Gezi Direnişi, yalnız Türkiye’yi değil, bütün dünyayı etkiledi. Taksim ve Gezi isimleri, şimdiden “Occupy” hareketlerinde sembol olarak kullanılmaya başlandı. Gezi otantikliğiyle büyük bir etki yarattı. Bu etkinin bir “domino etkisi/efekti”ne dönüşme ihtimali de hayli yüksek.
Statükonun gücüyle boy ölçüşüp, boyunun ölçüsünü almış anne babalardan tutun, statükoyla ilk kez karşı karşıya gelen çocuklara... Canı sıkılanlardan tutun, otoriteryen dayatmalara karşı kendisini yapayalnız hisseden kimlik hareketlerine... Ahlâksız olmak zorunda bırakılan medya patronlarından tutun, meslek ahlâkına sahip çıkmayı aç kalmaktan önemli sayan gazetecilere bakıldığında, bir ilk okumayla Gezi’nin bir “domino etkisi” yarattığı söylenebilir.
Domino, 28 yassı taşla oynanan bir oyundur. Her taşın üzerinde iki sayı vardır ve bu sayıların eşleştirilmesi gerekir. Tavla gibi, en yüksek taşı çeken oyuna başlar. Satranç yahut Go mertebesinde olmasa da bir strateji oyunudur domino. Domino’da sıra kaçıran kaybetmeye yaklaşır. Her oyun gibi domino da skor esasıyla oynanır. Elindeki taşları bitiren oyunu kazanır.
Siyaset literatürüne satrançtan daha etkin biçimde girmesi ise, ABD diplomasisinin öngörü zafiyetine bağlanabilir. 1949 Çin Devrimi’nin ürküntüsüyle, her taşın bir yarısının diğer taşı etkilediği bu oyundan esinlenen ABD’li stratejistler, domino etkisi teorisini öne sürerek, bir bakıma “soğuk savaş”ı başlattı.
Domino etkisinin önemi, bu oyunda geri dönüş şansının zayıflığındandır. Satrançta her (kasıtlı) hata bir deha hamlesine dönüşebilecekken, dominoda her hata kaybetmenin, her doğru hamle kazanmanın parametresini kurar.
Gezi’de, muhtemelen domino bilmeyen, muhtemelen satranç öğrenmiş bir kuşak –Z Kuşağı-, siyasi iktidarı, sahip olduğu ihtimalleri sürekli azaltarak, kaybetme eşiğine getirdi. Z Kuşağı satranç biliyordu ve hamle, Capablanca’yı ya da Fischer’i anımsatan beklenmedik, şaşırtıcı hamleler üreterek elinde tuttu.
Siyasi iktidarın dominant sözcüsü, aşırı egosantrik bir kişiliğe sahip olduğu için de, Cumhuriyet tarihinin en pasifist kimlikli siyasi/sosyal hareketi, satranç masasından “domino etkisi”yle kalktı.
Satrançtaki fil yalnız yatay eksende, at yalnız 2+1 platformda, kale yalnız dikey-yatay eksende ve özellikle Şah her yöne yalnız tek bir hareket yapabilir. Satrançta en etkin taş Vezir’dir. AKP’de ise Vezir aynı zamanda Şah olmaya soyunduğu için, büyük bir strateji karmaşası doğması kaçınılmazdı.
AKP inatçı ve sinirli bir tavla oyuncusu tavrıyla satranç oynamaya soyundu. Hatta, konkenden öteye geçemediğini Avrupa Birliği’nden sorumlu Bakan’ıyla zaten deklare etti.
AKP’nin eli, Gezi’de değil, Gezi’yi algılayamamasını da hazırlayan bir süreçte kırıldı.
Statüko karşıtlığını kendi siyasi varlığının –ekonomik değil- yegâne ana parametresi olarak tayin eden ve bu hedefe doğru hayli etkili makyavelist adımlarla yürüyen AKP iktidarı, statüko karşıtı bir siyasetin, yeni bir statüko üretmek zorunda olması gerçekliğiyle karşılaştığında, çalışmadığı sayfadan sınava girmek zorunda kaldı ve talebe tabiriyle “çaktı”.
