03 Ağustos 2012

Şemdinli Kamışlı’ya selâm mı veriyor?

Doğrusu, bu sorunun cevabını verebilmeyi çok isterdim. Derin kaynaklara sahip değilim...

Şemdinli’de ne oluyor?

Doğrusu, bu sorunun cevabını verebilmeyi çok isterdim. Derin kaynaklara sahip değilim ve daha net cevaplar vermeme yol açacak bu handikapımı aşmaya niyetim de yok. Bugün sadece basit bir analiz yapmaya çalışacağım.

Türkiye hükümeti, hiçbir zaman bir Kürdistan oluşumuna izin verilmeyeceği yönündeki taahhütlere fazlasıyla güvendi ve Enverci bir Neo-Osmanlı idealini gerçekleştirilebilir buldu.

Devletlerarası ilişkilerde en az güvenilir referansa, feodal zamanın pîr ü pâk “söz verme” geleneğine ikna olmayı, yönelimleri açısından tercih edilebilecek bir seçenek saydı.

Çeçenistan’da, Bosna’da ortaya çıkan ve bugün Suriye’de savaşmakta olan enternasyonal cihâd tugaylarının, Arap Baharı’na giderek hakim olmaya başladığını göremeyecek kadar istihbarat zaafı içerisinde olduklarını ise düşünmüyorum.

Yani, Türkiye hükümeti tıpkı Filistin’de, Sudan’da olduğu gibi, bir tercih yaptı ve Sünnî yeni-oluşumu desteklemeyi seçti.

Türkiye hükümetinin, bu seçimi tamamen kendi inanışları doğrultusunda, a-pragmatist bir etikayla yaptığını söyleyebilmeyi isterdim ama bu ihtimal söz konusu bile edilemez.

Arap Baharı’nın “demokrasi” vurgusuna, Birleşmiş Amerikan Milletleri’ni saymıyorum, Suudi Arabistan’ın, Katar’ın, BAE’nin, Kuveyt’in –yani her biri altın külçesi değerinde demokrasi şampiyonlarının!- hararetle sahip çıkmakta olması ironisini bir kenara kaydedelim.

Türkiye hükümetinin hassaten Suriye ile yüksek dalaşma söylemi üretişini de hafızalarımızda tutalım.

Demokrasiyi eleştiren Sokrates derinliğine vurgun biri olarak, bu müptezel pragmatizmi-petrodolar devletleri pragmatizmini-demokrasi hayalleri konusunda ikna edici bulan herkese de Allahtan birkaç IQ temenni ederim.

Türkiye hükümeti, bir “men dakka dukka” heyecanıyla tarihe yön verebileceğini zannederken, nasıl bu denli stratejik derinliksizliğe sürüklendi, bu çok esaslı bir mesele.

Şemdinli’de ne oluyor, sorusunun cevabı bu stratejik derinliksizlik sürecinin içerisinde gizli.

Irak Kürdistanı –Güney Kürdistan- 1990-1991 Körfez Savaşı sürecinde fiilen kuruldu.

Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) ile Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin (PUK) ittifakından, bir bölgesel lider –Mesud Barzani- bir de Cumhurbaşkanı –Celâl Talabani- güçlenerek çıktı.

Doğu –İran- ve Batı –Suriye- Kürdistan’da KYP ve PJAK etkisi belirgin biçimde önde duruyor.

Yani Kürdistan İşçi Partisi (PKK) hem Doğu hem Batı’da ikna edici bir güç olarak siyasete etki ediyor.

Kuzey’e gelirsek, yani bizim “hâlâ mümkün” diye çırpındığımız memleketimiz Türkiye’nin güneydoğusuna, bir post-Diyarbakır Cezaevi gerçeği olarak filizlenen PKK, tartışılması zor bir bölgesel etkinliğe sahip.

Türkiye’de Yurt Yayınları ile başlayıp geriye beyin göçüne uzanan entelektütel kalibreyi hesaba katarsak, “bir avuç terörist” resmi söylemiyle sıfatlandırılan PKK’nin bölgede ne denli etkin bir güç olma potansiyelini barındırdığını da fark edebiliriz.

Şemdinli’de, anlayabildiğim kadarıyla tam da bu oluyor: Şemdinli, Kamışlı’ya selam veriyor.

Bu yeni bir evre, gözüken o ki.

Gerilla savaşıyla yirmi sekiz yıl geçirmiş bir örgüt yeni bir taktiğe  doğru yelken açıyor. 1992 provasının devamı, uluslararası politika stratejisi açısından derinlikli bir illegal taktik izlenimi veriyor.

PKK Şemdinli’de kazanmayı hedeflemiyor.

Bir başlangıç yaratarak yeni bir evre oluşturmaya çalışıyor. Türkiye devletinin gentilemandüşmanı, savaşını Batı’ya doğru kaydırmak yerine kendi coğrafyasını test edecek ileri bir hamle yapıyor.

Peki, bugün Özgür Suriye Ordusu selefizmine direnmek için silahlarını kuşanan sünni Şebbiha’lara bile stratejisinde besbelli derinlik bölgesi vermemiş Türkiye hükümeti için 9/11’i hatırlama vakti geldi mi?

Bir sünni coğrafya yaratma hevesi, “böl-parçala-yönet”in yeni versiyonu ve aşiretler düzeninin yeniden inşası çabasını akla getiriyor ve galiba bu masa başı stratejisi çöküyor.

9/11’e döneceğiz çünkü o tarih bir milattır. Osama Ben Laden ve El-Kayde ABD’nin bir mutfak sırrı mı, İslam kalkışması’ndaki en büyük provokasyon mu, cihâdın bayraktarı mı, basit analizlerimize devam edeceğiz.

Bugün görünen, Suriye’nin Lübnanlaşma’ya, İran’ın da devreye itelenmekte olduğu.

Türkiye’nin ise acilen akla ihtiyacı var.

Yazarın Diğer Yazıları

Ödemişli Terzi Sadık’ın hakyemez evladı

Neye inanırsa onu söyler ve bedeli neyse gülümseyerek öder

Yurttaş kimin umurunda, varsa yoksa referandum

AKP, ustalıklı olduğu kadar çaresiz bir rota tespit etti: Bu yerel seçim bir güven oylamasıdır!

SS: Susurluk’tan sonra

Bugün, yevmiyeli hukuk döneminde yaşanan ise, Susurluk’u aratan bir facia. 7 Şubat 2012’de başlatılan yevmiyeli hukuk, belli ki bir süre daha devam edecek.

"
"