08 Temmuz 2024

“Bozkurt” kurmacasına gazetecilik katkısı  

Kriz sürecinde gazetecilik yanlışlarından biri de bazı meslektaşlarımızın doğruluğunu kontrol etmeden bilgi ve görseller paylaşmalarıydı. “Bozkurt” kitabını Atatürk’ün yazdığını söyleyen mi ararsınız, montaj görselle Atatürk’e “Bozkurt işareti” yaptıranlar mı, hepsi vardı… 

Medyanın sihirli gücüne inanmak gerek galiba. Ülkücülerin kullandığı “Bozkurt işareti” birdenbire bu ülkede yaşayan herkesin sembolüne dönüştürüldü, öyle anlatılmaya başlandı. 

Ani dönüşümün nedeni de milli futbolcu Merih Demiral’ın Avusturya maçında “Bozkurt işareti” yapması ve UEFA’nın soruşturma açıp, “sportif olmayan gösteri” yaptığı gerekçesiyle ceza vermesi. 

Akşam “Bozkurt ‘Türk’tür, kesin sesinizi”, Hürriyet “(İlber Ortaylı): Bozkurt Türk milletinin sembolüdür” başlıkları atarken Ali Saydam, Hasan Öztürk, Nedim Şener, Salih Tuna, Serkan Fıçıcı, Erhan Afyoncu, Hikmet Genç ve Hilal Kaplan gibi iktidar yanlısı yazarlar ve TV kanalları da Merih Demiral’a haklılık kazandırma yarışına girdi.  

Onunla da kalmadı, Uğur Dündar bile “Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün de kullandığı tarihi ve kültürel bir sembol, ırkçılıkla bir tutulamaz. O nedenle hepimiz Merih Demiral'ız” diyerek destekledi. Barış Doster de TV100’deki programda Nâzım Hikmet’in Atatürk’ü “Sarışın kurt”a benzetmesine atıfta bulunarak, “Sol liberaller herhalde Nâzım’dan daha solcu değiller. 'Ne mutlu Türküm diyene' diyorum ve Merih Demiral’ı alnından öpüyorum” sözleriyle “Bozkurt işareti”ni kutsayanlar safında yer aldı. Yılmaz Özdil’den, Fatih Çekirge, Tunca Bengin, Gürkan Hacır ve Ece Üner’e kadar birçok gazeteci de bu görüşleri destekledi.  

Fakat bir karışıklık var bu anlatımlarda. Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Türklük sembolü olarak anılan, adına destanlar yazılan “Bozkurt” ile günümüzdeki “Bozkurt işareti” aynı anlamı içermiyor. Söz konusu olan, geçmişteki “Bozkurt” değil, günümüzdeki “Bozkurt işareti” ve anlamı. Bazı Türk Cumhuriyetlerinde kullanılıyor olması da değil mesele. 

Tuğrul Türkeş, babası Alparslan Türkeş’in, “Bozkurt işareti”ni 1991’de Bakü’de Ebulfeyz Elçibey'in mitinginde gördüğünü ve ondan sonra Türkiye’de kullanmaya başladıklarını anlatmıştı. Tuğrul Türkeş’in bu açıklamasının nedeni, o dönem Başbakan olan Tayyip Erdoğan’ın “(Şehit) cenaze törenlerinde kendilerine has işaretleriyle istismar ediyorlar” sözüydü. Gerçi Erdoğan da 2018’de bu işareti yaptı ama 2007’de bu işaretten hoşlanmıyor ve MHP’lilerin sembolü olarak görüyordu. 

Nitekim bu işaret, birkaç gün öncesine kadar da hiçbir yerde ülkemizin ortak sembolü olarak anılmıyordu; bütün vatandaşlar olarak sabah akşam “Bozkurt işareti” yapmıyorduk. Çünkü MHP ve ülkücüleri simgeleyen, onlarla özdeşleşmiş siyasi bir sembol bu işaret. Doğal olarak, Avrupa ülkelerinde de Ülkücüler’in sembolü olarak kabul ediliyor.  