AKP hangi sayfaları çalışmamıştı, bakalım:
Bölgede “sünniist” bir yayılmacılık hedefleyen AKP, 19. Yüzyıl’da doğan ve 9/11’de gövdesi gözüken “selefizm”i anlayamamıştı. Değişen uluslararası parametreleri okuyamamıştı ve Al-Kaida benzeri çok orijinal bir örgütlenme modeliyle yakın ilişki içerisinde olmanın somut siyasal karşılıklarını hesaba katmamıştı.
Mısır’daki İhvan (Kardeşler) hareketiyle aşırı empati kurması da bu noktada yeterli olmadı. Çünkü AKP, İhvan’ı (özellikle Seyyid Kutub’u) iyi bilen, 1979 İran devrimi etkisindeki Müslüman entelektüellerle de arasını iyice açmıştı.
Burada, AKP’nin entelektüalizmi kullanmaya yeltenen bir “anti-entelektüel” siyasi hareket olmasının da payı büyük.
1 Mart 2003 Teskere reddi dolayımında, Türkiye’nin Irak işgâline dahil olmamasının olası yan atılımlarını hiç hesaplayamamıştı AKP.
NATO’ya üye olabilmek için Kore savaşına kurban göndermekten, İstanbul’un kerhane sokaklarını kireçle beyaza boyamaya kadar elinden gelen her şeyi yapan, 1952 NATO Örgütü’nün, yani bugün Ergenekon da denilen katiller ordusunun kurucusu Demokrat Parti ile aşırı-empati kuran bir hükümetin, Mersin açıklarında üç ay bekletilen 6. Filo’nun döngeri edilmesi, memleket sınırları içerisinde alınıp tahkim edilen toprak parçalarının –ki çoğu askeri üs olarak kullanılacaktı- heba ettirilmesinin bedelini ödeyeceği bir gün, elbette gelecekti. AKP “teskere reddi” sayfasını hiç çalışmamıştı.
Irak’taki mer’i hükümeti de Filistin’deki mer’i hükümeti de –esasen- tanımamayı seçerek, Gaza yönetimiyle ve Irak Kürdistanı’yla gündelik siyasi/ekonomik ilişkiler yürütebileceğini zannetmişti.
AKP, süreç içinde gitgide inandırıcılığını kaybeden Kürdistan politikasıyla, kendi teslimiyetçiliğinden çok uzak bir direniş geleneğini aldatabileceğini zannetmişti.
AKP, yapayalnız kaldığı agresif Suriye politikasıyla, bölgenin etkin, dominant gücü olabileceğini zannetmişti.
AKP, ABD Merkez Bankası (FED) iç borçlanma sorununu çözebilmek için Avrupa Birliği’nin para politikasını çökertebilecek kararlar alırken, hem AB ile hem ABD ile amatör kümeden oyunculardan muhkem bir kadroyla başa çıkabileceğini zannetmişti.
Bölgenin “geist”ı Filistin bir yana, tayin edici devlet geleneğine sahip iki ana gücü olan İran ve Rusya ile ilişkilere bu yazının hacmi yetmez, şimdilik iki devasa kayıp demekle yetinelim ve ayıralım.
Türkiye’nin sembolizm bataklığına itelendiği İsrail “politikasızlığı” da ayrı bir başlık.
AKP kaybetti.
Gezi bu yenilginin adını koyacak domino hareketini başlatmış olabilir. Bunu, önümüzdeki üç seçimlik domino oyunundaki hamleler netleştirecek.
Esas –reel-politik- domino oyunu, 30 Mart 2014’te başlayacak. Yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara şehirleri, bu oyunun başlangıcı değil, değiştirici lokasyonu olmaya aday.
Ankara ve özellikle İstanbul’u kaybeden, arkadan gelecek iki seçimi de kaybedecek. Kazanan AKP olursa, arkadan gelecek iki seçimi de kazanacak ve Asya’da çok sık rastlanan türde bir otoriteryen varoluşu, tüm yenilmişliğiyle birlikte sürdürecek.
Nedir, 30 Mart’ın arkasından gelecek 28 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi ve 14 Haziran 2015 Genel Seçimi’nde, birinci seçimin domino etkisi belirleyici olacak.
İzninizle önümüzdeki yazıda, Türkiye bu asyatik monizmden nasıl kurtulur, Gezi’de açığa çıkan “yurttaşlık bilinci” bu üçlü –domino- seçimi(ni) nasıl etkileyebilir, bahsedeceğim.