Bundan sonra, Osman Cemal Kaygılı'daki sözcüklere bakar ve kıyaslarken diğer iki önemli argo sözlüğünü de kullanmak istiyorum. Bunlardan ilki Ferit Devellioğlu'nun Türk Argosu Sözlüğü (ilk baskısı 1941, genişletilmiş baskı 1959), diğeri de Hulki Aktunç'un biraz önce zikrettiğim çok önemli eseri (ilk baskısı 1990). Çok erken kaybettiğimiz Hulki Aktunç'un sözlüğünün hâlen aşılabildiğini düşünmüyorum, çünkü hem kapsamı, hem de verdiği örnekler bakımından neredeyse kusursuz bir kitap. Voyvo maddesine önce Devellioğlu, sonra da Aktunç'tan bakalım:

Ece Ayhan şiirinin dilini oluştururken, alt-dillerden, argodan yararlanmayı iyi bilen, tabii ki çok özel bir şair. Ama, "voyvo" ile Osman Cemal lügatçesinde karşılaşmak da çok hoş bir sürpriz. Şimdi, dergideki sayfalardan bir iki parçayı örnek olarak sunmak, üzerine biraz yazmak istiyorum.

Örneğin "cızlam", hâlen bildiğimiz bir kullanım ama "zamkinos", bu sözcükle hiç karşılaşmadım. Demek ki, bazı sözcükler kalıyor, bazılarını anlam kaymasına uğruyor, bazıları da basitçe kayboluyor. Ses olarak benzeyen bir başka sözcük olan "pofiyüs" de yokolmuş, sanırım Rumca ile alakalı ya da ondan mülhem olanlar yavaş yavaş kullanımdan düşmüş. "Tango" benim için önemli bir sözcük, "çok şık kadın" için kullanımı mutlaka 1930'ların İstanbul'u, oradaki eğlence âlemi ile ilişkili, müzik kültürü tarihine dair çalışanlar bu kullanımı not etmeli. Şimdi, sayfanın başka bir yerine bakalım.

Buradaki sözcüklerden çoğu hâlen kullanımda, görünen o ki, Otuzlu yılların argosu öyle çok da uzaklarda kalmamış, bunun önemi, toplumsal bellekteki sosyolojik dinamiklerin çok da değişmemesiyle alakalı olmalı. Değişenlere ya da yokolanlara bakarsak, öncelikle hamam kültürünün kaybolduğunu en üstteki sözcükten anlayabiliyoruz. Geleneksel hamamlarda ışık tepedeki delikten sağlanırdı, şimdilerde lambalar var. Yokolması şaşırtıcı değil. "Madrabaz" ucuz mal alıp satan satıcıdan türediğine göre, artık kullanımda olmayan "madra" ile "madrabaz" arasında bir ilişki olmalı. "Aynalı" kullanımdan düşmüş inzibat değil ama polis için "aynasız" hâlen kullanımda, en azından dizilerde falan öyle kullanılıyor. Rakıya "anzarot" (bir tür bitki) diyen kalmamıştır sanırım ama "piyiz" hâlen kullanımda. Artık "rakı" anlamından çok, içki içip, keyif yapma anlamında. Anlam kaymış. "Piyiz"e, önce Devellioğlu, sonra da Aktunç'an bakalım:

Görüldüğü gibi, kapsam ve örnekler açısından Aktunç çok daha güçlü ama şunu da unutmamak ve hakkını teslim etmek gerekiyor  Ferit Devellioğlu'nun çalışması çok daha önceden yayımlanmış ve ayrıca Devellioğlu'nun Osmanlıca-Türkçe Sözlüğü gibi hâlen referans seviyesinde kabul gören bir başka eseri de var. Hulki Aktunç için argo sözlüğü, seyim yerindeyse, tam bir "hobi", ömrünü vakfettiği bir uğraştı ve mükemmel bir şekilde de basıldı. Haftaya, Kaygılı'nın argo lügatçesine hem devam edecek, hem de izlerini günümüzün bambaşka dil pratiklerinde bulmaya çalışacağım.

Yazarın Diğer Yazıları

Kadıköyü'n sokakları, edebî şahsiyetleri

Aslında, Edebiyatın Kadıköyü’nü okurken, bir daha asla yaşanmayacağını bilerek içimizde uyanan, o buruk “nostalji” hissinin nedeni tam da bu. Bu şehrin baş döndüren dinamiğinde insanlar sadece birer “iz”

Bir Hipster’ın izinde: Mehmet Ali Sanlıkol’dan Erkin Koray’a

Yerel müziklerimiz, ezgilerimiz, çalgılarımız, seslerimiz çok zengin ve bin bir çeşit, buna şüphe yok. Ama “zenginlik”, günümüz dünyasında bir “lezzet” meselesi olmaktan öte, bir “sunum” meselesi artık.

Hatırladıkça artan ya da eksilen: Bir Maffy Falay belgeseli

“Maffy’nin Cazı” neredeyse bir “doküdrama” gibi çekilmiş, müzisyenle iyice yakınlaşmış, onun son yıllardaki mahremini aralayan, belki de bu nedenle, insanın içini acıtan bir yaşam belgeseli, bir hayat dersi. Ve sadece bu nedenle bile üstüne düşünmeyi, konuşmayı hak ediyor