Siyasi bir sembol olduğu için de “Bozkurt işareti”nin futbol sahasında kullanılması doğru değildi. Türkiye vatandaşlarının tümünü temsil eden milli takımın bir oyuncusunun, bu ülkenin insanlarının bir kısmının siyasi sembolünü sahada sergilemeye hakkı yoktu.  

UEFA’nın soruşturmasını ve verdiği ağır cezayı eleştirmek için illa “Bozkurt işareti”ni “Milli sembol”müş gibi göstermek gerekmez. Eleştirebilirsiniz, çifte standart ve siyasi olduğunu söyleyebilirsiniz; haklılık payınız da olabilir. Ama gazetecilik, MHP’lilerin sembolünü Türklerin hatta Türkiye’nin sembolü haline getirme manevrasına gönüllü ortak olmamalıydı.  

Kaldı ki, Türkiye Milli Takımı’ndan söz ediyoruz, başarısıyla gururlandığımız takımdan. Ortak sevincimiz, bir hareket yüzünden başlayan tartışma ve siyasi krizle gölgelenmemeliydi. UEFA’nın cezası sonrasında medya, düşmanlık ve nefret dili kullanmamalı, futbol maçını Osmanlı’nın fetih seferlerine dönüştürülmemeliydi.   

Kriz sürecinde gazetecilik yanlışlarından biri de bazı meslektaşlarımızın doğruluğunu kontrol etmeden bilgi ve görseller paylaşmalarıydı. “Bozkurt” kitabını Atatürk’ün yazdığını söyleyen mi ararsınız, montaj görselle Atatürk’e “Bozkurt işareti” yaptıranlar mı, hepsi vardı… 

Pilav yiyen erkekler ve kellik komedisi  

“Canan Karatay pilav yiyen erkekleri uyardı”, “Canan Karatay erkeklerde kelliğe neden olan yemeği açıkladı.” Bunlar ve benzeri başlıklar Akşam, Cumhuriyet, Halktv, Odatv, MilliyetSputnik Türkiye, T24, Türkiye, Yeni Akit ve daha onlarca sitede yayında.  

Özgür Öğret adlı okurun paylaşımıyla dikkatimi çekti bu haberler. Hepsi birbirinin aynıydı, belli ki bir yerden aşırılmıştı ama kaynak da yoktu. Araştırınca komik bir durumla karşılaştım. Sözcüğü sözcüğüne aynı haber, geçen şubat ayında Aydınlık ve bazı sitelerde kullanılmıştı. Eylül 2023’te de ABC, Türkiye, Cumhuriyet, CNN Türk ve Posta sitelerinde yayımlanmıştı.  

Fakat ilk olarak nerede yayımlandığını bulamadım. Haber sitelerinin bu haberi çok sevdiği kesin. Aksi halde bazı siteler bir yıl arayla ikinci kez kullanmazlardı böyle bir haberi. 

İçeriğine gelince, elle tutulur hiçbir yanı yok, haber bile denemez. Karatay, nerede, ne zaman söylemiş; sözlerinin bilimsel dayanağı var mı sorularına yanıt vermiyor bu metinler. Zaten bilgi olmadığı için okur uzun süre kalsın diye pilav ve kel kafa fotoğraflarıyla bezenmiş. Bazılarında pirinç pilavı diyor, çoğunda ne pilavı olduğu bile belli değil…  

Pilavın erkeklerde saç dökülmesine neden olduğu ise palavra. Bilim insanları, erkeklerde saç dökülmesini tek etkene bağlamıyor; kötü ve eksik beslenmeyi etkenlerden sadece biri olarak nitelendiriyor. Birincil etken olarak genetik yapıyı belirtiyor; erkeklerde kelliğin çoğunlukla aileden miras kaldığını belirtiyor; genetik dışında da hormonal dengesizlikler, vitamin ve mineral eksikliği, stres, depresyon, kozmetikler, ilaçlar, tedaviler gibi etkenler olduğundan söz ediyorlar. 

Anlayacağınız, Prof. Dr. Canan Karatay’a atfen yayımlanan bu metinlerin ciddiye alınır tarafı yok. Tabii sadece pilav yer, yanlış beslenirseniz saçınız da dökülür, başka hastalıklar da olur.  

