Hürriyet’in Okur Temsilcisi iken “davetli geziler” konusunda dünyanın farklı ülkelerindeki etik kodları incelemiştim. Axel Springer’den BBC’ye ve The Sydney Morning Herald’a kadar tüm medya kuruluşlarında davetli gezilerle ilgili ilkeleri, ortak bir çizgide buluşuyordu:
“Bedava geziler kabul edilmez. Gazetecilerin, ulaşım, konaklama gibi masraflarını kurumları karşılar. Ancak başka türlü izlenmesi mümkün olmayan gelişmeler davetle izlenebilir. Gezinin bu niteliği de okura/izleyiciye mutlaka bildirilir.”
2017 yılında güncellenmesi sırasında Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ne de bu doğrultuda bir madde eklendi:
“Masraflarını ticari kuruluşların karşıladığı gezilere katılarak karşılığında ürün ve marka tanıtımı içeren yayın yapılmamalıdır. İstisnai durumlarda gidilen ve masrafları karşılanan gezinin haber yapılması halinde de gezinin davet olduğu açıkça belirtilmelidir.”
Peki bu ilkeler, gazetecilerin siyasilerin ve kamu yöneticilerinin düzenledikleri gezilere davet edilmelerine engel mi? CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun ABD gezisi ve yaklaşan seçimler nedeniyle gündeme gelen soru bu.
Siyasi partilerin ve devlet insanlarının gezilerindeki organizasyonlar, programı izlemekte büyük kolaylık sağlıyor. Hatta çoğu zaman da organizasyon dışından geziyi izlemek mümkün olamıyor. O nedenle gazetecilerin bu tür gezilere davetle katılmaları mümkün.
Ancak temas-mesafe kuralının ihlal edilmemesi ve çıkar çatışması doğmaması bakımından iki nokta çok önemli. Birincisi geziye katılacak ismin kurumun inisiyatifi ile belirlenmesi, ikincisi de ulaşım ve konaklama gibi gezi masraflarını medya kuruluşunun karşılaması.
Türkiye’de siyasilerin gezilerinde bu kurallar hemen hiç uygulanmadı; gazetecilerin harcamalarını hep partiler karşıladı. Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanlığı sırasında bir ara gezi harcamaları alındı ama sonra vazgeçildi; davetler de hep isme davetler şeklinde yapıldı. Sadece Necdet Sezer’in cumhurbaşkanlığı sırasında bu kurallara özen gösterildi.
ABD’de uygulama halen böyle. ABD başkanı ya da bakanların gezi programına katılacak gazetecileri önce editörleri onaylıyor; daha sonra gazeteciler bir seyahat acentesine yönlendiriliyor. Sonra da gazetecinin kurumu, belirlenen miktarı acenteye ödüyor. Ama örneğin Pentagon, askeri uçakla Afganistan’daki bir operasyon bölgesine özel bir gezi düzenleyecekse akredite bazı gazeteciler özel olarak davet edilebiliyor.
Maalesef bizde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve bakanların gezilerinde harcamalar tamamen devlet tarafından karşılanıyor; hangi gazetecinin katılacağını da Cumhurbaşkanlığı ve bakanlıklar belirliyor. Diğer liderlerin gezilerinde de uygulama genellikle bu yönde.
Kılıçdaroğlu’nun ABD gezisine davet edilen meslektaşlara sordum, gezi harcamalarını kurumlarının ödediğini söylediler. Doğrusu bu. Ama gezideki bazı etkinliklerin orada yerleşik Türk gazetecilere kapalı olması yanlıştı. Programlar bütün gazetecilere açık olmalıydı.
Umarım hiçbir parti, seçim gezilerinde gazetecilere benzer engelleme uygulamaz ve gezi masraflarını medya kuruluşları öder. Zira şirketler gibi siyasilerin bedava gezileri de gazetecileri körleştirir; partiler de eleştiriden mahrum kalır.
Okura saygısızlık
Yeni Şafak’ın Kadıköy’deki patlamayla ilgili 10 Ekim’deki haberi “Kadıköy’de doğalgaz faciası” başlığını taşıyordu. Yeni Şafak, ikinci gün “doğalgaz patlaması”nı tamamen unuttu, 11 Ekim’deki habere “Bomba yaparken infilak etti” başlığını attı. Gazetenin üçüncü günkü haberinin başlığı ise “Kadıköy’de terör bağı yok” haline gelmişti.
