Diyanet işleri Başkanı'nın elinde kılıç tam da Lozan Antlaşması'nın yıldönümünde yaptığı lanet okuma konuşması Türkiye’yi yaraladı. Artık ağzıyla kuş tutsa, boşuna! Gördüğümüz budur.
Oysa Diyanet İşleri Başkanı'nın, madem eline kılıcı almış, kimi kastettiğini açıkça söyleme cesaretini göstermesini bekliyorduk. Olmadı. Bir açıklama yapmış anlaşılan. Bedduanın geleceğe dönük olduğunu ve bütün vakıfları ilgilendirdiğini söylemiş. Beddua 1453 tarihliyse 1934 bu tarihin geleceğinde yer alır. Ancak bedduada "Bu beddua 24 Temmuz 2020’den itibaren geçerli olacaktır" diye bir kayıt varsa bilmek isteriz. Başkan'ın bütün vakıflara atıf yapmasını da Barış Terkoğlu 27 Temmuz tarihli yazısında ince ince incelemiş. Meğerse Diyanet İşleri Başkanı'nın yönetim kurulu üyesi olduğu bir vakıf yakın tarihte kapatılmış. Terkoğlu da, haklı olarak, "Yoksa Sayın Başkan, üyesi olduğu vakfı kapatanları mı kastetti?" diye soruyor. Evet, yanıt bekliyoruz. Biraz cesaret bu sorunu halledecek.
Gerçi Sayın MHP lideri Diyanet İşleri Başkanı'nın Atatürk’ü hedef almadığını öne sürdü ve Atatürk’e hakaret edenlere gerekli sözleri etti. Ancak, kimdir Atatürk’e hakaret eden bu kişiler? Neredeler? Ne iş yaparlar? Kiminle yaparlar? Kim onları tanır?
Aslında değerli bir entelektüel olan Sayın İbrahim Kalın’dan da Diyanet İşleri Başkanı'nı aklamaya ve Atatürk’ü yüceltmeye yönelik sözler işittik. Atatürk’ü övücü sözleri en üst makamdan işitsek vatandaş olarak mutlu oluruz? Neden işitmiyoruz?
Soru üstüne soru. Kim kime niçin bela okudu? Kim açıkça konuşmaktan neden çekiniyor?
Bu mesele Murat Davmanlık oldu.
Kusurumuza bakmayın, ama iki sorumuz daha olacak.
Birinci sorumuz şu:
Tapuda zaten cami olarak kayıtlı, bir bölümünde zaten ibadet yapılan, ancak müze statüsü yoluyla dünyaya evrensel bir barış ve barışma mesajı yayan bir kutsal yapının tümünün yeniden ibadete açılması ve müze vasfının kaldırılarak barış ve barışma mesajının da silinmesi bir kesim tarafından dinsel açıdan gerekli görülüyor. Pek güzel, ama her konuda dinsel açıya öncelik veriyor görünen bu kesim, kısırlaştırma uygulanan (BM Soykırımı önleme sözleşmesinin açık ihlalidir bu), türlü baskıya ve ayırımcılığa maruz bırakılan, yüzbinler halinde enterne edilen müslüman Uygurları niçin hiç savunmuyor? Niçin o konudan hiç söz edilmiyor?
İkinci sorumuz da şu:
Libya konusunda Atatürk’ü referans yapan bu kesim nasıl oluyor da Ayasofya konusunda Atatürk’ü hedef alan bir tavır içine girebiliyor? Bu çelişkinin nedeni, açıklaması nedir?
Evet, vatandaş olarak aydınlatılmayı bekliyoruz. Daha fazla karışmasın kafamız.