Gazetecinin vicdanı 

Yazar Eylem Tok ve ölümlü trafik kazasına karışan oğlu Timur C. hakkında ABD kaynaklı haberlerde tam bir curcuna yaşanıyor. Gazetecilik ilkelerine özen gösterilmediği gibi birbiriyle çelişen haberler yayımlanıyor. Yanlış çıkan haberlerin düzeltilmesine de gerek duyulmuyor. 

“Yazar Eylem Tok ve oğlunu ABD’de Türk kurye yakalattı” haberi, 18 Haziran’da Aydınlık, Haber7, Halk TV, Hürriyet, Milliyet, Kanal D, Haber Global’nin de aralarında olduğu birçok yerde yayımlandı. Fakat eksiklerle dolu bir haberdi, her şeyden önce “Türk kurye”nin adı ve kimliğiyle ilgili hiçbir ayrıntı yoktu. Nitekim kazada ölen Murat Aci’nin ailesinin avukatı Hacı Orhan bu bilgiyi Odatv’de yalanladı ama kimseler düzeltmedi haberini. 

Tok ve oğlunun yakalanması haberlerinin ikinci yanlışı da nerede yakalandıkları konusuydu. Bazı haberlerde bir evde yakalandıkları belirtilirken, kimi yerlerde de Timur C.’yi kaydettirmek üzere görüşmeye gittikleri bir okulda yakalandıkları bilgisi veriliyordu. Bu konudaki karmaşa, 27 Haziran’da Akşam’da yayımlanan “Eylem Tok ve oğlu böyle yakalandı” haberine değin sürdü.  Yavuz Atalay’ın, ertesi gün manşetten daha ayrıntılı yayımlanan haberinde Eylem Tok ve oğlunun yakalama anının görüntüsü de yer alıyordu. Aynı görüntüler Hürriyet’te de yayımlandı. Ama okulda yakalandıkları kesinleşmesine rağmen “Evde yakalandı” diyenler yine düzeltmedi.  

Bir de o güne değin Akşam dahil birçok medya kuruluşunda Timur C’nin fotoğrafı yüzü açık olarak kullanılıyordu. Fakat ABD’den gelen yakalanma anına ilişkin fotoğraf ve görüntülerde Timur C.’nin yüzü kapatılmıştı.  

Böylece ABD’de uygulanan kural, bizim medyayı da etkilemiş oldu. Halbuki 18 yaşından küçüklerin fotoğrafı ve kimliğinin yayımlanmaması bizde de hem yasal zorunluluk hem de gazetecilik ilkeleri gereği…  

Ayrıca Eylem Tok ve oğlu, kamu vicdanında mahkûm olsa da gazetecilerin yargılarla hareket etmemesi, kendilerini yargıç ve savcı yerine koymamaları gerekirdi.  

Üç gazetecinin şirket işbirliği  

Mobil taksi uygulaması TAG’ın kurucusu Oğuz Alper Öktem, taksicilere karşı verdiği mücadelede dijital medyayı ve viral reklamları sıklıkla kullanan bir isim. Geçen hafta da trafik polislerinin TAG sürücülerinin araçlarını Polis Teşkilatını Güçlendirme Vakfı yerine özel şirketlerin çekicilerine çektirmesine karşı video çekti. 

Her ne hikmetse Öktem’in özel çekici uygulamasını eleştirdiği videoyu paylaşmasından sonra gazeteciler Özlem Gürses, Nevşin Mengü ve Cüneyt Özdemir de devreye girdi. Onlar da özel çekici kullanılmasını eleştirip, Öktem’e destek veren videolar çektiler. Her üç video da aşağı yukarı benzer içerikteydi; üçünde de Öktem’in videosu da gösteriliyor, ona övgüler düzülüyordu. 

Enteresandır, gazetecilerin videolarını önce Öktem kendi hesabından paylaştı. Belli ki, Öktem organize etmiş bu videoları, gazeteciler durup dururken özel çekici sorununu fark etmemiş!  

