Yabancı medyayı olanaklarım ölçüsünde izlemeye çalışıyorum. Türkiye ile ilgili haberlere, yorumlara baktıkça beni hafakanlar basıyor, içim daralıyor. İmajımızın bu kadar olumsuz olması beni sinirlendiriyor, üzüyor ama ne çare?
Neyse ki, geçen gün gördüğüm bir program beni biraz rahatlattı, giderek sevindirdi. Program bugünlerin en ünlü İstanbullusu Boji köpeğimiz üzerineydi. “İstanbul halkı ve Boji arasındaki sevi ilişkisi” deyişiyle özetlediler programın konusunu. Gerçekten de, Boji metroyla, metrobüsle, kamu taşıtlarıyla dolaşırken kenti bir sevgi ağı örüyor, herkesin bu ağa katılmasını, halk onun etrafında bir sevgi yumağı olmasını istiyor sanki. İnsan bakınca halkın ve belediyenin Boji'ye gösterdiği sevgi dolu ilgiden etkileniyor, “Bizim kalbimiz daha ölmemiş” diyesi geliyor, umutlanıyor.
Evet! Boji bir sevgi, bir barış mesajı, ama benim ona yakıştırdığım bu anlamın berisinde bir köpek. Onu her şeyden önce ve sonra bir köpek olarak görmemiz gerekir. Bu açıdan baktığımız da Boji’nin varlığında İstanbul’un köpeklerden özür dilemesi gerekir. Çünkü İstanbul’da köpeklerin tarihi, özellikle 20’nci yüzyılda kanlı bir tarihtir.
1910 yılında olanları hiç unutmayın. Kenti temizlemek adına 80 bin köpeği toplamış, Sivri Ada’ya atmışlar. Aç susuz köpekler birbirini parçalamış, günlerce onların havlamalarıyla sarsılmış İstanbul semaları... Bunu yapanların hiç vicdanı yok muydu? Halk nasıl sustu? Önce yöneticileri suçlamak gerek elbette. Başta malum ve mahud içişleri bakanı, çok canlının ahını aldı. Belediye başkanıysa, maşallah, hiç bir şey olmamış gibi siyasal kariyerini sürdürmüş... Yönetimin canavarlığına Müslüman mahallelerden tepki gösterildiği anlaşılıyor. Ancak köpek toplama işlemlerine ilişkin fotoğraflara bakarsanız halkın pek aldırmadığı sonucuna da varabilirsiniz. Hele köpek avcılarının yüzlerindeki o sadist ifadeler... Bu olay sosyal tarihimizin bir utanç sayfasıdır. Başka bir deyişle, özür dilememizi gerektiren utanç sayfaları sadece siyasal tarihimizde yoktur.
Gel gör ki, vicdanlar sızlamayınca, bellekler bellemeyince sürmüş köpek katliamları. 30 bin köpeği bir süreç içinde fazla çaktırmadan öldürmekle övünen belediye başkanı görmüş İstanbul kenti. 1956 yılında belediye son yedi yıl içinde 140 binden fazla köpeği itlaf ettiklerini başarılı bir iş gibi açıklamış. Ya 1980’lerde 12 Eylül yönetiminin gene on binlerce köpeği yok etmesi?
Sokak köpeklerine yaptıklarımızın bedeli cehennem olmalı. 1910 katliamı yanlış bir modernleşme anlayışının sonucuydu. Uygarlık, kenti köpeklerden canavarca yöntemlerle temizlemek değildir. Bu barbarlıktır. Kaldı ki, Orta Asya dönemlerinden beri köpek Türk toplum yaşamının bir parçası olmuştur. İstanbul’un Müslüman mahallelerini köpeksiz düşünemezsiniz. Yok köpek mekruhmuş, dokununca abdest bozulurmuş, bunlar palavradır. Köpek sevenleri “bunlar köpeklerin yatağa çıkmalarına bile izin verirler” mealinde sözlerle suçlamak çirkindir. Bazı tarihçilere göre, Bizans zamanında İstanbul’da köpek yokmuş. İstanbul şehir hayatına köpekler Türklerle birlikte girmiş. Bilemem, ama köpekler, özellikle sokak köpekleri, bizim gibi, yüzyıllardır İstanbul’un sakinlerindendir. Son çıkarılan yasada olduğu gibi, “havyanları koruyoruz” demek yetmez, bu yasaya evet ama yetmez, havyan hakları vardır ve bu hakların kabul edilmesi gerekir.
Boji’nin de İstanbul’da yaşamaya bizim kadar hakkı vardır. Boji de İstanbulludur. Yüzyıllardır köpekleriyle anılan şehrimizin yeni bir simgesi, hayvan haklarına saygılı bir toplum olabilme umudunun ifadesidir.