15 Şubat 2020

İdlib olabilir 'dib'

İdlib'deki savaş büyürse dibi görebiliriz. İdlib'den birdenbire çekilmek de bir zaaf göstergesi olur. Umut gene Rus diplomasisinde. Bu da iyi mi, kötü mü, ayrı bir konu...

Orta Doğu'dan kurtulamıyoruz bir türlü. Oysa insanın canı nasıl istiyor Avrupa'da şöyle güzel bir yere gidip orada espresso içmeyi, pardon kafe, yok espresso, yoksa lungo mu, her neyse! Unuttuk Batıyı. Şimdi mırra zamanı. Ülkemizde de yayılmaya başlamış mırra, haber başlıkları var: Mırra her derde deva...

Suriye ile ilişkimiz keşke içmesi gerçekten güzel mırra tadında olsa... Bir girdaba döndü Suriye, içine çektikçe çekiyor bizi. Şehit cenazeleri geliyor Suriye'den, içimiz yanıyor. Şehitlerimizin mekânı cennet olsun, ama vatandaş soruyor artık, hele İdlib'de ne işimiz olduğunu. İdlib'de şehit sayımızın artmasına razı olacak vatandaş sayısı ne kadardır? Evet! Vatandaş olarak soruyoruz: Ne işimiz var İdlib'de? İdlib'de niye savaşıyoruz?

Mazlumları korumak için oraya gittiğimiz yanıtını alıyoruz. Bu ulvi görevi bize uluslararası toplum vermedi, biz kendi kendimize verdik. Biz çekilirsek Esad güçlerinin 4 milyon kişiyi katledebileceğinden ya da sınırlarımızı zorlayan büyük bir göç olabileceğinden dolayı böyle davrandığımız anlatılıyor. Öyle mi?

Ben Esadseverlerden değilim. Benim görüşüm, Suriye'de gittikçe kabaran insan hakları ve savaş hukuku ihlalleri dosyasının Uluslararası Ceza Mahkemesine bir an önce gönderilmesi yönündedir. (Günün birinde bu olabilir, olmalıdır.) Uluslararası toplumun Suriye'de sivil halkı korumak için fazla bir şey yapmadığını, bizim kendi ulusal güvenliğimizi düşünmemiz gerektiğini de görüyorum. Ancak, bir çok kez yineledim, özellikle birinci Cenevre Konferansından sonra yaptıklarımızla genel olarak mutabık değilim.

İdlib bölgesindeki halkın korunması bakımından ilk Soçi mutabakatının sağlanması, doğrusu, bizim açımızdan bir diplomatik başarıydı. Bu anlaşmayla bizim üstlendiğimiz görev, kabaca söylersek, çoğunluğunun terörist olarak ilan edildiği silahlı köktenci / dinselci güçlerin bölgeden uzaklaşmasını sağlamak, böylece Suriye rejiminin sivil halka zarar verecek ve toplu göçe yol açacak saldırılar yapmak için öne sürebileceği bahaneleri ortadan kaldırmak idi. Aradan bir buçuk yıl geçti. Biz Soçi'de verdiğimiz sözü tuttuk mu?

Esad – Rus cephesi Soçi mutabakatını uygulamadığımızı iddia ediyor. Uyguladıksa bunu ayrıntılı olarak açıklayalım, onların elinden en önemli bahanelerini alalım. Esad / Rus cephesi biz teröristleri ayıklamadığımız için bu işi kendilerinin yapmak zorunda kalacaklarını öne sürüyor. Biz, "o garip unsurları temizlemeye sizin hakkınız yok" diyemeyiz elbette. Sivil halkın zarar göreceğini söylemekle yetiniyoruz. Oysa, o köktenci / dinselci silahlı güçleri bölgeden atsak sivil halkı korumak daha kolay olmaz mı? Çünkü o zaman Esad – Rus cephesinin bölgeye saldırması için bir neden kalmaz. Biz de oralardaki gözlemci görevimizi Soçi mutabakatına ve duruma göre sürdürürüz, mutabakatı uygulamanın rahatlığı ve haklılığı içinde. Kısacası, Soçi mutabakatını uygulamış olmak bölgedeki sivil halkı korumak bakımdan en kestirme yol olmaz mıydı?

