“Tanıdığım bir ağaç var
Etlik bağlarına yakın
Saadetin adını bile duymamış
Tanrının işine bakın
Geceyi gündüzü biliyor
Dört mevsim rüzgârı, karı
Ay ışığına bayılıyor
Ama kötülemiyor karanlığı.
Ona bir kitap vereceğim
Rahatını kaçırmak için
Bir öğrenegörsün aşkı
Ağacı o vakit seyredin.”
Melih Cevdet Anday ustamın 1946 senesinde çıkan kitabına adını veren bu şiir, demokrasi özürlüsü memleketimin bugününe konuşuyor âdeta.
Başbakan ve çocukluğumun sihirli Japon Oyuncakçısı’na hiç benzemeyen dükkânı, hiç hesaplayamadıkları bir karşı koyuşla sarsıldı. Silahlı bir şiddet aygıtına kitap okuyarak direnen sivil itaatsizlerle çünkü, hiç karşılaşmamışlardı.
Ben bir kız çocuğu babasıyım. Maria isimli bir kaplumbağam, Hasibe isimli bir nafakalı kedim var. Onların üzerine titrerim. Bir de ağacım var, hani bir dikili ağaç derler ya, öyle, Gezi Parkı’nda.
Ölçülemeyecek küçüklükteki kişi başına düşen yeşil alanın olduğu Beyoğlu’nda, Henri Prost’un nazım planından arta kalan son bahçede, Gezi Parkı’nda hâlâ bu ağaç
Nasıl bırakırım?
Prost, 2 Numaralı Vadi, diyordu bu bölgeye. Dolmabahçe Sarayı’nın arka bahçesi yani. Taksim’den başlıyor, Dolmabahçe’yi içine alan bir yay çizerek Maçka’ya kadar ulaşıyordu Vadi. Yani içinden geçilen yeşil alan.
Yeşil’i öküz yemi ve fasulyadan ibaret zanneden rantperestlerin hesabını yapmamıştı elbette Prost. Ne olsa o sadece şehir planlamacısıydı.
Bu plan gereği, işlevi tükenmiş Topçu Kışlası yıkıldı. Cevat Fehmi’nin Buzlar Çözülmeden piyesindeki Deli Kaymakam’ın arapları –fotograf dili bu- “Tarih öğrenin,” diye zortluyorlar ya bugün, işte o kışladan bahsediyoruz.
2 Numaralı Vadi, tıpkı 1 Numaralı Vadi gibi berhava edildi. 1 Numaralı Vadi, malûm, Vatan ve Millet Caddeleri’nin açıldığı alandı ve bir dev botanik bahçesi olarak tasarlanmıştı. Birkaç milyon ağaç kesilerek iki bulvar açıldı. E, ağaç dediğin nedir ki, rahatı kaçarsa ne yapacağı belli olmadığı için, gece yarısı baskınıyla kesersin, gider.
2 Numaralı Vadi’nin kalbine sonradan çok hançer saplandı. Stadyum’dan Hilton’a, Swiss diklemesinden Gökkafes fallusuna, delik deşik ettiler vadiyi.
Kendi payıma, bir kondudan türetilen Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ni olduğu gibi korumakta nâçar kaldığım için dertli, sahneyi ve yönetim binasını yeniden yaptırtmayı becerebildiğim için kısmen müsterihim. Ayrı konu...
Gezi Parkı Prost’un amaçladığı eğimi kazanamadığı için, merdivenlerle şehrin merkezinden kopartılmış bir alan gibi duruyordu. Çünkü amaç, o merdivenlerin merkeze bir eğimle ulaşmasıydı.
Yenemeyen yeşili sevmeyen, dolayısıyla öküz sayılıp sayılamayacağı ayrı bir tartışma konusu olan şehir yöneticileri, bu iletişimi kopuk alanı metre kare hesabına vurduklarında ortaya çıkan değer birimi Likyalıları bile sarsacak ölçüde yüksekti. Boşluğu paraya tahvil etmek istediler.
Bu kadar basit mi? Elbette değil. Tarlabaşı’nı yoksullardan arındırma operasyonunun bir parçası olarak da düşünülebilir Taksim temizlemesi. Orada kimler binalar aldı diye bakmanın saati de bazen bir ağacın rahatının kaçmasından sonra vuruyor.
Bir ağaç yalnız bir ağaç değildir. Mantar ürer ağacın dibinde, eko sistemin temizliğini sağlar, kuşlar yuva yapar dallarına, göç yollarını tayin eder, parayla satın alınan oksijen suyundaki oksijeni üretir ağaç, nefes alır verirsiniz de bilmezsiniz. Ağaç kök salar, “Köklerim rüzgârda” demez.
Peki bir iktidar ağaçların altında kalabilir mi?
Meşruiyetini yitirmekte olan ve politik yeteneğini kaybetmiş bir iktidar, bırakın bir ağacı, gaz püskürtmesine karşı dik duran o kırmızı elbiseli kızın da altında kalır.
Sonunda doğru yerdeyiz.
Ya sivilleşmeyi öğreneceğiz, ya da kanlı bir bölünme sürecine devrileceğiz.
Bir “Zombi” gecesi yapıp, hep birlikte eğlenip bu çatışma kültüründen uzaklaşmak için, ilkin bir ağaca ihtiyacımız var.
Köklerini arşa değil arza salan bir ağaç, bakarsınız bizi mutlu eder.
Ağaç deyip geçmeyin, nefes alamazsınız sonra.
Sivil itaatsizlerine karşı kimyasal silah kullanan bir ülkenin zorunlu yurttaşları olur çıkarsınız.
Neticeten: İktidar ağaçların altındadır. Sakın çıkartmayın.