31 Ağustos 2012

Tünelin Ucundaki Işık

Şu anda şehrimde, Istanbul’da, cehennemimde, her işe eyvallah diyen uzun masamın bir yerlerindeyim ve hâlâ Hatay’dayım...

 

Size bugün, kızım ilk mektebe başlayalı beri takip ettiğim yedi yıllık dönemdeki öğretim felaketinden söz edebilirdim.

4+4+4 gibi bir rezaletin... anasınıfına yapılan yatırımın berhavâ edilmesinin yaratacağı olası sonuçlardan bahsedebilirdim.

Bir jenerasyonun algısı nasıl tahrip edilir, bunu bir baba olarak sinir küpüne dönerek gördüm.

Acıdır; kızımı koruyabiliyorum ama onun yaşıtları için yapabildiğim fazla bir şey yok.

Yahut “derin yarılma”yı yazabilirdim.

TBMM Başkanı bir tür sivil muhtıra açıklama ihtiyacı duyacak kadar huzursuzlanmışken, benim “geç kalmış Talât” deyiverdiğim –bir ara da Talât’ı yazmalıyım; en sıkışmış İttihadcı oydu- Hükümet Sözcüsü’nden karşı salvo geliyor.

Cemil Bey 12 Eylül sonrası kurulan sivil hükümetlerin en etkin devlet delegesidir. Canı sıkılmaya başladıysa, bir şeyler oluyor demektir.

Kaldı ki, Özal gradosunun ıhlamur serinliğinde gövdelenen bu adamın, mevcut “lider kapasitesi” ile ilgili derin kaygılar taşıması da anlaşılabilir bir durum.

Hükümet sözcüsü Hatay’da yaşanan kriminal olaylara “münferit” derken, bizim Hatay’ın Vali Bey’i “yok bir şey” mealli açıklamasında, “sadece” 157 kriminal vaka olduğunu söylüyor.

Nisan ayı itibariyle sığınmacı hareketinin başladığını önümüze koyarak, aynı kökenden 157 kriminal vakanın münferit olamayacağını, hükümet sözcülüğünün de naif bir çocuk oyuncağı olmaması gerektiğini anlatan bir yazı da yazabilirdim.

Asıl, 1951 Cenevre Konvansiyonu’na “coğrafî şerh” koyan Türkiye’nin, bu gibi çatışmalı durumlarda, bedelini de ödeyerek “şeffaflık”tan nasıl kaçındığını yazabilirdim. Galiba bundan bahseden de olmadı benden önce...

Cumhurbaşkanı 30 Ağustos resepsiyonunu rahatsızlığı nedeniyle ötelerken –geçmiş olsun bu arada-, MGK (Milli Güvenlik Kurulu –yani 1960 ihtilalinin hediyesi über devlet organı-) toplantısına güç ve enerji toplayabiliyor.

Bizim gibi kökten savaş karşıtlarına BAAS’çı demeye yeltenen salakların anlayamayacağı olasılık hesabıyla söyleyeyim: Cumhurbaşkanı bir tesettürlü resepsiyonu göze almak istemiyor olabilir mi şu hassas aralıkta?

Aksi yönde görüşü olanları dinlemek istiyorum ya da neden iptal edilip duruyor bu 30 Ağustos resepsiyonu?

Şimdi de askerci-ulusalcı-Kemalist mi olacağız bu sorunun ardından? Neyse Engingiller yazar biz de öğreniriz ne olduğumuzu...

Aslında, yazmak istediğim Vatan gazetesinin Türkiye basın tarihine geçmiş olan cesur haberciliği, dekonstrüksiyonuydu.

24 Ağustos tarihli Vatan’da Kenan Butakın imzalı haber, ana akım medyada korku krallığına karşı bir ayaklanmaydı.

Bütün gazeteleri sabahın köründe tarayan bir bibliofil olmasaydım eğer, bu cazibesi eksik gazetenin böylesine değiştirici, hayranlık uyandıracak kadar zamanın ruhunu (zeitgeist) yakalayan bir haberciliği yaptığını, o günün haberdar edildiğim ileri saatlerine kadar öğrenemeyecektim.

Türkiye hükümetinin dokuduğu Hatay kıstırılmışlığını ana akım medyada kırıp atan Vatan gazetesinin, örselenmiş meslek ahlâkına kattığı olağanüstü değeri de yazamıyorum bugün, ah!

Ve:

ÖSO’nun (Özgür Suriye Ordusu) merkezi Hatay’mış.

Sabahın köründe çalan bir telefondan sonra, sabah ezanı saatinde emekleyerek kalkıp gördüm o dokümanı.