Mesele o garip unsurlarda. Kimlerdir onlar? Biz, sivil halkı koruyacağız diye onları korumuş olmuyor muyuz? Bu acayip adamlar laik ve demokratik Türkiye'nin ulusal güvenliğine tehdit oluşturmuyor mu? Somut sorulara somut yanıtlar alamayacağımızı biliyoruz. Ancak, savaşın boyutlarının büyümek eğiliminde olduğu çok somut olarak görülüyor.

Bu vesileyle, Esad rejimini değiştirmek heveslerimizi yeniden dile getiriyoruz. O zaman rejimle niye yüksek düzeyli bir temas sağladınız? Ayrıca değişecekse rejimi değiştirmek bizim değil, uluslararası toplumun işi. Cenevre'de kurulmuş bir görüşme masası var. Oradaki müzakereleri hızlandırıp yönlendirmeye çalışalım. Bu sorunun askeri çözümü yok. Anlamadık mı hâlâ?

Üstüne üstlük, daha önce de yazdık, Astana süreci, Soçi filan, Rusya açısından hepsi Esad rejmini yeniden Suriye'nin tümünde egemen kılmak için yürütülen bir süreçtir. Bunu bilmiyormuş gibi demeçler vermek de pek ilginç doğrusu! Anlaşılan, bu süreci yönetmekte zorlanıyoruz.

ABD'nin birdenbire bize verdiği destek, hiç inandırıcı değil. Bizi ABD Ruslara karşı, Ruslar da ABD'ye karşı gaza getirmeye çalışıyor. Bu arada ülke içinden de 'Şam'a kadar gidelim' diye gaz verenler var. Yapımıza pek uygun değil, ama sakin olalım. Bu arada, NATO'dan destek istemek de şaka herhalde! (Biz de bir şaka yapalım: Suriye bize elindeki Rus uçaklarıyla hava saldırısı yaparsa bizim de elimizde Rus hava savunma sistemi var. S-400'leri Suriye sınırına sevk etmeninin zamanıdır. NATO'dan Patriot istemeye gerek yok.)

Ruslar son iki gündür çok sert açıklamalar yaptılar. Pek cevap yetiştiremedik. Heyetler gidip geldi. Henüz sonuç yok. Kapalı kapılar ardında diplomasi sürüyor elbette.

İdlib'deki savaş büyürse dibi görebiliriz. İdlib'den birdenbire çekilmek de bir zaaf göstergesi olur. İdlib'e kuvvet sevk ederek savaşın büyümesine hazır olduğumuz mesajı veriyor ve bunun Rusya'yı çözüm aramaya iten bir baskı unsuru olmasını bekliyoruz. Göreceğiz. Bence, bir yandan şu garip unsurları İdlib'den temizlemek, öbür yandan da Ruslarla bir modus vivendi bulmak gerekiyor. Umut gene Rus diplomasisinde. Bu da iyi mi, kötü mü, ayrı bir konu...

Yazarın Diğer Yazıları

Washington ve Ramallah

Özgür Özel’in Ramallah’a gitmesi “özel” bir anlam, önem taşıyacaktır. Ramallah’a, yerel seçimleri kazanmış, ülkesinin birinci partisi haline gelmiş bir siyasal hareketin lideri olarak gidecektir. CHP’nin sadece Filistin değil, Orta Doğu’ya ilişkin vizyonunu ortaya koyması, Ramallah’dan uluslarararası topluma Türkiye’nin yeni sesi olarak seslenebilmesi önemlidir

Ölüm ana

Yaşamamıza izin veren Ölüm Ana olduğunu düşünüyorlar. Ondan medet umuyorlar. Ölümün yaşamdan güçlü olduğunu görüyorlar. Yılda yirmi, otuz bin cinayetin işlendiği bir ülkede ölüme "insaf et, bizi yaşat" diyorlar. Hayat o kadar ucuz olunca ölüme yakıştırılan güç artıyor. Ölümde ana rahminin, kucağının sıcaklığı aranıyor

Meksika'daki kadın

İnanılır gibi değil ama gerçek! Meksika'nın dini Guadalupe Bakiresi dinidir. Başka bir deyişle, bizim açımızdan önemli olan, Meksika'nın kendine özgü bir hristiyanlık, nerdeyse yeni bir din benimsemesidir. Başat figürü de bir kadındır. İşte maço Meksika! Ey Kibele! Sen nelere kadirsin!