Bu paylaşımlarda “sponsorlu”, “iş birliği” ya da “reklam” gibi etiketler yok ama ticari şirket sözcülüğü yapılıyor; tanıtım katkısı veriliyor. Gazetecilik meslek ilkelerine aykırı bir davranış.  

Habercilik yapılsa böyle tek taraflı, sadece Öktem’in sözlerine dayalı bir tanıtım videosu çekilmez; en azından Trafik Kanunu’na, Karayolları Trafik Yönetmeliği’ne de bakılırdı.   

Okur görüşleri  

Diyarbakır ve Mardin arasındaki bölgedeki çıkan yangına, bilirkişi raporları ve tanık ifadelerine rağmen “anız yangını” denilmesini eleştirmiştim. İktidar medyası, DEDAŞ’ın sorumluluğundan ve elektrik direğinden düşen kıvılcımlardan söz etmiyordu. Ama yanlış anlamaya izin vermemek adına NTV’nin, onlardan farklı olarak tüm rapor ve açıklamaları aktardığını, tek yanlı davranmadığını da vurgulamalıyım. 

İki de okur görüşü ileteyim. Müzisyen Şanar Yurdatapan, “Halk TV kanalında feci bir ayıp sürüyor. 10 dakikada bir hiç uyarmadan yayını cart diye keserek reklam giriyor, bitince yine cart diye kaldığı yerden devam ediyor haber” dedi.  

Yüksel Kenaroğlu da Halktvcom, ABC, Yeniçağ, Yeni Akit’in “Tüm marketlerden toplatılıyor: Ünlü çay markasında zararlı madde bulundu” başlığında olayın Almanya’da olduğunun belirtilmemesinin “çirkin gazetecilik örneği” olduğu eleştirisinde bulundu.  

Tek cümleyle:

• Yeni Akit, Madımak katliamının yıldönümünde “Sivas mazlumları 31 yıldır zindanda çürüyor” sürmanşetiyle hükümlü katilleri savunmayı sürdürdü.

• Türkgün, “Halk TV’nin avanak hafiyeliği” diye hedef gösterdiği gazetecilerden biri olan Timur Soykan’ın Sinan Ateş davasındaki çizimini izinsiz ve kaynak göstermeden kullandı.

• Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı Burak Kılıç, Sinan Ateş davasını titizlikle izleyen Barış Terkoğlu, Alican Uludağ, Erk Acarer, İsmail Saymaz ve Timur Soykan’ı tehdit etti.

• Hürriyet, Milliyet ve Ekonomi’nin ardından Gazete Oksijen de Bvlgari’nin Başkanvekili ile söyleşi yaparak, Cennet Koyu’ndaki yeni oteli tanıttı ama çevreye zararından söz etmedi.

• Tivibu’dan “(Spor) Haber programı sunucusu” Çiğdem Günal, Euro 2024 için Almanya’ya giderken üç gün boyunca “işbirliği” etiketiyle paylaşarak bir araç markasının reklamını yaptı.

• Habertürk ve Bloomberg HT’nin ortak programında Fevzi Çakır, Hazine ve Maliye Bakanı Bakanı Şimşek’in “Türkiye’de asgari ücret düşük değil” sözüne itiraz etmedi, soru sormadı.

• Sabah, 15 Temmuz darbe girişimini anma haberlerine 1 Temmuz’dan itibaren başladı.

• Hürriyet, “Hastanedeki tacize 11 yıl sonra tazminat” haberinde, tazminat ödemeye mahkûm olan özel hastanenin adını gizledi.

ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected] 

Faruk Bildirici kimdir?

Faruk Bildirici Gaziantep'te doğdu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni (BYYO) bitirdi. Gazeteciliğe, Haziran 1980'de Cumhuriyet'te başladı. 12 Eylül askeri döneminde sıkıyönetim ve eğitim muhabirliği, 1983 seçimlerinden sonra da Başbakanlık, siyasi parti ve parlamento muhabirliği yaptı. Bir süre Haber Müdürlüğü görevinde bulunduğu Cumhuriyet'ten, Nisan 1992'de ayrıldı.

