Doktor Joseph Goebbells tıp doktoru değildi. Heidelberg’de felsefe doktorası yapmıştı. Tezi de dramatik edebiyattı.
“Büyük Yalan” döneminin fikir babasıydı Doktor Goebbells. “Gerçek yoktur, iddia vardır,” diyordu. “Bir yalanı ne kadar ısrarla söylerseniz o kadar çok inananı olur,” diyordu.
Doktor Goebbells bir metot adamıydı. Küçümsenemeyecek dehası on üç yıl sürecek Nasyonal Sosyalist döneme kalın ve ıslak bir imza atmıştı.
Onlar Alman’dı. Azımsanamayacak bir felsefe geleneği üzerinden konuşuyorlardı. Nasyonal Sosyalistlerin uzun sürmeyen iktidarları boyunca, Otuz Yıl Savaşları’nı aratmayacak bir Bavyera Çarpışması’nın fikir babasıydılar.
Karl Marx ustam da Alman’dı ve Epikuros’tan mülhem bir pastiş eylemişti. Demişti ki “Tarihte her şey iki kez tekerrür eder. Birincisinde trajedi olan ikincisinde komedidir.”
Doktor Goebbells’in komedisi McCarthy dönemi Kuzey Amerika’sıydı. Yalnız masum Rosenberg ailesini öldürmekle kalmadılar, Amerikan entellektüel hayatını da toz duman ettiler.
Komedinin pastişi ise defaten yaşandı. Non-metodik tarihçilerin, 1 Mayıs 1977 saptırıcılarının bir Türkiyesi var mı yok mu bilemeyeceğime göre, o kısmını kısa geçelim;nâdir bulunur despotluk yeteneğiyle Tayyip Erdoğan’ın Türkiyesi de bu pastişlerin önde gelenlerinden.
Tayyip Erdoğan’ın Türkiyesi’nde yalan ayıp sayılmıyor.
Nev-i beşer’in kazanımları herhangi bir değer taşımıyor. O kadar ki, hükümetin sözcüsü “Dünyada yoksa Türkiye modelini yaratırız,” dediken hemen sonra, siyaseti bırakacağını açıklıyor.
Rommel’in sahaya inmemişi gibi Bülent Arınç, ama kalbinin kırıldığı âşikâr.
Daha önce de yazdım, 173 senelik bir kin sözkonusu. Üstelik buradaki kin Aryanların anti-semit olmasından farklı olarak, öznesi belirsiz yahut çoklu bir kin.
Benzer yanları anti-komünist olmalarından ibaret..
Bizimkiler sözgelişi anti-Kürt bile sayılmaz. Bu yüzden yarattıkları yanılsama da küçümsenemez.
Dağda mücadele eden gerillayı kâh Yargıtay üzerinden onaylarlar, kâh bir kelimeyi yargılama yarışına girerler.
Bizimkilerin belkemiğinde, karşı-özne belirsizdir. Biraz “everything for sale” adamlarıdır bizimkiler...dindar-kindar nesil yetiştireceğiz diyen toplum mühendisleri.
E, ticaret okuyup mühendisliğe soyunmanın da bir bedeli vardır.
Doktor Goebbells ve arkadaşları anarşist besteci Wagner’i baştacı ederken, bizimkiler, bir türlü tarif edemedikleri “Türk”ten bir tane işe yarar adam çıkartmayı beceremezler.
Bizimkiler, Îtrî ile Sebastian Bach arasındaki paralelliği bir türlü anlayamadıkları için, Jordi Savall yanlarından George Best hızıyla geçerken nal toplamayı bürokrat marifeti sayarlar.
Konuyu kısaltalım.
O da faşizm, bu da faşizm.
Kalitelisi var bir de kalitesizi.
Hangisi daha iyi faşizm diye düşünmek benim işim değil elbette.
Roboski, faşizmin bir tezahürü ise...
İdris Naim’lerin, kasten ve adaletsiz bir yargıyla öldürülen insanlardan “figüran” diye söz ettiği bir ülkede...
Recep Tayyip’lerin, “neyse parası verdik işte...” diye konuştuğu bir ülkede...
Bendenize Goebbells’i hatırlamak kalmış.
Bu da bana kapak olsun.
Gelelim mecburî istikamet meselesine.
Batılılaşma, Modernite ve Çağdaşlık birbirine karıştırılıp durdu bildim bileli.
Başbakan kadar “tek adam” formatından ifade edildiğine göre Batılılaşma esas kin öznesi.
Modernite ile hesaplaşıp defteri kapatamadığımız, güncel post-modernite tartışmalarından belli.
Contemporaneity, yani çağdaşlık ise formasyonlar üstü bir durum.
İş bu denli karışmışsa Başbakan’a niye kızayım. Adamcağızın kafası da epey karışıktır elbette.
Avrupa Birliği Baş Müzakerecisi bile, “Bizi atayan Başbakan, o ne derse yaparız,” diyorsa hele, Konsüller, Triumviralar döneminin bile altına indik demektir.
Kalitelisi de var kalitesizi de.
Akıl hep yanınızda yörenizde dursun ki, şaşırmayın,
Doktor Goebbells yalan söylemeyi siyaset kılmıştı.
Yalan söylemeyin. Yalan söylemeyin. Yalan söylemeyin.
Biz buradan çıkarız.