Yirminci asrın en karmaşık, en cazibeli adamlarından biri, üstelik sessiz sedasız çekip gitti dünya(mız)dan. Roger Garaudy’nin ölüm haberi, Fransız basını üzerinden değil, cenaze levazımat şirketi tarafından dünyaya duyuruldu.
Tabuları ellemeye, kurcalamaya, eğip bükmeye bayılan bu adamın hayatı, düzünden okumaya alışkınlar için zikzaklarla doluydu. Ölüm sonrası ritüeli için ardından bıraktığı “vasiyet” ise, Garaudy’nin son “fake”i oldu.
Benim bu mühim adamın farkına varmam, 1977 Mayıs’ına denk gelir. O günler büyük bir elemin içinde kavrulmakta olan bir başka mühim adamla tanışmıştım.
Eski karısını, kızı Deniz’i, Deniz’in sevgilisi tiyatro oyuncusu Sermet’i bir trafik kazasında kaybetmiş bu adamın, Naci Ağabey ya da kamuya mal olmuş ismiyle Fethi Naci’nin, Edebiyat Yazıları (Gerçek Yayınevi, 1976) isimli kitabında “Roger Garaudy ve Aşk” isimli yazısını okumuş, bugün hâlâ süren etki hâlesine de girmiştim.
İnsan biyografisinde muazzam etki bırakan kısa zaman aralıkları vardır. Benim için 1977 Mayıs ayı tam böyleydi. 1 Mayıs’ı yaşamış, içeri girmiş, kırık bir burunla dışarı çıkmış, çetrefil bir aşk hikâyesinin peşinde bir kıyı köyüne sürüklenmiş, Naci Ağabey’le tanışmış, Garaudy’yi bir de onunla konuşmuştum o ay. İstanbul’a dönüş yolunda üç takla atan bir arabadan az hasarlı çıkışım da “bonus”u olmuştu o acayip zaman aralığının.
Garaudy’nin peşine düşüp, Arslan Bey’in (Kaynardağ) Elif Kitabevi’nde Gerçekçilik Açısından Picasso (Hür Yayınları 1966) kitabına ulaşmıştım ilk. Sonra aynı dizinin “Kafka”sıyla kendi ham Marksist algımı sigaya çekmiş, Saint-John Perse isimli bir büyük şairi tanımıştım.
Beni hep büyülemiş Picasso için “(...) sanatçı yaratışında yeni olan şey, hayatında olduğu gibi sanatında da bir sevinç militanı oluşudur,” diyerek algı kapılarına bir yenisini ekliyordu Garaudy. “Gerçek hayat henüz doğum halindedir. O eşyalarda değil yalnız insandadır,” diyerek Marksizm’in sevgili kavramı “değişim”i kutsuyordu.
Bu cazibeli adam, ilkin Protestan, ardından Katolik, son olarak da Müslüman inanışına sahipti. Fransız Direniş hareketinin (resistance) içinde yoğrulmuş, Avrupa’nın en Sovyetik KP’si olan Fransız Komünist Partisi’nde 35 yılını geçirmiş, bu sürenin 24 yılında Merkez Komite üyeliği, 12 yılında Siyasi Büro (Politbüro) üyeliği yapmış bir “lider”di.
Garaudy’nin 1982’de Müslümanlığı seçişi, entelektüel dünyada büyük etki yarattı. İran Devrimi’nin sarsıcı çekim gücü, Seyyid Kutub’un fikri etkileri İslam’ı yeni bir devrimci dalga olarak entelektüel gündemin merkezine yerleştirmişti.
İsrail destekli Lübnan Falanjlarının Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında insanlığa karşı işledikleri büyük suçun bir buçuk ay öncesinde açıkladı Garaudy, Müslümanlığı seçtiğini. Sonrasında, bu seçimi üzerine pek çok makale, kitap yazdı.