Aynı olay, üç haber, olayın nedenine ilişkin üç farklı açıklama! Gazetecilikte bu olabilir, sıcak bir olayda gelişmelere göre haberler de farklılık gösterebilir.
Ancak olayın nedeni konusundaki açıklamaların tümüne ve bilgilerin kaynağına haberlerde yer vermelisiniz. Yeni Şafak ise ilk gün İstanbul Valisi Ali Yerlikaya’nın açıklamasına dayanırken, Büyükşehir Belediyesi’nin “o binada doğalgaz yok” açıklamasını yok saymıştı.
Yeni haberler, daha önceki haberleri yalanlıyor ya da değiştiriyorsa bunu da açıklıkla okura aktarmak gerekir. Fakat Yeni Şafak, ikinci gün “doğalgaz patlaması”nı unuturken de üçüncü gün “terör” olasılığını dışlarken de okuruna bir açıklama yapmadı.
Yeni Şafak’ın geçen haftaki tek vakası Kadıköy’deki patlama da değildi. “Kılıçdaroğlu'nu ABD'de firari FETÖ sanığı Aykan Erdemir karşıladı” haberi, geziyi izleyen gazetecilerden biri olan İsmail Saymaz’ın “Bu kişi Aykan Erdemir değil CHP Amerika’dan Mert Arıkan” paylaşımı üzerine hemen silindi. Habere ilişkin sosyal medyadaki tepkilere rağmen yanlış haberle ilgili ne özür dilendi ne de nedeni hakkında açıklama yapıldı. Bu da okura saygısızlık.
Milletvekilinin ayağını kim kırdı?
Hakkâri'nin Yüksekova ilçesindeki yürüyüşe katılan HDP Iğdır Milletvekili Habip Eksik’in ayağının polis müdahalesi sırasında kırılması, iktidar yanlısı Akşam, Hürriyet, Milliyet, Sabah, Türkiye, Yeni Şafak’ta 10 Ekim günü haber olamadı.
Sabah’ın bir gün sonra Hakkâri Valiliği’nin açıklamasını haber yapma biçimi, sorgulamayan ve söyleneni aynen gerçek kabul eden yanlı haberciliğin eşsiz bir örneğiydi.
Valiliğin açıklamasında HDP’lilerin “algı oluşturmak” için polis müdahale ederken kendilerini yere attıkları öne sürülmüş ama milletvekilinin ayağının kırılmasından hiç bahsedilmemişti. Sabah’ın 11 Ekim’deki “HDP'li vekillerden ‘darp tiyatrosu” haberinde de Habip Eksik’in ayağının kırılması hakkında tek sözcük yoktu.
Hatta “Kendilerini yere atan milletvekilleri, ‘Darp edildik’ diyerek paylaşımda bulundu. Tiyatro, valilik açıklamasıyla ifşa oldu” cümleleriyle neredeyse Milletvekili Hasip Eksik’in kendi ayağını kendisi kırmış gibi bir hava yaratıyorlardı.
12 Eylül askeri döneminde polis işkencesinde ölenler için “Başını duvara vurarak öldü” gibi açıklamalar yapılır, bunlar da haber diye yayımlanırdı. Sabah’ınki de o tür habercilik…
Magazinde örtülü reklam
“Faruk Bildirici bizi aydınlat: Bu haber nasıl verilmeli” başlıklı haberi nedeniyle Odatv’ye teşekkür mi etmeliyim acaba? Ne de olsa ilk kez medya etiği hakkındaki bir soruyu -alaycı bir dille de olsa- haber haline getirmiş oldular.
Odatv’nin haberi, Hürriyet’in magazin eki Kelebek’teki bir spor markasının tanıtım gecesinin “özel haber” olarak yayımlanması hakkındaydı. Aslında Odatv’nin haberi başlıktaki soruyu yanıtlıyordu; “ünlü isimlere para verip ürünlerini giydirmesinin ‘ünlüler eğlendi’ şeklinde” yayımlanması elbette haber değil; doğrudan reklam.
O marka da ünlülere sırf Kelebek gibi yerlerde yayımlanmasını sağlamak için para veriyor. Aksi halde o etkinliğin magazin medyası için değer taşımayacağı belli.
Dikkatsizlikten olsa gerek Odatv’de, Kelebek’in haberinin kupürü spor markasının ismi rahatlıkla okunacak şekilde kullanılmış. O da yetmezmiş gibi, “A…” diye markanın ismi haberde de tam üç kez açıkça yazılmış. Böylece Odatv, Kelebek’in “örtülü reklamı”nı kendi okurlarına taşımış. Ben de reklamı yinelememek için markanın adını vermiyorum.
