Şimdi de fikrî iktidar kavramı atıldı ortaya.
Fikrî iktidar olmaz, fikrî özgürlük olur. Özgürlük olmazsa fikir de olmaz. Tarihte birçok kez görüldüğü gibi, muktedirlerin çıkarlarını ya da yerlerini korumaya yönelik birtakım lâflar fikir diye beyin yıkama yoluyla ya da zorla kitlelere benimsetilir. İktidar olacaksa ancak fikir özgürlüğünün iktidarı olur. Ancak öyle bir ortamda fikri hür, vicdanı, irfanı hür insanların yetişmesi kolaylaşır. Demokrasinin de, manevi kalkınmanın da ütopyası budur.
Eskiden toplumların birlik ve dirlik içinde yaşabilmeleri için homojen olmaları gerektiği düşünülürdü. Tarih bunun yanlış olduğunu gösterdi, insanlara çok dersler verdi. Onun için bugünün hümanizması "çeşitlilik içinde birlik" (unity in diversity) ilkesini temel alıyor. Bu ilkeye "çeşitililik içinde birleşmiş" (united in diversity / Varietate concordia) da diyorlar. Dünyada iyi niyetli, insansever ne kadar kişi varsa bu ilkenin hayata geçirilmesi için kendi çapında çalışıyor. Kimi yüksek politika alanında, kimi de yaşadığı çevrede, çalıştığı yerde bu yönde çaba gösteriyor. Çeşitlilik içinde birlik anlayışı insanlara egemen olmazsa ne olabileceğini dünyanın geçmişine bakarak görebiliriz.
Hâl böyleyken sadece bir fikriyatın iktidarını hedeflemek bana tuhaf geliyor. Üstelik, hangi fikriyat belli değil. Fikrî iktidarı isteyen AKP. Peki AKP’nin ilk dönemindeki fikriyatıyla bugünkü fikriyatı aynı mı? Yarın bugünkü gibi olacak mı? Aslında, daha somut olunsa da, iktidara gelmesi istenilen fikirler birer birer sayılsa, biz de yurttaşlar olarak tartışsak, insan hakları, demokrasi, hukuk devleti açısından değerlendirsek...
Evet, günlük siyaset çekişmesinin ötesine geçen entelektüel tartışmalarla gelişecek verimli bir fikir hayatını özlüyoruz, doğrusu! Fikir hayatının en üst düzeylerinden biri felsefedir. Son günlerde felsefe hakkında da ilginç sözler işittik. Türkçe felsefe yapmaya yeterli değilmiş. Felsefe ancak Osmanlıca, Arapça, İngilizce yapılabilirmiş.
Türkçe her şeye yeterli olduğu gibi felsefe yapmaya da yeterlidir. Türkiye’de bal gibi Türkçe felsefe yapılıyor. Dünyanın önemli felsefe yapıtlarının hepsi de Türkçeye çevriliyor. Bir dil sıkıntısı yok. Eskiden vardı o sıkıntı, Osmanlıca zamanında. Felsefeci arkadaşlarıma sordum, modernleşmenin başlamasından önce kaç Osmanlıca felsefe kitabı (dinbilim değil) yazıldı diye. İsim vermekte güçlük çektiler (Tekrar ediyorum: Dinbilimden değil felsefeden söz ediyoruz). Osmanlı döneminin felsefeci ya da filozof tanımına en yakın ismi Erzurumlu İbrahim Hakkı. O da Marifetname’sini Türkçe yazmış. Modernleşmeyle birlikte Osmanlıcayı bir düşünce dili olarak geliştirme çabaları olmuş, ama yapma (yapay demeyelim) bir dil ne kadar ileri gidebilir ki! Bu arada, Osmanlıyı edebiyat alanında en çok geliştirmek isteyen kişi Tevfik Fikret olmuştur. Türkçeyi küçümsedi Fikret. Onun hayali Avrupalı Osmanlı'yı meydana getirmek idi. Olmadı! Sonuç olarak, Osmanlıca, Tarihteki elbette küçümsenemeyecek yerini alırken Türkçe gelişti. Daha da gelişmiş olabilirdi. Bundan sonra da çok gelişebilir, çünkü eğilip bükülürlüğü, yani plastik değeri çok yüksek bir dildir. İyi kötü dört yabancı dille tanışıklığım var. Hiçbir zaman Türkçenin onlardan daha aşağı bir dil olduğunu düşünmedim. Tersine, Türkçenin güzelliğini, her şeyi anlatmaya yetebileceğini, potansiyelini (gizli gücünü) her gün biraz daha iyi anladım. Elbette, Türkçeyi daha da geliştirmenin yollarından biri de felsefi düzey dahil olmak üzere her düzeyde fikir tartışmaları, fikrî üretim yapmaktır.
Bir siyasetçinin özel ilgisi yoksa bu alanlara girmesi beklenmez. Çevresinde bu tür konuları bilen kişiler yazar konuşmalarını. İnsaflı olalım arkadaşlar! Türkçeyi küçümsemeyelim. Fikir dünyamız çeşitlenip geliştikçe Türkçe daha da gelişecek, Türkçe geliştikçe fikir dünyamız daha da çeşitlenip gelişecektir. Yoksa amacımız bu değil mi?