Garaudy’nin verili olan bilgiye teslim olmayı reddeden, arayışlarla dolu biyografisini bilenler için, kabul edilebilir bir pozisyondan, iyice suskunlaştırılmış bir izolasyona, dışlanmaya evrilişi ise, 1996’da yazdığı Modern İsrail’in Kurucu Mitleri (Les Mythes fondateurs de la politique israélienne) kitabının ardından yaşandı.
Sonrasında Martin Walser’in, Gunther Grass’ın da yerden yere vurulmasına yol açan bir “dokunulmaz”a dokunuyordu bu kitabında Garaudy; anti-semitizmin sınırlarını tartışıyor, bir on dokuzuncu yüzyıl siyasi ideolojisi olan siyonizme ağır eleştiriler getiriyordu.
Hayatının bundan sonrasını, yalnız Müslüman bir mütefekkir olarak değil, bir “anti-semit suçlu” olarak da geçirecekti Batı algısında Roger Garaudy. Hayatını kitaba yazan bir adam için ise, tarih hep sürecekti.
Son “fake”ini vasiyetiyle yaptı bu cazibeli adam. Bir krematoryumda yakılmayı ve Marsilya açıklarında küllerinin Akdeniz’e savrulmasını tembihledi yakınlarına.
Takvimlerin 6 Şubat 1970’i gösterdiği FKP 19. Kongresi’nde, Çekoslovakya işgali ardından FKP’nin tavrını ağır sözlerle eleştirmiş ve ardından partisinden atılmıştı Garaudy.
Beni etkisi altına alıp bir daha bırakmayan, hayatımda her zaman bir Roger Garaudy olmasına yol açan bu olayı ve ardını, Garaudy’nin ağzından aktarma işini gözümün nûru Naci Ağabey’ime bırakıp çekileyim öyleyse:
“Roger Garaudy (...) Fransa’da sosyalizmin zaferi için zorunlu bulduğu en önemli noktaları açıklamış. ‘Son sözcüklerimi korkunç bir sessizlik izledi,’ diyor. Çıkmış kongre salonundan, arabasına binmiş, nereye gideceğini bilmeden hareket etmiş. (...) ‘Yaşamımda ilk defa intihara niyetlendim,’ diyor. Bir saat kadar dolaşmış sokaklarda; ‘tarifsiz kederler içinde’. Sonra ‘Nereye gitmeli?’ diye sormuş kendi kendine. Evine gitmek istememiş, bu ezici kederi çocuklarına, bütün aileye taşımak istememiş. Saat, öğleden sonra iki. Kurulmuş bir makine gibi tekrar yola koyulmuş, kendini itenin ne olduğunu pek de bilmeden bir de bakmış ki 1937’de evlenip, 1945’te terk ettiği ilk karısının evinin önünde. Bir uyurgezen gibi çıkmış merdivenleri. Kapıya vurur vurmaz kapı hemen açılmış. Kapının arkasında biri kapıyı açmak için bekliyormuş gibi. Garaudy, açılan kapıdan, içerde iki kişilik bir masanın hazırlanmış olduğunu fark ediyor ve birden davranışının yersizliğini anlıyor. Bir adım geriliyor,.
‘Bağışla, belki birini bekliyordun?’
‘Evet birini bekliyordum: Seni. Konuşmanı az önce radyoda dinledim. Sonra o ölüm sessizliğini. Buradan başka bir yere gidemeyeceğinden emindim. Gir de bak: Yirmi beş yıl geçti ama sanıyorum sevdiğin şarabı unutmadım, çavdar ekmeğini de.’
Sessizlik içinde yiyorlar yemeklerini.
Garaudy, bir saat sonra eski karısının alnını öperek ayrılınca her şeyin değiştiğini görüyor. Bir tek varlık binlerce terk edişi karşılamaya yetiyor. Yaşamın ölüm üzerindeki zaferi.
‘Yaşamak hâlâ mümkündü,’ diyor Garaudy.”