Bizim mahallede her sabah 08:00’de yakın kilisenin (Saint Panteleimon) çanları çalar, ben de vakit geldi demek için bu yaz mevsiminde, bizim otomatik zangoç İlyas’ı beklerim.

Bu sabah kilisenin çanı çalmaya başladığında gözlerim faltaşı gibiydi.

Hükümrân bir –komşu- devlete karşı savaşmakta olan bir örgütün resmî (official) merkezi benim memleketimdeymiş.

Hani, zaten biliyordum da, bu kadar fâş ediş de su kaçırma sınıfına giriyor. Öyle değil mi Bülent Bey?

Gündem delirdiğinde, benim gibi birkaç disiplinle eğlenen adamların işi hayli zorlaşıyor. Değil haftada bir, değil her gün, dakika başı yazmaya kalkışsam, bu cinnet gündemini yakalamam zor.

Hâsıl-ı kelâm, bu hafta yazmak istediklerimin hiçbirini yazamayacağım.

“Embedded” (gömme) gazetecilikten uzaklaşmaya doğru refleks veren Yeni Şafak’tan... yahut -Yeni Akit gibi bir istihbarî kulvar dışını saymazsak-, kendisini “sahibine gömme” hususunda yarış kurallarını çiğnemekte beis görmeyen Star gazetesinden de bahsetmek istiyordum aslında.

Sahi Kekeç, yazacak başka yer bulamadın mı alla’sen?Sırf o zilletin içinde durduğun için ağız tadıyla “polemik”e girmek istemiyorum  seninle.

Ocaktan, ben de seni bir zamanlar yazdığın mısralar için helâlliyorum. İnşallah bir ara star olursun.

Yerimiz dar, bunları yazamayacağım yazık ki...

Şu anda şehrimde, Istanbul’da, cehennemimde, her işe eyvallah diyen uzun masamın bir yerlerindeyim ve hâlâ Hatay’dayım.

Bu şehir, 1977 sonrasında, Türkiye’yi 12 Eylül felaketine sürükleyen stratejik derinlik döneminde, çok etnikli, çok dinli kimliğiyle bir katliam laboratuvarı kılınmak istendi.

Ama orası Hatay’dı...

Arap Alevisi, Arap Sünnisi, Türkmen Sünnisi, Türkmen Alevisi, Gregoryen-Ortodoks Hristiyanı, Katolik Hristiyanı, Yahudisi, Ateisti, Gnostiki...

Kürdü, Türkü, Arabı da diyebiliriz...

Bir cennet şehirdir Hatay.

Maraş’ın, Malatya’nın, Çorum’un, Sivas’ın etnik ve mezhepsel kışkırtmayla yakıldığı bir dönemde bu cennet şehir direndi.

Hatay’da mezhep sormak, etnik kimlik sormak hâlâ ayıp sayılıyor.

Af buyurun sivil milisler ama, Suriye’de de öyle...

Bu terbiyeli, efendi ve güçlü şehir 12 Eylül lojistikçilerinin kışkırtmalarına kendi kimliğiyle direndi.

Terliği, pijamasıyla kaçıp gelen mağdur ile lejyoner haydudu biribirinden ayıracak vicdan bu şehrin mayasında zaten var.

Bugün, tünelin ucundaki ışığı görüyorsam eğer, bu şehre ve binlerce yıldır medeniyetlerin beşiğini sallamış Anadolu’ya güvendiğim için.

Bu “gömme” savaşı engellemek sadece bizim elimizde.

Türkiye’nin “cumhuriyet tatili”ne az bir şey ara vermesi birçok sorunu çözecektir.

Hatay’ın “oyunbozan” kimliği devrimcilikti.

Bir devrimcinin en büyük gücü, hayal kurma yeteneğidir.

Haydi, hep birlikte barış için, uyum için, huzur için, dayanışma kültürü için, Hatay hurmasının çekirdeğinin içindeki şekle bakabilecek zamanı kendimize armağan etmek için bir hayal kuralım.

Hayalsiz tacirlerden sıkıldığınızı biliyorum.

Siz bu hayali kurduğunuzda...

Biz, hepimiz bu savaşı önleriz.

Yazarın Diğer Yazıları

Ödemişli Terzi Sadık’ın hakyemez evladı

Neye inanırsa onu söyler ve bedeli neyse gülümseyerek öder

Yurttaş kimin umurunda, varsa yoksa referandum

AKP, ustalıklı olduğu kadar çaresiz bir rota tespit etti: Bu yerel seçim bir güven oylamasıdır!

SS: Susurluk’tan sonra

Bugün, yevmiyeli hukuk döneminde yaşanan ise, Susurluk’u aratan bir facia. 7 Şubat 2012’de başlatılan yevmiyeli hukuk, belli ki bir süre daha devam edecek.

"
"