Ayrıca Kelebek, sadece o markanın değil, haber görünümü altında birçok markanın reklamını yapıyor. O spor markasının tanıtım gecesinin “haber” yapıldığı gün bile Kelebek’te “Lansmanda buluştular”, “Tasarım sezonunu açtılar”, “Güzellik tutkunu ünlüler buluştu”, “Kış menüsü hazır”, “Dijital toplantı”, “Yeni ürün tanıtımı” başlıklı metinler de örtülü reklamdı. Odatv bu reklamları fark etmemiş…
Tek cümleyle:
Konya BB Başkanı İbrahim Altay’ın Yerel Yönetimler Dünya Teşkilatı’na başkan seçilmesiyle ilgili reklam sayfasını Diriliş Postası, Milat, Posta, Takvim, Türkiye, Yeni Akit, Yeni Şafak haber gibi yayımlarken, Sabah ve Hürriyet “Bu bir ilan sayfasıdır” uyarısı koydu.
A Haber, Bartın’da kaza sonrasında ekrana çıkardığı Çinli mühendise, onun çalıştığı madeni işleten Hattat Grubu’na övgüler dizdirmekle kalmadı; yaşanan onca acıyla alay edercesine “Ailesiyle nasıl hasret gideriyorlar? Özlem var mı?” diye sordu.
Sözcü’nün, Bartın’da patlamanın meydana geldiği madenin Hattat Enerji ve Maden AŞ’ye ait olduğunu belirten “Hattat Enerji 17 yıl önce kiralamış” haberi yanlıştı.
İntihar haberlerinin bulaşıcı olduğu bilinmesine rağmen genç bir kadının AVM’deki intiharını Sabah, Sözcü, Yeniçağ haber olarak kullanırken, Akşam, Cumhuriyet, Takvim ve Posta atlama anını gösteren fotoğrafı da yayımladı.
Hürriyet’te Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, “Çeşme’de Türkiye’nin ilk ve tek zeytinyağı müzesi” diye yazdı ama yıllardır Adatepe ve Kuşadası’nda zeytinyağı müzeleri bulunuyor.
Sözcü, “İyi Partili vekil Bedri Yaşar açıkladı: Basın özgürlüğünde 180 ülke arasında 149’uncuyuz” diye yazdı ama aslında bu bilgi RSF’nin beş ay önce açıkladığı “Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi”ne dayanıyordu ve haberde bu rapordan hiç söz edilmiyordu.
Hürriyet, “Rekortmen elmas” haberinde elmas endüstrisine özgü bir ağırlık birimi olan “karat” yerine yanlışlıkla “kırat” yazdı.
İktidar medyası, CHP’den milletvekili seçilmiş olan M. Ali Çelebi’nin AKP’ye transfer zamanlamasının RTÜK’teki bir üyeliğin İyi Parti’ye geçmesinin önlenmesine yönelik olduğundan hiç bahsetmedi.
Kanal D muhabiri Şevval Şirin, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Basın Şube Müdürü Süleyman Gökdemir’in “Polisin kimlik dayağı iddiası” haberi nedeniyle kendisine ambargo koyduğunu yazdı.
Sabah, Çin’in çizgi roman şeklinde düzenlenmiş “Herbert’in Tibet’te 7 günlük seyahati” ve “Yıldızlı gökyüzü evini keşfetmek” reklamlarını alta küçük bir uyarı koyarak yayımladı.
BirGün’ün, “Balyoz’da kumpas davasında tahliye” diye yazdığı davada Mehmet Baransu “gizli kalması gereken bilgileri temin ve açıklama” suçlamasıyla yargılanıyordu.
Yeni Şafak, Akdeniz sahilindeki Nice’de bir sitenin ısınmayla ilgili kararını tüm ülkeyle ilgili bir kararmış gibi “Fransa’da buz devri: Kaloriferler ocağa kadar kapalı” diye yayımladı.
Yeni Şafak yazarı Bülent Orakoğlu, ABD Başkanı Biden’ı “demans hastası” ilan etti.
Milliyet yazarı Songül Hatısaru, “Yurt dışına kebap ustası göçü var” yazısında kendisini arkadaşlarıyla birlikte yemeğe davet eden “D…” adlı kebapçının örtülü reklamını yaptı.
|