Sabah Gazetesi'nde beş ay süren parlamento muhabirliğinden sonra Ekim 1992'de Hürriyet'e geçti. Yaklaşık beş yıl Hürriyet Ankara Büro Şefi olarak görev yaptı. Bu dönemde yazı dizileri hazırladı; portre yazıları kaleme aldı. Araştırma kitapları yayımladı.

Bir süre yine Hürriyet'te araştırmacı-yazar olarak çalıştıktan sonra Mart 2002'de Ankara Temsilci Yardımcılığı'na getirildi. 2002-2003 yıllarında Tempo dergisinde "Kırlangıç Yuvası" köşesinde yazdı.

31 Ağustos 2004- 14 Mart 2005 tarihleri arasında "Anlatsam Roman Olur" başlığıyla Hürriyet gazetesinde gerçek yaşam öyküleri kaleme aldı. Bu dizide kaleme alınan öykülerden hareketle hazırlanan aynı adlı televizyon programı Kanal D'de yayımlandı.

TV8'de "Çuvaldız" (1999-2001), Cine-5'te "Üç artı Bir", Tv 8'de "Nerede kalmıştı?" (2009) adlı programlar yaptı. Hürriyet Pazar'da "Puzzle portreler" başlığıyla yayınlanan portre söyleşileri hazırladı.

Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'nda üç dönem "Araştırmacı gazetecilik", Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de iki dönem (2014-2015) "Parlamento muhabirliği", Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de üç dönem (2016-2019) "Medyanın güncel sorunları" dersleri verdi.

19 Nisan 2010'dan Mart 2019 tarihine kadar Hürriyet gazetesinin Okur Temsilciliği (Ombudsman) görevini yürüttü. 3.5 ay kadar Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeliği yaptı; Başkan Ebubekir Şahin'in birkaç yerden maaş almasına karşı çıkması üzerine AKP ve MHP kontenjanından gelen üyelerin oylarıyla RTÜK üyeliğine son verildi. 

Halen bağımsız "Medya Ombudsmanı" olarak, T24'ün yanı sıra bu misyonunu kabul eden ANKA, Gazete Duvar, Gazete Pencere, Gazete Kapı, Gerçek Gündem, BirGün, 12 Punto, Muhalif'te ve kendi web sitesinde medyadaki etik sorunlara dair yazılar kaleme alıyor.

Yayımlanan kitapları:

Gizli Kulaklar Ülkesi (Şubat 1998), Maskeli Leydi: Tekmili birden Tansu Çiller (Temmuz 1998), Üniforma Slogan Biber (Şubat 1999), Kuzum Bülent: Ecevit'e aileden mektuplar (Şubat 2000), Siluetini Sevdiğimin Türkiyesi (Temmuz 2000), Anıtkabir Racon Zambak (Nisan 2001), Hanedanın Son Prensi: Mesut Yılmaz ve ANAP'lı yıllar (Aralık 2002), Yemin Gecesi: Leyla Zana'nın yaşamöyküsü (Şubat 2008), Serkis bu toprakları sevmişti (Ekim 2008), Günahlarımızda yıkandık (2018) Medyanın ombudsmanı Saray’ın medyası (2021) 

Yazarın Diğer Yazıları

Haber kanallarının reytingleri düşüşte

Haber kanalları yöneticileri bu alarmın kapılarının önünde çaldığını duyuyorlar mı acaba?

Yargılayan gazetecilik ve masumiyet karinesi

“Masumiyet ilkesi”ni yok sayanların yaptığı gazetecilik değil, tıpkı Ergenekon ve Balyoz kumpasları sürecinde olduğu gibi, operasyon gazeteciliği…

Soramadıkları gibi savunamadılar da

Ne yazık ki, saldırıdaki güvenlik sorunlarını sorgulayamayan kimi gazeteciler de o görüntüleri kimin sızdırdığının peşine düştü. Bir gazetecinin, meslektaşlarının o görüntüleri nasıl elde ettiğinin, yani haber kaynağının araştırılmasını istemesi büyük hata. Erdoğan’a soru soramamak gibi, bu da gazeteciliğe olduğu kadar, okur ve izleyiciye de saygısızlık

"
"